web analytics

Tag Archives: gezilecek yerler

TALLİNN-TARİHİN ÖLMEYEN NOKTASI

Published by:

      Riga’dan  Lüx Express otobüsü ile  Baltık ormanları ve çiftliklerinin koyu yeşil manzarası eşliğinde keyifli geçen yolculuğumuz yaklaşık 4 saat sürüyor ve  indiğimizde  bizi bekleyen aracımız ile Clarion Hotel Euroopa ya yerleşiyoruz.

Otelimizin manzarası muhteşemdi.

Otelimiz Baltık denizi kıyısındaki Estonya nın da ana limanına  bakan ve eski kent merkezine yürüme mesafesinde güzel bir otel . Kesinlikle tavsiye ederim. 

   Önceki yazılarımda gittiğim şehirlerin tarihlerine çok detaylı değinmiyordum. Bu  Baltık ülkelerinin en küçüğü olan Estonya’nın bağımsızlığını ilan edişi 1991 gibi çok yeni bir tarihe dayandığından ; kuruluş aşamalarını bilmek ilginç olabilir diye düşündüm. Zorlama yok, merak edenler okusun… 😏

MÖ 300 yılında Estonyalılar bölgeye gelerek, ilk yerleşim birimlerini kurmuş.

800 yılında Vikingler, Estonya’yı ele geçirmiş.

1200 yılında Alman haçlı ordusu Litvanya, Letonya ve Estonya’yı ele geçirmiş.

1710 Çarlık Rusya’sı Estonya’nın büyük bölümü ele geçirmiş.

1918 I.Dünya Savaşında Alman orduları Estonya’yı işgal etmiş.

1920 Bağımsızlıklarını ilan etmişler.

1940 II.Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte SSCB, Estonya’nın da dahil olduğu Baltık ülkeleri işgal etmiş.

1941 Alman ordusu, Estonya’yı ele geçirmiş.

1991 SSCB çökmüş ve Estonya bağımsızlığını Şarkı söyleyerek ilan etmiştir. Ve her beş yılda bir gerçekleştirilen etkinlik ile de “Şarkı Söyleme Devrimi” (The Singing Revolution) yad ediliyor ve kutlanıyor.

    İşte kuruluşu bu kadar yeni olan Estonya nıın , küçük, şirin başkenti Tallin ; Germen Şövalyeleri tarafından kurulan bir kalenin etrafında gelişmeye başlamış, Hansa Birliği’ne üye olduktan sonra, Kuzey Avrupa’nın önemli ticaret limanı olmuş ve önemini bu güne kadar sürdürmüştür. Bulunduğu coğrafya tarih boyunca birçok çekişmeye sahne olduğundan ülke tarihi ve turistik yerlerle dolu . Ama görünce hak vereceksiniz , dolu demek yetmez dopdolu demek lazım.😊🌸🌺🌻

    Estonlar ın diğer Baltık ülkeleri Litvanya ve Letonya’da yaşayanlardan farkı ;  hemen yakındaki Finliler ile akraba olduklarından farklı bir kökene sahip olmalarıdır.

   Geçmişte bir çok değişik adla anılan kentin adı 1918 yılında Tallinn olmuş. Tallinnden önceki son adı ise Revalmış. Kelime kökeni Taoni-linn (Danimarkalıların kenti )  ,  Talu-linn  (Çiftçi kenti ) demekmiş.

    1997’de UNESCO’nun Dünya Mirası Listesine alınmış.

    Para birimi Euro.

    Priz tipi bizimkiyle aynı (bizim gibi önemli bir konu diyenler için 😏)

St Olaf Kilisesinin gökkuşağı altındaki göğe uzanan sivri kubbesi muhteşemdi

    Tallinn’de yaklaşık 450 bin kişi yaşıyor.                                                                                 

    Dili Estonca. Estonca, Türkçenin de bağlı olduğu Ural-Altay dil ailesinin Ural kolunun Fin-Ugor grubundandır.   Estonca, komşu ülkelerin dilleri olan İsveççe, Litvanca ve Rusça’dan tamamen farklı bir dil olup, gramer yapısı Fince ve Türkçeye benzer. 

      Dini    Evangelist Lutherian ve ortodoks olup Avrupa da Pagan inancını en son terk eden ülkedir.

      Yönetim biçimi  Başkanlık tipi Cumhuriyet. (sanırım bizim ki de artık bu )          Küba ile birlikte dünyada en yüksek (%99,8) okuma yazma oranına sahip.     (keşke bu da bizimkiyle aynı olsa ) 😪                                                                                                        Ülke nüfusunun dörtte biri Rus kökenli.

             Tallinn ile aramızda saat farkı var mı derseniz; bu soru hükümetimizin ruh hali ile anlık değişiklikler gösterdiğinden son dakika araştırın derim.😝

      Giriş için schengen vizesi gerekiyor.

      Tallinn’de meydanlarda, parklarda, kafelerde ücretsiz internet ile bol bol karşılaşılıyor şaşırmayın😂

     Ulaşım

    Helsinki dahil Avrupa’nın  herhangi bir ülkesinden Tallinn’e tren ile ulaşabilirsiniz. Elron, Goeuro tren firmalarından sadece ikisi…

   Tallinn Lennart Meri Havalimanına 3 saatlik bir uçuşla İstanbul dan gelebilirsiniz. Havalimanı şehirden yalnızca 3,5 km uzakta bulunuyor. Hemen terminalin önündeki otobüs durağından sadece 1 euro karşılığında 2 numaralı otobüs ile şehir merkezine ulaşabiliyorsunuz. Hatta isteyenler yarım saat gibi bir sürede yürüyerek de Tallinn Havalimanı’ndan şehre ulaşabilir !!! Aslında gerçekten Tallin’de her yer birbirine yakın ve asla bir taşıt kullanmanıza gerek yok.

    Tallinn Card  ile belli süre toplu taşıma araçlarını ücretsiz kullanıp, gezi otobüslerinden de bedavaya yararlanabileceğiniz ve kırkan fazla turistik görülmesi gereken yere ücret ödemeden girebileceğiniz bir kart. 1 günlük Tallinn kart ücreti:  1 yetişkin 25 Euro, şehir turu da içersin derseniz 1 yetişkin 36 Euro. Normal 1 bilet: 1.80 Euro. Ayrıca bir de Smart Card var.

    Tramvay;  şehirde gitmeniz gereken her yere bir tramvay bulunuyor. Tallinn Havaalanı’ndan şehir merkezine 4 numaralı tramvay ile ulaşabilirsiniz ki kendisi gece 00:45’e kadar çalışıyor ve yolculuk 15-20 dakika kadar sürüyor. Bilet 2 euro ve tramvayın içinde alabilirsiniz, bilet makinesi arama paniği yaşamaya gerek yok.

     Otobüs  kullanmak isterseniz ; Biletinizi aldıktan sonra makinelerde işletmeniz gerekiyor, yoksa cezası var. 1, 5,7,40 numaralı otobüsler Tallinn Old Town’a gidiyor.

    Renk renk taksiler var niye bunlar tek renk değil diye düşünmeyin. Tallinn de taksiler üç renkli; ucuzdan pahalıya gri, beyaz, sarı. Bütçenize göre seçebilirsiniz.    Taksi açılışı gri de 2.51, beyaz da 2.88 , sarı da 3.08..Şayet taksiye binecekseniz Tulika Takso, Tallinnk Takso ya da Airport Taxi firmalarından birine bağlı olan araçlardan seçin, aksi takdirde kazıklanabilirsiniz diyorlar.

       Tallinn şehir merkezi;  Tompee Tepesi (yukarı kent ) ve şehir meydanı (All Linn-Aşağı kent ) olarak ikiye ayrılıyor. Tompee Tepesi , eski şehir merkezinin biraz üzerine kurulmuş bir bölge, eskiden şehrin ileri gelenleri, soylular ve yöneticiler kale duvarları ile korunan bu bölgede yaşarlarmış.   Aşağıda kalan Eski Şehir Meydanında ise halk ve tüccarlar yaşarmış. Üst şehirle alt şehri bağlayan Luhike Jalg (Kısa Adım Geçidi) ve Pikk Jalg (Uzun Adım Geçidi) olmak üzere iki sokak var. Eskiden, Pikk Jalg Sokağı mal ve eşyaların taşınması için kullanılırken, Luhike jalg daha çok insanların iki bölüm arasında gidip gelmesi için kullanılırmış. 

    Tompee Tepesi ;     Başkent Tallinn’in en merkezi yerinde bulunan kireçtaşı oluşumlu bir tepedir. 17 dönümlük alanı kapsayan Toompea, Estonya’nın en turistik yerlerinden biridir. Toompea, Tallinn in eski şehir bölgesiyle beraber UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır.

     Eski Kent yenisinden tıpkı diğer Baltık ülkelerinde olduğu gibi , kale duvarları ile ayrılıyor. Adı üstünde Eski Kent de eski yapılar var ve tarihi şehir burası oluyor. Bu bölgede , hiçbir şekilde ev yada iş merkezi bulunmuyor, modern yapı yapılamıyor.Biliyorum sıkıldınız bu kıyaslamalardan ama içimde tutamayacağım ; aynı bizim ülkemiz …😥

        Eski kente giriş-Pikk                    caddesi

         Otelimizden çıkıp  on-on beş dakikalık yürüyüşten sonra lüks  otellerin, alış veriş merkezlerinin, iş merkezlerinin ve geniş yolların bulunduğu yeni kenti geride bırakıp, 13. yüzyıldan kalma  taş parke döşeli Arnavut kaldırımlı daracık sokaklara ulaşıyoruz. Eski kente, kale kapılarına doğru yürüyoruz.      Pikk Caddesinden Kale kapısına doğru yürürken sağımız solumuz,  çiçekçiler ve  hediyelik eşya satıcıları ile dolu .       Old town’a girişte iki kule arasında Viru Kapısı bizi karşılıyor. Bunlar önceleri 6 adetken sonraları 2 tane kalıyorlar.Bu kapıların sağından ve solundan uzayan surlara 2 veya 3 euro ödeyerek çıkabiliyorsunuz ama bence gerek yok ; daha sonra muhteşem manzaralarla karşılaşacaksınız zaten. Sarmaşıkların dolanmış olduğu bu kapıları geçer geçmez kendinizi başka bir dünyadaymış duygusuna kaptırıyorsunuz.

   Daha girişte dükkanlardan     grubun bayanları olarak   kendimizi alamayınca   ;grubun erkeklerinin   mutluluk manzarası (:

Bu meydan sizi hemen Ortaçağ a gitmiş gibi hissettirecek güzelliklerle dolu. Etraftaki dik çatılı renkli binalar, hoş kafeler ve  güzelliğiyle Kuzey Avrupa’ya hayran bırakacak genç erkekler ve kızlar…

Kızları gören oğluşların halleri (((:

    Sokaklar o kadar dar ki,arabayla gezmek mümkün değil. Zaten mesafeler çok kısa kaldığından buna gerek kalmıyor.En güzel yanı da sokaklardaki tüm mekanlar şehrin o tarihi dokusunu bozmadan hayatlarına devam ediyor.

   Çok az bir yürüme mesafesinden sonra Raekoja plats a (Tallinn town hall square ) ulaşıyoruz.  Zaten hangi sokağa dalarsanız dalın, yol sizi eninde sonunda kafelerin, gösterilerin, sokak satıcılarının olduğu Raekoja Plats meydanına çıkartıyor. Meydana açılan binalar 11.yy-15yy arasında yapılmış. Bir kısmı orjinal kalırken bir kısmı orjinaline uygun restore edilmiş. Burası ayrıca eski belediye binasının da olduğu yer.   Gotik mimarisi ile Avrupa nın en eski binası olduğu söyleniyor. Söyleniyor diyorum çünkü her ülke kendince enler oluşturmuş gibi geldi bana. Bu binanın ilki 1322 yılında yapılmış 40 yıl ayakta kalmış ve bomba ile yıkılmış. Şu an görünen ikinci nesil bir bina yani.  İçinde ki tuvaletin tavan yüksekliği 72 metreymiş. İlginç geldi ama dışarısı o kadar hoştu ki görmek için vakit harcamak istemedik. Ayrıca giriş için 4 euro da vermek istememiş olabiliriz tabi..😁

    Her çarşamba bu meydanda pazar kuruluyormuş. Tüm etkinlikler bu meydan da yapılıyormuş.

     Meydanın merkezinde bir taş var; bu taşın üzerinde durup çevreye bakarsanız şehrin 5 kilisesini görebiliyorsunuz..

    Meydanın az ilerisinde Olde Hansa restoran bulunuyor. Yerel Ortaçağ kıyafetli garsonların çalıştığı, çok kalabalık bir restoran.Çorbayı mutlaka için ayrıca  ayı etinden geyik etine bir çok farklı tadı da bulabilirsiniz.

    Old Tomas ;     Tallinn in kurucusu ve koruyucusu ,belediye binasının zirvesinde elinde yay ile nöbetini tutmaya devam ediyor.Tepesindeki rüzgar gülü üçüncü nesil. İlki 400 yıl hizmet vermiş, bu 40 yıldır hizmet veriyormuş.  Hediyelik eşya dükkanlarında bolca göreceğimiz bu sembolün anlamını bildiğinize göre gereken saygıyı gösterirsiniz artık 😜

    Raeapteek (Town Hall Pharmacy):   Avrupa’nın en eski  eczanesi hala çalışıyor ve müze olan kısmına da giriş ücretsiz. Yüzünüzü belediye binasına dönün ,sol elinizin arka köşesinde ki sokak başında ki beyaz bina. Burada ki dökümanlar 1422 yılına dayanıyor. Ekip doktorlardan oluşunca burası bizim için cennet gibi oldu.💃💃💃 Satış yapılıyor yapılmasına da eskiden kullanılan yılan, böcek gibi ilaç yapımındaki kaynak maddeleri görünce, buradan bir ürün almak ister misiniz bilemem.😵   Tarihi eczane pazar günleri hariç 10:00-18:00 arası açık .

     Eczanenin yanındaki sokaktan aşağıya doğru inin, Vene sokağına gelince sola dönün, hemen 20-30 metre ileride çaprazında taştan kemerli küçük giriş Katerina Geçitidir (Katariina käik) .  Vene Sokağı ile Müürivahe Sokağı nı birbirine bağlar Yada  Sırık Herman Kulesi nin adının yazdığı duvarın hemen karşısındaki küçük kapıdan girerek de geçide ulaşabilirsiniz.  İçeri girebilirsiniz. Burası meydana çok yakın bir yer ama çok arada kaldığından yolunuzun buraya düşmesi biraz zor,o yüzden bilinçli gitmek gerekiyor.    Bir tarafınızda sur duvarları ile mezar taşları , bir tarafınızda taş binalar ile burası gerçekten etkileyici. Burada yakınlardaki bir kilise derneğine bağlı olarak el sanatları işçiliği yapanlar hünerlerini sergileyip satıyorlar. Cam, çömlek,tahta, örgü vb. çok değişik ürünleri minik ama şık galerilerde bulabiliyorsunuz.  Geçit bitince sağa dönerseniz Viru gate leri görebilirsiniz.

    Ayrıca Tallinn’in en küçük evinin yer aldığı Tallinn’in en dar sokağı Saiakaik de hemen Belediye Binası’nın karşısında. Adı üstünde en küçük olunca gözden kaçabilir.

Evettt buldum o sokağı buldum ((:

       Ama yüz yıllık restaurant olan Balthasar Restaurant‘ın adını gözden kaçıramazsınız. Balthasar Restoran’nın kapısına gitmek için geçtiğiniz sokak işte bu sokak ve en küçük ev karşınızda.

                      Matilda kafe

   Yada meydana açı  lan sokaktan Dunkri den çıkıp bir sol bir sağ yaparsanız sizi tepeye çıkaracak olan ,merdivenli kısa adım geçitine ulaşırsınız. Burada iki kısmı birbirine bağlayan bir kapı var,İşte tam burada da Matilda Cafe var.Kahve ,çay ve turtalarının güzel olmasının yanında tertemiz ücretsiz kullanabileceğiniz tuvalete sahip, mola için anlayacağınız çok uygun.😏 

      Alexander Nevsky Katedrali

    Yolun sonu Alexander Nevsky Katedrali ne çıkıyor. Tallinn’deki katedral tepesi olarak bilinen Toompea Hill’de bulunan Alexander Nevsky Katedrali, 19. yüzyılın sonlarında, 1894 – 1900 yılları arasında tipik Rus tarzında inşa edilmiş bir Ortodoks katedralidir. Rus tarzındaki mimari yapısının en önemli sebebi, inşa edildiği yıllarda Estonya’nın Rusya’ya bağlı olması ve henüz bağımsızlığını kazanmamış olmasıdır.  Katedral, Tallinn de bulunan en büyük ortodoks katedralidir.  Mimar Mikhail Preobrazhensky tarafından inşa edilmiştir.

   Kim bu Alexander Nevsky diyenler olursa ; 1221 yılında, St. Petersburg’un güneyinde yer alan ve Rusya’nın ilk başkenti olan Novgorod kentinde doğan Norgorod’un büyük prensi ve Rus savaş kahramanıdır. 1242 yılında, bugün Estonya ile Rusya’nın sınırında yer alan Peipus Gölü üzerine gerçekleşen Peipus Gölü Savaşı (Buz Savaşı) nı kazanarak , toprakların korunmasını sağlamıştır.       

    Gönüllü bağışlarla inşa edilen bu etkileyici Ortodoks katedralinin inşasında Finlandiya’dan granit, Carrara’dan mermer ve Rusya’dan demir getirtilerek en kaliteli malzemeler kullanılmış.

   Katedral, Tallinn’in Toompea tepesine kurulduğu için şehrin birçok yerinden rahatlıkla görülebilir. Katedralin tepesindeki kubbelerde bulunan haçların altında, Rusların Osmanlılara karşı kazandığı zaferi temsil eden hilaller bulunmaktadır. 16 ton ağırlındaki çanı da, Estonya nın en büyük çanıymış.

    Birçok Estonyalı tarafından bir zulüm sembolü olduğu düşünüldüğü için varlığına pek sıcak bakılmamıştır. Her ne kadar yetkililer tarafından 1924 yılında yıkılmasına karar verilse de, büyüklüğünden ve yeterli finansal destek sağlanamadığından yıkımı bir türlü gerçekleştirilememiş. 1991 yılında Estonya’nın Sovyetler Birliği karşısında bağımsızlığını kazanması ile de kilise restore edilmiştir. İçerisinde I. Vladimir ve St. Sergey Radonezhsky’e adanmış sunaklar görülmeye değer eserlerdendir.

        Estonya Parlemnto Binası

   Alexander Nevsky Cathedralinin karşısında bulunan Tompee Kalesinin bahçesine kurulu Pembe bina .Estonya Cumhurbaşkanı’nın çalışma ofisi ve konutu burada bulunuyor. Kapısının önünde bizdeki gibi koruma ordusunun yerine sembolik olarak iki asker bulunması tabi ki de bizi çook şaşırtıyor.Aman siz şaşırmayın Türk olduğunuzu hemen anlarlar yoksa..

      Hellemanni Kulesi (Hellemanni Torn, Tall Hermann Tower)

    Belediye binasının devamı gibi duran; 14. yüzyılda inşa edilen kule, zamanında hapishane ve silah deposu olarak kullanılmış. Şimdi ise sanat galerisi olarak daha barışcıl bir amaca hizmet etmekte. Ülkenin önemli akarsularından Narma Nehri kıyısında bulunduğu için ‘Narva Kalesi’ adıyla da anılan kale; Danimarkalıların inşa ettiği ilk taş kaledir.  Estonya’nın en değerli yapılarından biridir. Bölgenin savunulmasında önemli bir yer edinen Hermann Kalesi, muhteşem görüntüsüyle ilgi çekici. Dilerseniz 215 basamak çıkarak kuleye ulaşabilir ve kulenin tepesinde uzanan yürüyüş yolundan şehri seyredebilirsiniz.  Kulesinin tepesinde mavi, siyah ve beyaz renklerinden oluşan Estonya ulusal bayrağını da bu şekilde görebilirsiniz. Ayrıca bitişiğinde ki diğer üç kuleyi de görme şansınız olur.

      Aşağıya doğru inerseniz karşınıza  kuleler çıkıyor.      Eski şehri çevreleyen 34 kule birbirlerine surlarla bağlanarak şehri koruyormuş zamanında. Geçen süre içinde bunlardan çoğu ya zamana ya da savaşa yenik düşmüşler. Bugün sadece 13 tanesi ayakta ve artık aralarında surdan duvarlar da yok. Ama şehre kendine özel güzelliğini veren de kırmızı kubbeli bu yapılar kesinlikle. Kiek in Kök içlerinden müze olarak kullanılanı ve içi çok iyi düzenlenmiş olanı..  1475 yılında yapılan bu kulenin altında tüneller ve geçitler bulunuyor. 36 m yüksekliğinde ki bu kule Almancada “peek in the kitchen””mutfağı dikizleyen” anlamındadır. Hikayeye göre askerler yukarıdaki bu kuleden, aşağı kentteki evlerin mutfaklarında neler pişirildiğini görebiliyorlarmış. Görmek isterseniz 4 euro. Üst katında ayrıca kafe var. 

       St Mary Catedrali

    Katedral ve Kale arasından yokuş yukarı devam edildiğinde St Mary Catedral’i görüyorsunuz. Meryem Ana anlamına gelen St. Mary Katedrali (Dome Kilisesi), Toompea Hill’de ilk olarak 1219 yılında tahtadan inşa edilmiş. Sonra yıkılır ve 1229 da aynı yerde beton bir kilise yapılması için çalışmalara başlanır. 1240 yılında tamamlanan yapının ismi St. Mary olarak değiştirilir. Yapı aynı zamanda Toompea’da olduğu için Toomkirik (Toom Kilisesi) adını da kullanır.  Toom, kilise demektir.  Mimar Herman Jensen Bohn tarafından tasarlanan  yapı, Barok ve Gotik mimarisinden oluşmaktadır. Alexander Nevsky Katedrali’nin iki sokak yanında yer alan Dome Kilisesi’nin 17. yüzyılda çıkan bir yangından kurtulan tek yapı olduğu söyleniyor.  Önceleri Roma Katolik kilisesi olarak hizmet veren yapı, 1561 yılından sonra Lutheran kilisesi şu andaysa Evanjelik Lutheran Kilisesi’ne ait. Kilisenin kulesine giriş ücreti yetişkinler için 5 euro, öğrencilere ise 3 euro. Yalnızca kiliseyi gezmek isteyenler ise 1.5 euro ödeyerek kiliseyi gezebilirler.

   Kilisenin içine girip güneye doğru giderseniz büyük bir yassı taş göreceksiniz. Burada Johan adında bir kişi gömülü. Bu kişi müzik,şarap ve kadından oluşan bir hayat yaşamış, ölüm döşeğinde bundan pişmanlık duymuş ve kilisenin topraklarına gömülmeyi vasiyet etmiş ki; oraya gelenler onun hatalarından ders alsın ve dua eden bu insanlar kendi günahlarının ağırlığını da azaltsın. Allah rahmet eylesin demekten başka yorum yapamayacağım.

       St.Olaf Katedrali

     Meydanın limana doğru daha yukarısında kalan ve her yerden görebileceğiniz kule;  15.yüzyılda yapılmış olan  St.Olaf Katedrali’nin kulesi… Kilise ise 1200 lü yıllardan beri ayakta. Şehrin simgesi olan sivri çatılı bir yapısı olan kilise 124m uzunluğunda. İlk yapıldığında 159 metre ile Avrupa’nın en uzunuymuş ; denizdeki gemilere yol gösteriyormuş. Kulenin yüksekliği, yangınlar, yıkımlar ve sonrasında yapılan onarımlar nedeniyle bu gün azalmış. Hatta bu yangınlardan birini Helsinki kıyılarından bile izlemişler.    Soğuk savaş sırasında KGB ajanları buranın çatısını telsis üssü yapmışlar. Eğer seyahat döneminiz yaz aylarındaysa kuleye çıkmanız da mümkün, tabi 238 basamak çıkmayı göze alıyorsanız.Kilise kısmına girmek ücretsiz ancak kulenin tepesine çıkmak istiyorsanız 2 euro gibi bir ücret ödemeniz gerekiyor. Bu kilisenin eşsizliğini korumak için belediye çevreye daha yüksek bina yapılmasına izin vermiyor. Tamam yorumda bulunmayacağım..

     Fat Margaret (Tombul Margaret )

     Kilisenin arkasında tombul bir kule daha göreceksiniz. Burasının adı Fat Margaret (Tombul Margaret ) . Şehre başka ülkelerden gelen misafirlere gösteriş olsun diye yapılmış.  Hikayeye göre burada Margaret adında bir aşçı çalışırmış adını oradan almış. Başka bir hikayede kalenin toplarının çok iri olduğu yönünde..Duvar kalınlığı bazı yerlerinde 5 metreymiş.  Şuan gemicilik müzesi olarak kullanılıyor. Giriş kapısı liman tarafında.

 

      St.Nicholas klisesi 

    Antalya, Myra da 343 yılında hayatını kaybeden St. Nicholas’a ithafen 13.yy da inşa edilmiş. Kilise, çeşitli savaşlar geçirmiş ve bazı parçalarını kaybetmiştir. Zaman içerisinde güçlendirilmeye çalışılsa da özellikle Sovyetler zamanında, 2. Dünya Savaşı sırasında birçok bomba saldırısına maruz kalmış ve yalnızca St. Anthony şapelinin ayakta kaldığı bir yığıntı haline gelmiştir.       Kurtarılan bazı sanat eserleri ile birlikte 1953 yılında tekrar inşasına başlanan kilise 1981 yılında tamamlanarak ibadete ve ziyarete açılmıştır. Bugün gördüğünüz halinde, çok az bir kısmı orijinaldir. 1982 yılında bir yangın nedeniyle kule ve sivri kısmı yıkılmış, çatı kısmı da fazlasıyla hasar görmüştür. Sanat tarihçisi Villem Raam tarafından restore edildikten sonra, 1984 yılında nihayet resmi olarak açılmıştır.        Kilisenin en önemli özelliği içinde barındırdığı bir tablo;  30 metre genişliğindeki  ‘Ölümle Dans’ Tablosu.        Kuran-ı Kerim in üç suresinde geçen (Enbiya-35, Ankebut- 57,Al-i İmran 1-85)  ‘Her canlı ölümü tadacaktır’  ayetini  size anımsatan etkileyici bir eser. Hangi sosyal konumdan olursa olsun bir gün ölümün dansının herkesi bir araya getireceğini anlatan eski bir Rus Ortodoks kilisesi olan bu yer, zemindeki eski dönem mezar taşları duvarlardaki ürkünç heykelleriyle görülmeye değer.  Pazartesileri kapalı olan ve diğer günler 10:00 – 17:00 arasında açık olan kilisenin giriş ücreti 5 euro.

     Holy Spirit Kilisesi

    Tallinn’in en eski kilisesi ve en eski çanına sahip olan Holy Spirit, 14. yüzyılda, 1319 yılında inşa edilmiş.      İçerisinde Alman ressam ve heykeltıraş Bernt Notke’un 1483 yılında yaptığı eserleri bulunmakta.Kutsal ruh adının verildiği Holy Spirit Kilisesi sekizgendir ve üzerindeki  Estonyalı heykeltıraş Christian Ackermann‘a ait büyük mavi saati Tallinn in en önemli dış mekan saatidir.    Evlere para vermeye gücü yetmeyen yaşlıların kalması için yardım amaçlı kurulan evin (Holly Sprit Almhouse ) ek bir bölümü olarak inşa edilen kiliseye giriş ücretli. Yeişkinseniz 1 euro, öğrenciyseniz 0,5 euro. 09:00 – 18:00 saatleri arasında ziyarete açık olan kilisede, her pazartesi saat 18:00’de klasik müzik dinletisi oluyormuş, denk gelebilseydik harika olurdu ama maalesef…

          Viru Kapılarından çıkınca, yani yeni Tallinn tarafında, kapıların karşısındaki Tammsaare Park‘ın bir tarafında KGB Müzesi‘nin de yer aldığı Viru Keskus alışveriş merkezi diğer tarafında ise Estonya Tiyatrosu (Estonian Drama Theatre) ve tiyatronun arkasında Estonya Ulusal Opera Binası (Estonian National Opera) var.

      Kadriorg Sarayı

     Ülkenin Rus Çarlığı hakimiyetinde olduğu dönemlerde Büyük Petro tarafından Rus Çariçesi I. Katerina onuruna inşa ettirilen tarihi bir saraydır. Bu şaşalı saray, 1718 ve 1725 yılları arasında tamamlanarak hizmete açılmıştır. Petrine Barok mimari tarzını yansıtan Kadriorg Sarayı, şu anda Estonya Sanat Müzesi’nin bir şubesi olarak 16. ve 20. yüzyıllar arasında oluşturulan sanat eserlerine ev sahipliği yapmaktadır. Önündeki fıskiyeli havuzu, rengarenk çiçek ve ağaçlarla bezenmiş bahçesiyle dikkat çekmektedir. 

   

        Özgürlük Meydanı (Freedom Square)

      St. John Kilisesi (Jaani Kirik) ile War of Independence Victory Column (Zafer Tacı) arasında kalan bölge Estonyalıların Özgürlük Meydanı (Freedom Square) olarak adlandırıldığı bölgedir. Adını aldığı Bağımsızlık Anıtı, 23,5 metre yüksekliğinde bir haç işareti şeklinde olup 2009 yılında dikilmiştir. Yanına doğru gittiğinizde solda yerde Harju adındaki geçişe ait bir kapı görürsünüz. 

   Harju Gate adındaki bu kapı Tallinn deki 8 geçitten birine aittir. Tam tarihi belli olmasa da 1355 yılından itibaren kullanıldığı söylenir. Bir süre sonra kapanır ve 1767 yılına kadar kapalı kalır. 1875 yılında ana kulenin yıkılmasıyla birlikte bir daha kullanılmaz. 2009 yılında Özgürlük Meydanı’na getirilir ve bir anıt olarak burada yerini alır.

  Pirita Plajı

    Özellikle Tallinn’i yaz aylarında ziyaret ediyor ve Baltık Denizi’nde yüzmenin nasıl keyifli (ve dondurucu!) olduğunu merak ediyorsanız burası mükemmel bir seçim. Şehir merkezinden yedi kilometre ötede olan bu plaja sahil şeridinden bisiklet yolunu kullanarak gitmek en keyiflisiymiş. Ancak diğer ulaşım araçları ile de bu plaja ulaşmak mümkün. Pirita Plajı, rüzgar sörfü  ve uçurtma sörfü  yapabilme imkanı sunuyor.

        TV kulesi

       Gökdelenlerle ve yüksek binalarla çevrili olmayan Tallinn’i, 314 metrelik televizyon kulesinden görmenin keyfi de bir başka. Şehirdeki kısa yapılardan dolayı Tallinni en ince ayrıntısına kadar incelemenin mümkün olduğu bir yer. 1975 yılında inşa edilmeye başlanan TV kulesi, yaklaşık 5 yıl sonra tamamlanarak hizmete açılmıştır. Kısa süren bir otobüs yolculuğu ile ulaşabileceğiniz Tallinn Televizyon Kulesi’nin Estonya’nın bağımsızlığını kazanmasında da ayrı bir yeri var. 1991 senesinde henüz Estonya, Sovyet Rusya egemenliği altında iken, televizyon kulesi çalışanları hayatlarını riske atarak bağımsız yayın yapmaya devam etmişlerdir. 

    Eğer  Tallinn Televizyon Kulesi’ne gitmeye zamanınız kalmaz ise  Radisson Blu Otel’in çatısındaki kafeyi ziyaret edebilirsiniz.Kaliteye rağmen uygun fiyatları ve  manzara eşliğinde keyif alacağınız bir yer.

      Occupations Müzesi

 Lossi Plats’ı yürüyerek Occupations Müzesi’ne gitmelisiniz. Tarihi boyunca farklı toplulukların dayatması altında yaşayan Estonyalılar’ın Sovyet, Nazi ve yeniden Sovyet hakimiyeti altına girişini ve bu zamanlarda yaşayan acıları anlatan bu müzenin girişinde yazan “Özgürlük her zaman özgürlük değildir” cümlesi ilginçtir. Estonyalılar Almanların zoru ile Hristiyanlığı kabul etmiş. Zamanla İsveçlilerin ve Rusların hakimiyeti altına girmişler. Müze bu esaret zamanlarının 1939’dan sonrasını anlatıyor. Müzenin girişini kaplayan betondan bavul heykeller umuda yolculuk yapmış yüz binlerce Estonyalıyı simgeliyor. SSCB yıllarında birçok Estonyalı deniz yolunu kullanarak ülkeden kaçmayı denemiş. 1941 yılında ise Naziler, SSCB kuvvetlerini kentten çıkarmışlar ama bu defa Naziler birçok kişiyi sürgün etmiş. Hitler’den kurtuluşları da yine Stalin sayesinde olmuş. 1944’de Naziler yerini Kızıl Ordu’ya bırakırken 80 bin Estonyalı’nın bazıları gemilerle, bazıları da küçük sandallarla ülkeden kaçmış. Sovyetler döneminde binlercesi Sibirya’ya sürgün edilmiş ve en nihayetinde, 1991’de şarkı devrimiyle SSCB’den koparak yeniden bağımsızlığını kazanmış.Müze’nin bir yerinde SSCB döneminin bir propaganda afişi yer alıyor. Dönemin ünlü bir artisti, yanında mutlu bir çocukla, Sosyalist Devletin 30. yılını kutluyor ve nice yıllara diyor. Her gelen rejim Estonyalılara özgürlük ve refah diyerek gelmiş ama her seferinde ortaya dram çıkmış. Bu nedenle müzenin girişinde “Freedom not Free” yazıyormuş.

     KGB müzesini gezebilirsiniz ama bizim gibi  turla gelmediyseniz önceden biletlerinizi almanız gerek.

       Estonya Sanat Müzesi (Kumu Müzesi) 

     Bu sadece Estonya’nın en büyük ve en etkileyici sergi mekanı değil, aynı zamanda Kuzey Avrupa’nın en büyük sanat müzelerinden biri. Kumu koleksiyonlar ve geçici sergiler barındırıyor.  

 Şehrin popüler caddesi Viru’da ilerlerken, işkence müzesine rastlayabilirsiniz. Özellikle Ortaçağ da ne gibi işkence yöntemleri kullanılmış merak ediyorsanız bu müzeyi ziyaret edebilirsiniz.

  Yeme içme 

  Şehrin en önemli özelliklerinden birisi de badem ezmeleri. Pikk Sokağı’nın hemen başındaki Kalev adlı cafe’nin bir bölümü bu işin tarihinin anlatıldığı müzesinden oluşuyor, ama bir tarafı da size günlük imal edilmiş nefis badem ezmesini sunuyor. Yanında kanyakla çok da iyi gidiyormuş bu arada. İkinci katından şehrin manzarasını izlemek güzel.

    Estonya ekmeği, %40 alkol oranına sahip Vana adındaki likörü, tarçınlı biraları, Kalev marka Tallinn çikolatası ve birbirinden enterasan av yemekleri ve değişik çorbaları …

    Balthasar Restaurant hem iç dekorasyon olarak hem de bol sarımsaklı menüsü ile ilgi çekiciymiş ve sarımsaklı dondurması kesinlikle denemeye değer diyorlar. 

    Mantar çorbası, fındıklı ekmek ve leziz av etleriyle Orta Çağ restoranı olan Olde Hansa Restaurant en ünlü yeri.

  Belediye Meydanında pek çok restoran var. Meydana çıkan sokaklardan biri olan Dunkri Sokağı’nın hemen başındaki Beer Houseise güzel bir bira mekanı. Akşamları 9:30 civarı yerel dans gösterileri de oluyor ve canlı müzik de var.

   Rataskaevu Caddesi 8 numarada yer alan Van Krahli Aed

    Maiasmokk Cafe ise Tallinn Old Town’daki Katariina käik‘in bir üst sokağında yer alan 1864′de kurulan şehrin en eski kafesi

   Yerel tatlıları ile ünlü mekan ise Solaris Keskus‘ta yer alan Lido

    Kehrwieder Saiakang Chocolaterie adında bir başka kafe var ki, bunlarında idaası şey Tallinn’in  eski kafesi olmaları.

    Kalasadam (Kalasadama 8)’de Klaus‘ta öğle yemeği

   Maiasmokk Cafenin en önemli özelliği yaklaşık 150 yıldır aynı mekanda hizmet vermesi. Ürünlerin lezzeti ve tarihi kafenin dekoruyla Maiasmokk, Tallinn’i ziyaret eden turistlerin en çok uğradıkları yerlerden biri

    Veeee ayrılış….

   Helsinki Tallinn gemi seferleri ortalama 2 saat sürüyor. Helsinki’den Linda Line , günde 6 sefer yapan Tallink Silja , günde 5 sefer yapan Viking Line ve haftada 17 sefer yapanEckerö Line . Fiyatlar ortalama kişi başı 30-50€ arasında.Burada dikkat etmeniz gereken seçtiğiniz gemi firmasının hangi terminalden kalktığı.

   Biz de Helsinki ye doğru yol alıyoruz…

 

KÖLN-BİSİKLETLE GELEN HUZUR

Published by:

   22e9483771014cb6685f275666d485aaYaklaşık 7 yıl önce gittiğim Brugge gezisi sonrası (henüz bu geziyi size anlatmadım 🙂 ),  Köln havaalanınından kalkacak uçağımıza binmek için şehirden geçerken uzaktan gördüğüm ; Dom katedralinin muhteşem,  heybetli duruşu beni büyülemişti . Ve o gün,  mutlaka bu şehir için özel olarak gelmeliyim demiştim. Kalkışma sonrası memurların yıllık izinlerini kullanabilecekleri açıklanır açıklanmaz,  oğlumun Gamescom fuarına gitmek isteği ile Köln e gidebilme olasılığı,  beni işte bu yüzden daha çok heyecanlandırdı ve Stuttgart gezi notlarında bahsettiğim gibi tüm imkansızlıklara rağmen   Alamanya turumuzu başlattık. 😎DSCN0991

    İşte şimdi turumuzun son durağı olan ; Almanyanın dördüncü ama en çok Türk nüfusuna sahip ikinci şehri Kölndeyiz.😍DSCN0996

    Şehir M.S. 50 yılında Roma imparatoru Cladius tarafından koloni olarak kurulmuş. İmparator Claudius kente eşi İmparatoriçe Agrippina’nın adını vermiş, böylece koloni M.S. 425 yılına dek Colonia Claudia Ara Agrippinensium (kısaca CCAA) olarak anılmıştır. Daha sonra buraya Latince Koloni anlamını taşıyan Colonia denmiştir diyenlerin yanında ;DSCN0995

  Cologne ve Kolonya adının oluşumunda bana göre 😂 esas neden , “eau admirable” (Hayranlık uyandıran su) ismiyle üretilen kokunun burada bulunuşu.DSCN0993

   “Eau de Cologne” “Köln Suyu” demekmiş.  Köln’de ” Kolonyayı  ilk defa 1690’da  Jean Paul Feminis adlı bir seyyar satıcı yapmış. Bu şahıs kolonyayı yaptığı reçeteyi Giovanni Antonio Farina adlı birisine bırakıyor, o da yeğeni Giovanni Maria Farina’ya veriyor.Ve Giovanni Maria kolonya yapımı üzerinde çalışarak  “hoş lavanta suyu” adıyla ilk kolonyayı yapıyor.Köln Tıp Fakültesi’nin bu kokuyu tıbbi ürün olarak onaylamasının ardından da kolonya Avrupa da yaygınlaşıyor.471oriw_aedc__49

   4711 ismindeki kolonya markası bizim alıştığımız kolonyalardan farklı olmasa da, marka savaş döneminde, 4711 numaralı adreste üretim yaptığından ismini buradan almasıyla ilginç. Hikayesi sizi de cezbedip almak isterseniz eğer Köln Katedralinin karşısında ufak bir mağazası var.IMG_4054

   18. yüzyıl sonlarına doğru Fransız, sonrasında da Prusya egemenliğine giren şehir, 1. Dünya Savaşı’nda zarar görmemiş ama. 2. Dünya Savaşında  büyük hasar almış. Neredeyse tamamı zarar gören şehir, savaşın ardından hızla gelişmeye ve büyümeye devam etmiş.

    Direk uçuşunuz Köln e ise, Şehir merkezine 20 km mesafede olan Uluslararası Köln/Bonn Havalimanına ineceksiniz. Birbirine bağlı iki farklı terminalden oluşan havalimanından şehre ulaşmak için treni kullanabilirsiniz. Havalimanının içinden geçerek ulaşabileceğiniz ICE tren istasyonundan bineceğiniz trenle 12 dakikada şehir merkezine varabilirsiniz. Terminalden merkeze ayrıca otobüsle de ulaşım sağlayabilirsiniz. Yada,  daha rahat ve hızlı bir yolculuk için seçiminizi taksilerden yana kullanabilirsiniz.

  Şehir içi dolaşmak istediğiniz de ; Köln’de son derece gelişmiş bir tren ağı bulunduğundan  tramvay, metro ve banliyö trenlerini kullanabilirsiniz. Bilet ücreti 2.80 euro.DSCN1007

 Köln fuarlar ve festivaller şehri . Zaten daha önce bahsettiğim üzere bizde bilgisayar oyunları fuarı için buradaydık. Gamescom Avrupanın en büyük oyun fuarı. IMG_4065  Ve bizim gittiğimiz yılın özelliği de; bu yıl ki partner ülke Türkiye idi ve en büyük stand alanı bizim ülkemize aitti.IMG_4057Ben fuar alanına girmedim , hem ilgi alanım değildi hemde  son anda yola çıkabildiğimiz için , fuar giriş biletlerini de önceden alamadığımızdan neredeyse on katı bir fiyata karaborsadan aldık.😭Sonuç olarak baba oğul birlikte katıldılar bende kendimi şehrin ara sokaklarına attım. 😍 IMG_4052  Tabi ki  fuardan dolayı şehir muhteşem kalabalıktı.Son anda ayarlama yapmak zorunda oluşumuzun getirdiği sıkıntılardan biride otellerde yer bulma konusundaydı.Ve  yer bulamadık ama bu konularda muhteşem becerikli olan eşim bize küçük, sevimli bir ev ayarladı. 

köln deki evimizin balkonu

Köln deki evimizin balkonu

 

Ne şirin bir balkon değil mi?

Ne şirin bir balkon değil mi?

Önceleri bu fikir hoşumuza gitmedi fakat daha sonra birden kendimizi o şehirde yaşıyormuş hissine kaptırdık ve bu his farklı bir mutluluk verdi bize. Mevsimin yaz oluşunun da bu mutlulukta  önemli bir payı var sanırım. Kış aylarında aynı duyguları yaşar mıydık bilemiyorum. 😜

Fuar için gelenleri akşamları eğlendirmeyi ihmal etmediler

Fuar için gelenleri akşamları eğlendirmeyi ihmal etmediler

   Şehirde dar sokakların sayısı oldukça fazla. Bu da zaman zaman otomobille ulaşımı zorlaştırabilir. Bu sebeple yerliler genelde şehir içinde bisiklet kullanıyor. Bu şehri sevme nedenlerimden bir tanesi de işte bu.. İnsanlar okuluna, işine giderken bisiklet kullanıyor. DSCN0998   Trafik bu yüzden rahat, bayanlar mini etekleriyle gayet şık işe gidiyorlar; kimse rahatsız etmiyor.Ülkemin bu yönde giderek gerilediği dönemlerde iç çekerek baktım bu manzaralara…Neyse kedinin uzanamadığı ciğere mundar demesi gibi; bisiklet yoluna taşmadan  kaldırımlarda yürümek,  bizim (en azından benim için) sıkıntı oluşturdu.Türklüğümüze laf getirmemek için biraz gerildim😂 Gel de ülkendeki bu rahatı arama….

  11. ayın 11 inde saat 11 de başlayan Köln Karnavalı diğer adıyla Beşinci mevsim Karnavalı 18 Şubata kadar devam eden büyük ve eğlenceli bir karnaval.Farklı kostümlerle beşinci mevsimin gelişini kutlayan insanlarla bir arada olmak ne kadar güzel olurdu değil mi…

   Crazy days, Weinwoche, Romanische sommer, Köln Bücherherbst diğer önemli festivallerindem…

     Evet artık şehri gezmeye başlayalım; tabi ki en ünlü yapısıyla…DSCN1005

     Eyfel Kulesi tamamlanmadan önce Avrupa nın en yüksek kulesi olan, kentin en ünlü yapısı , inşaatı tam 632 yılda tamamlanmış gotik tarzdaki çift (“Aziz Piyer” ve “Meryem” isimli )  kuleli Köln Katedrali (Kölner Dom)’dir. Ve 7 bin m² alanda, 157 metreyi bulan yüksekliği ile 1996 yılında; UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek, koruma altına alınmıştır. 2004 yılında ise, yapı, görsel anlamda, çevresine inşa edilen yüksek binalar nedeniyle, tehlike altındaki dünya mirası listesine dahil edilmiş. Ancak, katedral yakınında ve çevresinde inşa edilen binaların yüksekliklerinin ayarlanmasının ardından, bu durum, 2006 yılında iptal edilmiştir. sonuç olarak UNESCO tarafından alınan önlemler ile, günümüzde katedral çevresinde yüksek binalar yapılmasına izin verilmiyor.DSCN1013

   Almanya’nın ikinci, dünyanın en büyük üçüncü kilisesi olan Köln Katedralinin, inşaatı 1248 yılında başlamış,  yüzyıllar boyuncada  parasızlıktan bir türlü bitirilememiş. En sonunda Prusya Kralının birisi daha fazla dayanamamış ki , ayırdığı kaynakla 1880 yılında nihayet tamamlanmış. Bitmiş bitmesine de bu sefer daha önceden yapılan yerler kararmış, hadi onları temizleyelim derken etrafında neredeyse yılın her zamanı iskeleler,  eksik olmuyormuş. Gerçi halen pek çok noktası kapkara ama bu onun ihtişamına gölge düşürmüyor bence. 2. Dünya Savaşı sırasında yağan asit yağmurlarından karardığını söyleyenlerde var ama sonuçta o karalığın verdiği ürkütücü büyüklük hissi muhteşem. 2050 yılında restorasyon çalışmaları sonucu beyaz renge bürünecekmiş. Biz görür müyüz bilemem…kısmet..DSCN1015

   1922 yılında, 24 tonluk, Petersglocke denilen ve dünyanın en büyük sallanan çanı olan, çan eklenmiş.Yapının uzunluğu: 144.5 metre ve genişliği: 86.5 metredir. Yapının bulunduğu yerde, daha önce, 4’ncü yüzyılda inşa edilen Roma tapınağı bulunduğu ve bunun 1248 yılında yandığı söyleniyor. Yapı tamamlandığında: İmparator I. Wilhelm tarafından kutsanmıştır. 18 Ağustos 2005 tarihinde ise, Papa Benedict tarafından katedral ziyaret edilmiştir.

   Kent merkezindeki Merkez Gar’ın hemen yanında yer alan yapı yıl içerisinde konserlere ve gösterilere ev sahipliği yapıyor.Bizim gezdiğimiz akşamda Katedral için özel bir gündü.İnsanlar çok şık giyinmişler ve ..

   Hemen katedralin önündeki meydanda Haç Çiçeği modelinde bir anıt bulunuyor. Açıklayıcı tabelalardan birisinin Türkçe ve anıtın, Katedralin 1880 yılında tamamlanması anısına dikildiği, orijinalinin katedralin tepesinde olduğu yazıyor. Yine anıtın biraz ilerisinde 50 yılından kalma tarihi bir Roma kapısının kalıntıları bulunuyor. DSCN1014

   Katedralin içinden 98 metre yükseklikteki, seyir platformuna çıkmak için 510 basamak tırmanmak gerekiyor, Ren nehrinin hakim olduğu, muhteşem bir şehir manzarası izlemek güzel olur. Ancak, sağlık sorunu olanlar dikkatli olsun derim,  çünkü dar merdivenler bir türlü bitmek bilmiyor. Ama, çıkmayı düşünürseniz, kısa molalar vererek çıkabilirsiniz. Yalnız tepesine geldiğinizde ,merdivenlerin bitiminde. Türk imzasının buraya da  atılmış olduğunu göreceksiniz.🤔 Bu arada, kuleye çıkış, 4 euro.koln-katedrali_31762

   Yapının içinde, çok değerli sanat eserleri bulunmaktadır. Bunların başında: 1350 m. karelik vitraylar gelmektedir. Bu vitrayların çoğunda: İncil’den alınma hikayeler betimlenmiştir. 25 Ağustos 2007 tarihinde, güney cephedeki 113 m. karelik vitray pencere: Alman sanatçı Gerhart Richter tarafından yapılmıştır. Bu muhteşem eser: 11.500 tane, aynı büyüklükteki renkli parçalardan oluşmaktadır ve bilgisayar tarafından düzenlenmiştir.Katedrali korumak için Almanlar 70 kişilik bir ekip kurmuşlar.Bakımı sürekli devam ediyor bu şekilde.IMG_9708

   Ayrıca, iç bölümdeki; 1164 yılında, İmparator I. Friedrich Barbarossa tarafından şehre getirilen; üç kralın kemiklerin bulunduğu bölüm: en çok ziyaret edilen yerlerin başında gelmektedir. Bu dini kalıntılar: İtalya-Milan şehrindeki St. Eustorgio Bazilikasından alınmıştır. Bu kalıntılar, büyük bir dini öneme sahiptir. Burada, kalıntılar: yaldızlı bir lahit içinde muhafaza edilmektedir. Bu lahit içindeki sandık: 13’ncü yüzyıldan kalmadır ve Batı dünyasının en büyük kutsal emanetleri içinde saklanmaktadır.

   “Hazineler” bölümü  de ücretli. Bunlar için tek başına 4 €, hem hazineler hem de kule için kombine bilet 5 € . 

   Köln Katedrali’ne yürüyerek birkaç dakika uzaklıktaki Roma-Germen Müzesi;DSCN1004

      Şehrin üzerine kurulduğu Roma yerleşimine ait arkeolojik eserlere ev sahipliği yapıyor. 1974 yılından itibaren şu anki binasında ziyaretçilerini ağırlayan müzedeki eserlerin tarihi paleolitik döneme kadar uzanıyor. Pazartesi hariç haftanın her günü ziyaret edilebilen müzede Roma döneminden cam ve seramikler, Germen döneminden mücevherler ve anıt mezar görülmesi gereken eserler olarak öne çıkıyor.

       Hemen yanında ki Ludwig Müzesi;

DEU, Köln, 16.12.2008, Museum Ludwig, Köln Architekten: Busmann + Haberer, Köln Fertigstellung 1986: [©(c)Tomas Riehle/artur architekturbilder agentur, Tel. +49 201 89 09 390, info@arturimages.com; Veroeffentlichung nur gegen Honorar, Urhebervermerk und Beleg / permission required for reproduction, mention of copyright, complimentary copy; Bankverbindung / bank account and sorting code: Postbank Koeln, Konto 3582 05 03, BLZ 370 100 50; IBAN: DE 63 3701 0050 0035 8205 03, BIC: PBNKDEFF, U.St.ID / V.A.T.: DE 811 983 492]

      Çikolata üreticisi Peter Ludwig’in kişisel koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. 1976 yılında Wallraf-Richartz Müzesi’nden bağımsız olarak açılan müzede sergilenen eserler arasında Picasso, Andy Warhol ve Roy Lichtenstein’a ait çalışmalar öne çıkıyor. 10.00-16.00 saatleri arasında ziyaret edebileceğiniz müze pazartesi hariç haftanın her günü açık tutuluyor.

        Alter Markt (Eski Meydan)IMG_3951

      Adından da anlaşılacağı gibi Köln’ün en eski meydanı. Tarihi Köln bu bölgede yer alıyor. Meydanın bir tarafında renkli, az katlı ve küçük ortaçağ evlerini andıran yapılar var.IMG_3952 Çok hoş görünüyor. Burası aynı zamanda Köln’ün gece hayatının da kalbinin attığı yer. Ara sokaklarda onlarca bar, restoran ve kafe var.IMG_3950  Meydanın bir diğer özelliği de meşhur Köln Karnavalının her yıl 11. Ayın 11. Günü saat 11.11’de burada başlaması. Ondan sonra şehir Şubat ayındaki büyük finale kadar ara ara kopma noktasına geliyormuş.

     Old Town 

Tarihi Köln bu bölgede yer alıyor. Köln’de bulunmaktan en keyif aldığım yerlerden biri burası. Köln Katedrali’nden yürüyerek ulaşabileceğiniz bu bölge tam Ren Nehri’nin kenarında kalıyor.IMG_3941   Burada bulunan sevimli ve renkli binalar insanın içini açıyor. Bizim gibi arada gezmeye mola vermek isteyenler için de cafe-restoran bakımından da tam bir cennet.  Bir yanınızda eski tarih kokan rengarenk  binalar, diğer tarafınızda ren nehri…IMG_3940

    Meydanın tam ortasında  General Jan-Von-Werth Heykeli bulunuyor.640px-Jan_Werth_Brunnen_Alter_Markt_Köln_672-vd    Benim gibi cahil olup kim bu adam ya derseniz…. Jan’ın popülaritesi askerliğinden ziyade bir aşk hikayesinden geliyor: Jan, gençliğinde başkalarının çiftliklerinde işçi olarak çalıştığı dönemde Griet adında güzel bir kızı sevmiş. Evlenme teklif etmiş ama çok fakir olduğu için Griet bu işçi parçasına yüz vermemiş. Jan yıkılmış bir şekilde şehri terk etmiş. Bu arada yıllar geçmiş, Griet bir türlü aradığı varlıklı kocayı bulamamış. Griet’in yıllara direnemediği dönemde bir gün “General Werth, çok yaşa” nidalarıyla atının üstünde şehre giren Jan artık popüler, saygın, zengin ama evliymiş. Hiçbir şeyin farkında olmayan Griet’te Jan’ı selamlarken Jan O’nu tanımış ve “ah, Griet, kim derdi ki böyle olacak?” demiş. Onu sesinden tanıyan Griet’in ağzından ise sadece “ah, bilebilseydim…” sözcükleri dökülmüş.😂Bu tür hikayeler ders çıkarmak adına önemli sanırım…

    Meydanın bir tarafında yükselen kule ise Belediye Sarayı (Town Hall-Kölner Rathaus).Koeln_Altstadt_Nord_Historisches_Rathaus_Rathausplatz_Rathauslaube_114

   12. yüzyıla tarihlenen binanın ön cephesinin görüntüsü harika. Sanki iç içe geçmiş balkonlar var binada. Bina Almanya’da fiilen kullanılan en eski Belediye Binası olma özelliğini taşıyormuş.
IMG_3946

     Şehre ayrı bir güzellik katan Ren Nehri, kentin tam ortasından geçmekte. Ve her iki yakasını  birbirine bağlayan sekiz adet köprüyle tablo gibi görünüm katmakta şehre…Bu köprülerden en ünlüsü Hohenzollern köprüsüdür.koeln-bruecke-2010

      Başlangıçta: 1907-1911 yılları arasında yapılan ve “katedral köprüsü” olarak isimlendirilen köprü üzerinden, yalnızca demiryolu geçmekte iken, 1945 yılında bu köprü yıkılmış ve sonra ki yapılanmada, köprü üzerinden hem demiryolu ve hem de yaya yolu geçirilmiştir. II. Dünya savaşı sırasında yapılan bombardıman sırasında, köprü ağır hasar görmemiştir. Ancak, 6 Mart 1945 tarihinde, müttefikler tarafından Köln şehrine saldırı başlayınca, köprü, Alman mühendisler tarafından havaya uçurulmuştur. Savaştan sonra ise, 8 Mayıs 1948 tarihinde, köprü yeniden açılmıştır. 1980 yılında ise, büyük bir onarım geçirmiştir.

love locks, Hohenzollern bridge, Cologne Cathedral, Cologne, Koeln, Rhineland, North Rhine-Westphalia, Germany / Köln

  410 metre uzunluğunda ki bu köprü ; Almanya’nın en yoğun kullanılan demiryolu köprüsüdür. Köprüden, düzenli olarak günde 1200 tren geçerek, Ren nehrinin diğer tarafında bulunan Avrupa şehirleriyle, Köln şehri arasında bir bağlantı kurar. Özellikle geceleri manzarası harika.  Buraya gelen çiftler yanlarında getirdikleri  kilitleri köprüye asıyor, anahtarını nehre atıyorlar ve aşklarının sonsuz olacaklarına inanıyorlar.😍IMG_3945

      Şehrin ayakta kalan üç giriş kapısından birisi olan Eigelsteintor,


Eigelsteintor    13. yüzyılda inşa edilmiş. Birbirine yapışık iki kulesi bulunan kapının şehir tarafında bir elinde kalkan bir elinde mızrak ve anahtar bulunan bir figür var.images (6)   Bu figür, antik Roma dönemindeki dört önemli karakterden birisi olan çiftçiyi simgeliyormuş.  Daha çok şövalye gibi duruyor ama neyse. Zaten orijinali de Şehir Müzesindeymiş. 

    Çikolatayı seven gezginlerin mutlaka uğradığı Çikolata Müzesi (Imhoff Schokoladenmuseum)DSCN1000

   Katedrale ve daha önce sizlere anlattığım müzelere oldukça yakın . 1993 yılında, Dr. Hans Imhoff’un mali desteği ile kurulmuş olan müze nehir kıyısında ve eşsiz bir manzaraya sahip. DSCN1001Kakao çekirdeğinden başlayarak çikolatanın yapımına ve tarihçesine ait bilgileri uygulamalı olarak görebileceğiniz müzenin giriş ücreti 8 Euro.DSCN0999   Ayrıca müze içerisinde hediyelik ürünler alabileceğiniz bir dükkân ve kafe bulunuyor.

   Köln’deki üç büyük müzeden birisi olarak anılan Wallraf-RichartzWallraf-Richartz-Museum-and-Fondation-Corboud-Cologne-Köln-350x233

    Tarihi 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanıyor. Tasarımını Oswald Mathias Ungers’in yaptığı binasında 2001 yılından beri ziyaretçilerini ağırlayan güzel sanatlar müzesi, Köln Belediye Binası’nın hemen yanında yer alıyor. İsviçreli koleksiyoncu Gérard Corboud’un yaptığı koleksiyon bağışı nedeniyle adına “Fondation Corboud” eklenen müzede gotik, Rönesans, barok ve empresyonist akımlarına ait eserler sergileniyor.

     İhtişamlı kulesi ile dikkat çeken yapı Eski Kent sınırları içerisinde. Köln Katedrali tamamlanana kadar şehrin en heybetli binası olan Gross St. MartinIMG_3948

    İlk olarak 1150-1250 yılları arasında inşa edilmiş. Ancak St. Martinus’a adanmış olan kilise şehirdeki birçok yapı gibi 2. Dünya Savaşı sırasında hasar görmüş ve 1985 yılına kadar süren yenileme sürecinden sonra ziyarete açılmış.IMG_3947

     Eski Kent içerisindeki caddenin tarihi Roma dönemine kadar uzanıyor. Şehrin en eski ve işlek caddesi olan Hohe Strasse,   Alışveriş meraklılarının oldukça hoşuna gidecek bir yer. Zira Ren Nehri’ne paralel uzanan Hohe Caddesi üzerinde dünyaca ünlü markaların mağazalarının yanı sıra uygun fiyatlı hediyelikler satan dükkânlara rastlamak mümkün.

   Schildergasse,IMG_3954    Tatilcilerin Köln gezilecek yerler listelerine ekledikleri bir diğer alışveriş cenneti. Hohe’den sonra şehrin ikinci en eski caddesi olarak bilinen Schildergasse, başta giyim ve ayakkabı mağazaları olmak üzere parfüm, spor ürünleri ve cep telefonu satan dükkânlara ev sahipliği yapıyor. İsmi “kalkan” kelimesinden gelen popüler cadde üzerinde mağazaların yanı sıra St. Antonier Kilisesi ve Renzo Piano tarafından tasarlanan Weltstadthaus gibi ilgi çekici binalar bulunuyor.

    Bizim gibi üç gününüzü bu şehre ayırırsanız vaktiniz biraz daha bol olduğundan park ve bahçeleri gezebiliyorsunuz.DSCN1035

   11.5 hektarlık bir alan üzerine kurulmuş olan Köln Flora ve Botanik Bahçesi, hayvanat bahçesinin bitişiğinde yer alıyor.DSCN1033 Üstelik giriş ücretsiz. 10 bin civarında bitki türünü barındıran bahçe kompleksinin flora bölümü 3 yıllık yenilemenin ardından 2014 yılında yeniden açılmış. DSCN1026Bitki ve çiçekler hakkında detaylı bilgi edinebileceğiniz tesis bünyesinde konferanslar, konserler, evlilik törenleri ve kutlamalar gerçekleştiriliyor.İnsan bu güzelliklerin içinde kendini kaybediyor.Tabi Gamescom fuarına gelenlerin burayı tercih etmemesinden dolayı da huzurlu bir sessizlik vardı.DSCN1031

    Ren Nehri üzerinde işleyen teleferik şehri kuş bakışı görmek için oldukça ideal. Nisan ayından ekime kadar kullanılabilen Köln Teleferiği 1957 yılından beri hizmet veriyor. 935 metre yükseklikte işleyen toplu taşıma aracı düşük hızı sayesinde Köln Katedrali başta olmak üzere kentin birçok yerini seyretmek ve fotoğraflamak için uygun ortamı yaratıyor. Kış aylarında çalışmıyormuş.DSCN0997

  Günümüzde en modern hayvanat bahçelerinden biri olarak anılan Hayvanat Bahçesi de, 1860 yılında kurulmuş.DSCN1027    2. Dünya Savaşı’nın ardından 1947 yılında tekrar açılan hayvanat bahçesine 1971 yılında akvaryum, 1985’teyse primat evi eklenmiş. 2000 yılında eklenen yağmur ormanı bölümü sayesinde şu anda 20 hektarlık alan üzerine kurulu parkta 500’ün üzerinde tür gözlemlenebiliyor.

   Neler tatmalısınız derseniz…

   Kölsher Kaviar: Soğanlı sosis türü

   Rievkoche: Patates ve elma püresi ile hazırlanan bir çeşit gözleme

   Bratwurst: Izgarada pişen bir çeşit sosis

   Flammkuchen: Peynirli bir çeşit pizza

    Brüsseler Parkı
Parkın içinde yer alan kafe, öğle yemeği için güzel bir adres. Enginar, risotto ve çeşitli salataları öneriyorlar.

     Beef Brothers ; Leziz bir Hamburger’in tadına varmak istiyorsanız, Foursquare’e göre de şehrin en iyileri arasında yer alan mekanı tercih edebilirsiniz. Self-servis konseptinde. Hamburgeriniz hazır olduğunda numaranız söyleniyor, o şekilde siparişini alıyorsunuz. Burgerin yanında mutlaka patateste söyleyin. Çünkü bildiğimiz klasik menü anlayışı yok, Shake Shack gibi. Özellikle Cuma-Cumartesi akşamları oldukça kalabalık oluyor, kapı önündeki kuyruk sizi yıldırmasın. Bu lezzet için biraz sıra beklemeye değer. Aachener Caddesi’nden geçerken karnınız aç ise burayı es geçmeyin.

     Max Stark ; Leziz et yemekleriyle öne çıkan bu birahanede Köln usulü bir şinitzel olan Jägerschnitzeli denenmeli diyorlar. 

     Papa Joe’s Biersalon ;  Haftanın her günü canlı caz müziği yapılan mekanda birayla beraber özellikle favori lezzeti, lahana,  patates ve sosisten yapılan Malzer-Teller’i denemeden dönmeyin diyorlar.

     Hallmackenreuther ; Belçika mahellesinde ki uğrak yerlerden biri.

    Metzgerei Schmitz ; Kahveyi yanında tatlıyla almak isterseniz iyi bir seçenek.

    Çocuksuz geldik, yorulmadık barlara gidelim derseniz ; Barracuda Bar, Alter Wartesaal, Herr Pimock, Studio 672, Sixpack, Grünfeld, Underground önerilen yerler arasında.

   “Köln’ü görmeyen Almanya’yı görmüş sayılmaz” sözünü söyleyen Romalılara tüm içtenliğimle katılıyorum. Tekrar gitmekte isterim….💘

HEİDELBERG-ALMANYA’NIN EN ROMANTİK ŞEHRİ

Published by:

  DSCN0950      Stuttgart dan Frankfurt ‘da ki otelimize doğru ilerlerken yolumuzun üzerinde  olan Heidelberg e de uğramayı planlamıştık zaten ,ama şehri görür görmez pişmanlık duymaktan hiiiç hoşlanmayan eşim bile “Frankfurt yerine neden burada konaklamadık “diye  hayıflandı. DSCN0933  Almanya denilince aklımıza hep bir sanayi şehri geldiği için yemyeşil tepelerin arasında akan bir nehir ve çevresinde orta çağdan kalma binalar ve de  şehri yukarılardan izleyen tarihi kalesiyle yarattığı bu  muhteşem, tablo gibi olan güzellik ile  kentin Almanya’nın en romantik kenti; yani Wege der Romantik diye de anılmasının nedenini anlamış olduk.DSCN0891

   Ren ve Neckar nehirlerinin arasında kalan vadide yer alan kent, 1386’da kurulup Almanya’nın en eski üniversitesi olma vasfını taşıyan Heidelberg Üniversitesini barındırıyor. Bu üniversitede çalışan profesörlerin 9 adet nobel tıp ödülüne layık görülmeleri için ise ne yorum yapsam bilemedim.DSCN0890

   II. Dünya Savaşın’dan sonra, Almanya’nın savaştan yıkılmadan kalmış olan ender kentlerinden birisi. ABD Ordusu sivil nüfus direnişi olmadan Mart 1945 tarihinde kasabaya giriyor ve savaş sonrasında şehir Amerikan işgal bölgesinde kalıyor sonuçta da  uzun yıllar Amerikan Ordusu tarafından askeri üs olarak kullanılıyor.DSCN0946

 

  Bugün özellikle kentin eski şehir (Altstadt) ve Sarayı, Unesco tarafından dünya insanlık mirası listesinde bulunduğunu  tahmin edebiliyorsunuz elbette.DSCN0932

  Şehir nüfusunun çoğunluğunu öğrenciler oluşturuyormuş.30 000 nin üzerinde bir rakamdan bahsediliyor. Şehrin her köşesinde kitap okuyan, sohbet eden, bisikletle gezen gençleri görebilirsiniz ve işte bu gençler de ortama taze bir enerji katıyor. DSCN0945

   Yaz kış turislerle dolup taşan şehrin otellerinde yer bulmak çok zor oluyormuş,öncesinde organize olmak gerekiyor yani,,

   Heidelberg,  Baden-Württmberg eyaletinin kişi başına en çok doktorun düştüğü şehirmiş.Doktor arkadaşları uyarmak adına belirteyim dedim, oralara tüymeye kalkarsanız kadro dolu anlayacağınız.😭

 Kentin kendi adıyla da anılan matbaa ve baskı makineleri ünlü birde.

 Yüksek tepeleri var ;Königstuhl (568m) ve Gaiberg (375m) .  Odenwald Ormanın içinde yer alıyor.DSCN0912

Heidelberg konum itibariyle Almanya’nın ılıman bölgesinde yer aldığından, kentte çok sayıda incir ve badem ağaçları var.

Şehrin sembollerinden olan,Neckar üzerinde bulunan köprü  1248’de ahşap olarak inşa edilmiş .DSCN0948  200 metre uzunluğunda ve 7 metre genişliğindeki Eski Köprü  ise burada bulunan ahşap köprünün yerine, yine bu bölgeden çıkan kumtaşı ile 1788 de yapılmış. Halk arasında eski köprü (Alte Brücke) diye anılan köprünün asıl adı Carl-Theodor Brücke. 2. Dünya Savaşı sırasında Alman askerleri tarafından yıkılan köprüyü savaştan sonra 1947 de halk imece usulüyle onarmış.DSCN0932Köprünün üzerinde köprüyü yaptıran Kral Carl Theodor a ve Roma tanrıçalarına adanan, iki adet heykel bulunuyor.Köprünün girişinde yer alan kulelerinin solunda da Gernot Rumpf tarafından 1979’da yapılan bronz maymun heykeli bulunuyor.

Köprüden gün batımı manzarası

Köprüden gün batımı manzarası

Köprü sonrası ise üniversite profesör ve filozoflarının yürüyüş alanı olarak kullandıkları Filozoflar Yolu olarak anılan yol bulunuyor. Theodor Heuss Köprüsüne kadar uzanan bu yol, şimdilerde spor yapan veya yürüyüşe çıkanlarla dolu.

 Eski şehrin tam ortasında yer alan Heiligegeist kirche, şehrin en ünlü kilisesidir.heidelberg3k

 Şehrin kalbinin attığı en meşhur caddesi olan Hauptstrasse,DSCN0941 Neckar Nehri ile görkemli kalesi arasında kalıyor. 1,5 km’lik bir uzunluğuyla, Avrupa’nın sadece yayalar için ayrılmış olan en uzun caddesi unvanına sahiptir.Kafe ve restoranlar, mağazalar, otel ve kitapçılar, oyuncakçılar, hediyelik eşya satan dükkanlar bu capcanlı sokak üzerinde yer alıyor.DSCN0940

 Bitiminde yer alan Marktplatz Meydanında Herkül heykeli ve çeşmesi var.Bu heykel 1700 yıllarında şehri Fransızlara karşı koruyan halkı simgelemekteymiş.Heykelin orjinali Kurpfaelzisch müzesinde.DSCN0939

  Gelelim muhteşem kalesine,DSCN0951  ister aşağı nehir kenarından yukarı kaleye doğru bakın ,ister kaleden aşağı nehre doğru bakın inanamayacağınız güzellikte bir manzara sizleri bekliyor.Sanki zaman makinasıyla orta çağ döneminde bir zaman diliminde bu kente düşmüşsünüz.DSCN0931Kale, 1398-1410 yıllarında, Prens Elector Ruprecht III hanedanlığın ilk rezidansı olarak  kullanılmış. 1764 yılında yıldırım çarpması sonucu zarar gören kalenin taşları bir dönem yöre halkı tarafından ev yapımında da kullanılmışsa da, daha sonradan kale korumaya alınmış.DSCN0929Kaleye merdivenleri kullanarak çıkmak isterdim ama vakitsizlikten bu zevki bizimkilere de yaşatamadım.😜 Yani biz füniküleri tercih ettik.Bergbahn denilen fünikülerler 8 metre uzunluğunda, 50 kişi kapasiteye sahip kabini ile 1907’de yapılmış.

Yokuşun dikliğinden ürpermemek mümkün değil

Yokuşun dikliğinden ürpermemek mümkün değil

İki durak halinde .İlk durağa çok hzlı geliyorsunuz ancak en yukarı çıkmak isterseniz ,yani kaleden daha yukarı makinanın diğer eşinin geçişini beklemek zorunda kalıyorsunuz.Beklerken manzaranın tadını çıkarmaya bakın..DSCN0907 Kalenin girişinde bir saat kulesi ,içinde Alman Eczane müzesi ve dünyanın en büyük ahşap şarap fıçısı varmış.Mış diyorum çünkü giriş saatini kaçırdığımız için içini gezemedik ama bahçe manzarası bile yeterliydi bence.DSCN0923 Giriş ücretli ,yetişkin 6 euro / Öğrenci-indirimli 4euro. Eğer tura katılmaya karar verirseniz fazladan bir 4 euro daha eklemek gerekiyormuş kişi başına. 1751 yılında yapılan fıçı 185500 litreymiş.😇 Eczane müzesinde de bitkilerden gelen sağlığın tarihsel gelişimi, kullanılan malzemelerle birlikte sergilenmiş.DSCN0926Sonradan kaleye eklenen Kral Meydan’ı yaz aylarında yapılan Heidelberg Kalesi festivaline ev sahipliği yaptığı gibi, tiyatro, müzikal, opera ve klasik müzik konserleri için kullanılıyor.Öyle bir zaman diliminde orada olmayı isterdim doğrusu.DSCN0925Kalenin üzerine en tepe Filozoflar tepesi ,burada manzara yine başka bir güzel.Kendinizi el değmemiş uçsuz bucaksız bir yeşilliğin içine dalmış buluyorsunuz .DSCN0914Sadece buraya çıkmadan tuvalet ihtiyacınızı karşılayın yoksa ya 5 euro vereceksiniz yada sizin hayal gücünüze kalmış artık🤓DSCN0920DSCN0935

1717-19 yıllarında arasında yapılmış ve meydanın kale tarafındaki iki önemli yapısından biri olan Büyük Dük Sarayı, 1805’ten sonra Baden mahkemesi tarafından kullanılmıştır. 1920’den bu yana ise Heidelberg Bilimler Akademisi olarak kullanılmaktadır.DSCN0934

Vaktiniz varsa güneş enerjisi ile çalışan botla 7 euroya yaklaşık bir saat süren nehir turu yapabilirsiniz.DSCN0899

  Yeme içme kısmını çok araştırmadım ama genel olarak fiyatlar makul ve porsiyonlar abartılı.Kiliseleri dolaşırken içinde bira yapanlardan yerel bira alıp tadabilirsiniz.Beğendiğiniz bir mekanda oturabilirsiniz , biz biraz yol yorgunluğundan olsa gerek ara bir sokak da sakin bir ortamda yemek yemeği tercih ettik.

DSCN0901

Burada öğlen yemeğimizi yedik ve memnun kaldık

DSCN0944

Bu mekanı öneriyorlar ama yer bulup oturmak zor


DSCN0894

   Daha 80 km yolumuz olduğunu düşününce bu güzel kente veda etmek zorunda kaldık ve şunu anlamış oldum  ki neden Almanya ya gitmeliyiz sorusunun tek cevabı bence bu şehir..💛💙💓

ST PETERSBURG – SANKT PETERBURG (PETER İN ŞEHRİ)

Published by:

St-Petersburg-599569     Henüz Rus uçağını düşürmemiş olduğumuzdan vizesiz gidebildiğimiz zamanlardaki beyaz gecelerden bahsedeceğim.)))):  Bizler beyaz büyülü geceleri St petersburg gibi sanat ve tarih kokan bu şehirde gördük ama bizden sonraki Türkler bunu başarabilir mi bilmiyorum))):

    Türk Hava Yollarının İzmir-İstanbul uçuşunda bir saatten fazla gecikme yaşanınca bağlantılı sefer olan İstanbul -St Petersburg uçağına son dakikada yetiştik.Pulkovo havaalanına inince”havaalanı diyorum ama bizim ilçe otogarlarımızdan bile küçük ,sevimsiz bir yer” ortamı gördüğümüzde ki ilk şaşkınlığımızı atlatamadan ,bizimkilerle birlikte seyahati planladığımız diğer iki ailenin de bavullarının İstanbul dan kalkan uçağa yetişemediğini öğrendik.Bu tür hikayeler hep başkalarının başına gelir sanırsınız ya işte öyle bir şaşkınlık içinde ve doğru düzgün ingilizce konuşulmayan bir ülkede derdimizi anlatmaya çalıştık.Yaklaşık 3,5 saat süren bu  sıkıntılı  zamanın sonunda THY nın görevlileriyle anlaştığımızı düşünerek ,bu süre boyunca bizi kapıda bekleyen ve otelimize götürecek olan minübüse de, iyi bir bekleme bedeli ödeyerek yaklaşık onyedi km lik mesafedeki şehir merkezine kırkbeş dakika gibi bir sürede varıp Helvetia Hotel e ulaştık.34385709

    Eğer araba kiralamadıysanız bizim gibi ;taksiye binecekseniz taksi simsarlarına dikkat edin diyorlar. Bu yüzden, mutlaka fiyat sormanızı ve taksinizi havaalanındaki kapının yanındaki deskten almanızı tavsiye ediyorlar. Bunun yanı sıra, kapının önünde duran otobüslerle de hemen 15 dk lık mesafedeki metro istasyonuna gidip  çok daha ucuz yolla gideceğiniz yere varabilirsiniz.Otobüse arka kapıdan binip önden iniyormuşsunuz. Para ise inerken veriliyormuş. (Otobüs 30 RUB + Metro 28 RUB)

   Otel girişimizi yaptıktan sonra bellboy valizimizi almaya gelince nedendir bilinmez hepimizi bir gülme krizi tuttu.Yabancı ülkede olmanın en iyi yanı açıklama yapmaya gerek kalmıyor (:  İyi yan demişken bir tane daha aklıma geliverdi;  odaya geçince yerleşmek yada ne giyeceğiz diye uğraşmak durumunda değildik.Bu kadar iyi yan yeter diyenler içinde üzülmesinler; sıcak bir ülkeden geldik ve temiz bir şeyler giysek iyi olurdu.)): Tabii ki tahmin ettiğiniz üzere, soluğu hemen hemen tüm gezimizin, maalesef ki  vaktimizin büyük bir kısmını ayırmak zorunda kalacağımız; alış veriş merkezinde aldık.DSCN0605DSCN0607DSCN0608

Otelimiz  .görülmesi gereken mekanların çoğunu içeren, şehrin en ünlü caddesi Nevsky Prospect in ara sokağındaydı..Prospect cadde anlamında kullanılıyor,Nevsky ise milli kahramanları Alexander Nevsky den geliyormuş.

Nevsky’de yürümek için öyle bir amacınızın olmasına gerek yok sadece gezinmeniz bile keyifli. O tarihi dokunun içerisinde  yürürken insan kendini bir film setinde hissediyor. Özellikle havanın karardığı anı yakalayabilirseniz masalımsı bir filmin içinde sanırsınız kendinizi.1

  Şehrin kuruluşu çok eskilere dayandığından her yer tarih kokuyor.  1703 de Çarl 1. Petro (deli petro) tarafından Rus Çarlığının Avrupa ya açılan kapısı olması amacıyla kurulup,planı bile kendisi tarafından çizilen  şehir; 200 yıl başkentlik yapmıştır ülkesine.1918 yılından sonra Çarlık Rusya nın başkenti Moskova olmuştur.1893 de Lenin proloterya hareketini burada başlatmış;Dünyanın bütün işçileri birleşin! …. DSCN0618DSCN0623DSCN0617

   1917 de Şubat ve Ekim devrimleri bu kentte yaşanmış.İsmi de Rus İç Savaşı (1918-24 yılları) arasında Petrograd olarak değiştirilmiş.Bolşevik ihtilali sonrası Lenin in ölümünden sonra Stalin şehrin adını onun anısına Leningrad olarak değiştirmiş.1991  de yapılan halk oylaması ile adı tekrar St Petersburg olmuş.DSCN0614

  Neva Nehri deltasında kurulan şehir aslında büyük bir bataklık alanın dönüştürülmesi ile oluşturulmuştur. Kent merkezindeki pek çok bina Amsterdam’da olduğu gibi çamur alanlara saplanmış direkler ve tahtalar ile kuvvetlendirilmiş temellere inşa edilmiştir. 

5 milyon nüfuslu şehrin bizimle saat farkı 1 saat ileridir.

Para birimi Rus Rublesi (RUB)  1 euro 40 rub ediyor.Türk lirasına çevirmedim malum sürekli değişiyor.DSCN0698

Moskova nın 715 km kuzeybatısında yer alan şehir Avrupa nın 4. büyük şehri. Logada gölünden doğan Beyaz denizi Baltık denizine bağlayan 74 km lik Neva nehrinin 30 km si şehirden geçiyor. Özellikle 2.Dünya Savaşı sırasında bu nehir tek yaşam kaynakları olmuş; toplam 29 ay sarılan ve kuşatılan şehir, Adolf Hitler’in emriyle sürekli olarak top ateşine ve bombardımana tutulmuştur. Savaş, kenti büyük hasara uğratınca Leningrad ve onun varoşları, takip eden on yıllık sürede eski kroki üzerinde yeniden inşa edilmiştir.Yani bugünkü kimliğini İtalyan mimar Domenico Trezzini tarafından 1716 yılında Vasilievsky Adası merkez alınarak tasarlanan hali ile kazanmıştır. 95 kanal ,12 ada ve 400 köprüye sahip şehirdeki  21 köprü günde iki kez açılıp kapanıyor. Şehir 1439 m2 olmakla birlikte esas şehir alanı 605m2. DSCN0696

Dostoyevski, Puşkin, Anna Akhmatova ve Rimsky-Korsakov‘un evleri de müze olarak kullanılmaktadır.DSCN0694
 
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski‘nin romanları Suç ve Ceza ve Ezilenler de bu şehirde geçer.
St. Petersburg, 40’dan fazla tiyatroya ev sahipliği yapar. Dünyaca ünlü Mariinsky Tiyatrosu, geleneksel kent kültürünün merkezidir. Alexandrinsky Tiyatrosu, St. Petersburg’daki en eski drama tiyatrosudur. Klasik Rus Draması’ndan en önemli örnekler burada gerçekleştirilir. Mussorgsky Opera Evi, kentin ikinci en büyük müzikal sahnesidir. Akimov Komedi Tiyatrosu, komedi oyunlarının sahneye konduğu en önemli yerdir. Bolshoy Kukla Tiyatrosu, çocuklara özgü oyunlarıyla ön plana çıkar. Müzikal Salon (Musical Hall), hafif müzik performanslarının kentteki en önemli merkezidir.DSCN0673
Bosse’s House (Bosse’nin Evi), Karnaval, Buz Sarayı, Lensoviet Kültür Sarayı, Belediye Kültür Merkezi, Oktyabrsky ve The Philharmonia kentteki büyük ve modern konser alanlarıdır.
Kent çok sayıda sanat galerisine ev sahipliği yapar. Ross Fotoğraf Galerisi, Art-Gorod, D–137, Mikhaylov Galerisi, Palitra Galerisi ve Anna kentin sanat merkezlerindendir.DSCN0621
Kışın, tiyatro ve film festivalleri kenti olan St. Petersburg, yazın eğlence mekânlarıyla bambaşka bir atmosfere sahip olur. Beyaz Geceler Dans Festivali, Russian Winter Festival, Goodbye Russian Winter Festival ve Osenie Ritmy (Sonbahar Ritimleri) Uluslararası Caz Festivali kentte düzenlenen en önemli festivallerdendir.Şehirdenki 50 den fazla müze genelde 10:00 gibi açılıp 14-16:00 gibi kapanmaktadır.Bu kadar kitabi bilgiden sonra artık gezmeye başlayalım((:  DSCN0674
     Geceden yıkayıp kuruttuğumuz giysilerimizi giyip;bayanlar alışveriş merkezine ,erkekler havaalanına şeklinde iş bölümü yaparak güne başladık.Elleri boş dönen erkeklerimizi ellerimiz dolu karşılayarak ne kadar sevindirdik bilemem ama 2007 yılında en pahalı şehir seçilen Petersburg da alışveriş yapma ayrıcalığını buruk bir şekilde tatmış olduk.(((: Sıkıntılarımızı bir sonraki güne erteleyip kendimizi Nevsky Prospect caddesine attık.
 
     Beloselsky-BelozerskySarayı1701_detail_page

     Kırmızı renkli neo-barok saray , korint stili duvar ayakları ile ünlü saray halen kültür merkezi ve balmumu müzesi olarak kullanılıyor.DSCN0613  Devamında Aniçkov Köprüsü nü geçiyoruz.

DSCN0615

Anichkov köprüsü üzerinde grubumuzun erkekleri(: Arka fonda Kukolki tiyatrosu

   Cadde üzerinden ilerlerken sağda Singer House  u görebilirsiniz.

 Kitaplar Evi (House of Books) olarak da bilinen Singer House , Petersburg’un önemli simgesel binalarından biri. 1904 yılında Singer firmasının gökdeleni olması için tasarlanmış ancak, Petersburg yasalarınca Kışlık Saray (Winter Palace)’dan daha yüksek bina yapmak yasak olduğundan mevcut boyunda bırakılmış. 1919 yılında bir yayınevine tahsis edilen bina, şehrin en büyük kitapçısı olmuş . 2004-2006 yılları arasında yenilenmiş. Kitapların çoğu Rusça ,fakat güzel matruşkalar var.Kitapçı çok gerekli olmasa da içinde ki kafeye mutlaka uğranmalı.DSCN0628

    Singer Binası  önünden Nevsky Caddesinden yürüyüp Saray Meydanı’na (Palace Square) (Dvortsovaya Meydanı) na gelebilirsiniz yada arka tarafına doğru ilerleyip dökülen kanlar kilisesisine geçebilirsiniz.Biz Saray Meydanına doğru yürüdük….PalaceSquare

    Kışlık Saray ve yarım daire şeklindeki bakanlık binalarıyla çevrili meydanın merkezinde 1812 yılındaki savaşa ait 42.5 metre yüksekliğiyle dünyanın en yüksek sütunu olan Alexander Sütunu var.Fillandiya dan 1832 de getirilmiş sütun üçbin işçinin uğraşısı ile dikilmiş.Sütun 60000 ton ağırlığın da olmasına rağmen hiç bir şekil de bir desteği yok.Kendi ağırlığı ve matematiğin muhteşem kullanımı ile dik duruyor.Yani bu mühendislik harikası sütun neden matematik okuyoruz diye soran gençlere gösterilebilecek en güzel örneklerden biri.Tepesinde haç tutan meleğin yüzü Napolyon ordularını yenilgiye uğratan 1. Alexandra ya benzemekte.Zaten bu galibiyetin 20. yılı şerefine dikilmiş. Ayrıca bakanlık binalarından birinin üzerinde Napolyon savaşlarındaki iki tekerlekli savaş arabalarının figüre edildiği zafer arkı var.En önemli yapısı Zimleyt Vorey 1754-1762 yıllarında yapılmış ve Rus İmparatorları yüzelli yıl burada yaşamışlar.Şuan müze olarak kullanılıyor.Saint_Petersburg_Palace_Square_Alexander_Column_IMG_6534_1280

    Hermitage meydanı da denilen Dvortsovaya Meydanı etkileyici genişlikte çok ta eğlenceli bir meydan Meydanda at arabaları ile gezinebilirsiniz, ginger ( Segway ) e binebilirsiniz, Peter ve Katerina kostümleri giymiş kişilerle fotoğraf çekilebilirsiniz. Oturup bir şeyler içerken tüm bunları seyredebilirsiniz. Enerjinizi depolayın ki muhteşem bir müze gezisi sizi bekliyor:

   State Hermitage (Ermitaj) Müzesi

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

    Dünyanın en eski ve büyük müzelerinden olan Ermitaj (Ruslar öyle diyor), 1764 yılında Çariçe II.Katerina  nın Berlin den yaklaşık 200 adet sanat eserlerini  satın alması ve bunları koymak için kışlık sarayın yanına başka bir saray yaptırması ile kurulmuş .Kendinden sonra gelen Romanovlarda kolleksiyonu zenginleştirmiş, ancak  halka açılması 1852 yılını bulmuş .Rus barok tarzında, İtalyan asıllı mimar E.B. Rastrelli tarafından yapılmıştır. Altı adet tarihi bina içeren müzede yaklaşık 3 milyon sanat eseri sergilenmekte. ( Dünyanın en büyük resim koleksiyonuna sahip müze, bu nedenle Guinness Rekorlar Kitabı’ndadır.)DSCN0632 1945 adet pencere 1750 adet oda var.Bu odaları gezmeniz için 25 km yol yürümeniz gerekmektedir.Her esere 1 dk ayırsanız yaklaşık 10 yıl bu sarayın misafiri olmanız gerekiyor diyorlar ((:  DSCN0642Tüm müzeler gibi pazartesileri kapalı ,diğer günlerde 10:00-18:00 arası gezilebiliyor.Yaklaşık giriş  17.95 US $ . 12 yaşından küçük çocuklarınız için bilet almanıza gerek yok. İçeride 15 Türk Lirasına , Türkçe basılmış “Hermitage” ve “St.Petersburg” kitapları alabilir, ödemeyi de Türk lirası olarak yapabilirsiniz.Girmeden kendinize Türkçe bir müze haritası alıp kendiniz gezebilirsiniz.Gişe kuyruğu çok uzun o yüzden önceden internetden bilet almayı unutmayın.500 rubleye kulaklık kiralayabilirsiniz.sergilenen bütün eserlerin yanında bir kod var , o kodu bu cihaza tuşluyorsunuz başlıyor anlatmaya.Tabi ki Türkçe yok. ):Hermitage-Museum-St-Petersburg-Inside-hermitage-stairs-Русия-–-Санкт-Петербург-и-Москва-1920x1080

Birinci katta ;     İsa’dan önce 5.-4.yüzyıllara ait Pazırık Höyüklerinden Parçalar,İlkel Kültür ve Sanatlar Salonları,Eski Mısır Kültürü ve Sanatı Salonu,Doğu Kültürü ve Sanatı Salonları,Antik Dünya Kültürü Salonu ve Salonları,Mücevherat Galerisi bulunuyor.DSCN0630
 İkinci katta ;      Kışlık Saraydaki Tören Salonları ve Oturulur Odalar,Rus Kültürü Sanatı ve Salonları,15.- 18.yüzyıllar Fransız Sanatı Salonları,15.-18. Yüzyıllar Alman Sanatı Salonları,16.-18. Yüzyıllar İngiliz Sanatı Salonları,Hollanda, İtalyan, İspanyol, Flaman Sanatı Salonları bulunuyor.DSCN0634
  3.katta ise;       19 ve 20 yüzyıllar Fransız Sanatı Salonları,Alman ve diğer Avrupa Ülkeleri Sanatı Salonları,in, Hindistan, Endonezya, İran, Suriye, Bizans Sanatı Salonları, 20.yy İtalyan Sanatı Salonları bulunmakta.DSCN0633
Rusya’da öğrencilerin ve  genç askerlerin müze gezmesi zorunluymuş. 1970’lerde Afgan Savaşı’nda kolları bacaklarını kaybetmiş Rus askerlerini  hastanede ziyaret edip  sanatın güzelliklerini anlatmışlar! Fazla söze gerek var mı?DSCN0671

Müzenin bodrum katındaki depolarda saklanan, çok kıymetli eserleri farelerin gazabından korumak için kedileri burada besliyorlarmış. Müze kurulduğundan beri hiç şikâyet etmeden hizmetlerini sürdüren Hermitage kedilerine saygıda kusur edilmiyor ve bugün 80’e yakın kedinin barındığı müzede çalışanlar, her yıl Hermitage Kedi Günü adı altında düzenlenen bir etkinlikle minnettarlıklarını gösteriyorlarmış. Bu haftada okullarda kedi temalı resim yarışmaları, kedi kitapları sunumu, makale yarışması ve çocuklara yönelik tiyatrolar düzenleniyormuş.Ne şirin insanlar değil mi….DSCN0651
DSCN0652
DSCN0659Benim gibi yarım yamalak da olsa yağlıboya resimle uğraşan biri için tahmin edersiniz ki burası tam bir cennet..Ama değil 10 yılı ,10 saatimi bile ayıramadım.DSCN0657Bu müzenin benim için farklı bir yeri daha oldu: Plastik ve Rekontriktif Cerrahi Profesörü olan eşimin muayenehanesine yakışır bir resmin benzerini ona yapıp hediye etmek istedim:Jules Joseph Lefevre  nin resmi tam istediğim gibiydi.Bire bir  kopyalamaya çalıştım.Çalıştım diyorum çünkü bir ay sabah sekiz akşam sekiz çalıştığım halde resmi bitiremedim.Sonra Lefevre nin resmi altı yılda tamamladığını öğrenince ;altı yılımı versem bende şaheser çıkarırdım fikrine kapıldım. (((:  Sizlerin fikirlerini de alalım tabi ki….

Mary-Magdalene-in-a-Grotto

Mary Magdalene in a Grotto – Jules Joseph Lefevre – Hermitage Museum

Resmi orjinal boyutundan azıcık büyük yapmışım ama…((:

Resmi orjinal boyutundan azıcık büyük yapmışım ama...Ayrıca dünyanın en eski halısı bir Türk halısı ve burada sergilenmektedir.Adı:Pazırık.180-200 cm boyutlarında ki halı ;Altay da ki göçebe Türkler tarafından yapılmış,2500 yıl buzulların altında kaldığı için orijinal halini koruyabilmiş.Scythiancarpet

 

 Literary Kafe(Edebiyat Kafe)litkafe-4

 Petersburg’un ana arteri Nevski Caddesi üzerinde Moyka Kanalı ile Zeleni Köprüsü’nün kesiştiği noktadayız . Puşkin’in ölümü ile sonuçlanan düelloya gitmeden önce kahvesini içtiği kafe.Hermitage Müzesine beş dakika uzaklıkta.Saint Petersburg, Russia, 25/07/2005. Wolf's Bakery, now called the Literary Cafe, where Alexander Pushkin ate his last meal before dying in a duel over his wife's honour. A mannequin of Pushkin's last meal is in the entrance hallway.

 Herşey George Charles d’Anthes adlı Rus ordusunda görevli bir Fransız subayın bayan Natalya Puşkin’e yazdığı imzasız aşk mektupları ile başlıyor Puşkin mektupların sahibini öğrenince düelloya davet ediyor ve düello yapılıyor . Puşkin d’Anthes’i omuzundan vuruyor , kendisi karnından vuruluyor Yaklaşık otuz duelloya katıldığı halde bunda ölümcül yarayı alıyor ve iki gün sonra evinde ölüyor . Ölümü Rusya’da halk arasında büyük öfke yaratıyor ve d’Anthes sürgüne gönderiliyor . İçeri girip bir kahve molası verebilirsiniz.

Dökülen Kanlar Kilisesi (Church of the Savior on Spilt Blood )DSCN0717

 Çar II. Alexander’ın 1881’de uğradığı suikastle ölümcül yara aldığı yere yapılmasından dolayı halk arasında “Kanlı Kilise” olarak anılmaya başlanmıştır.Şehrin simgelerinden biri.Çar arabasıyla geçerken yanında bomba patlıyor ve araba sarsılıyor bunun üzerine olayı kınamak isteyen Çar arabadan indiğinde ikinci bir bomba patlayıp Çarı öldürüyor.DSCN0716 Bu suikastın anısına kurulan kilisenin sınırlarına çarın arabayla geçtiği yerleri katabilmek için Griboedov kanalı daraltılarak kilise sınırlarına dahil edilmiştir. 5 kubbeli olan kilisenin, 81 metre yüksekliğindeki en yüksek kubbesi suikastin gerçekleştiği yılı temsil ederken, 67 metre uzunluğundaki ikinci kubbe çarın öldüğü zamanki yaşını ifade eder. Kilisenin içi İncil den sahnelerden oluşan,7500 m2 lik mozaik  alanla dünyadaki tek kilise imiş.İmiş diyorum çünkü ben içini gezemedim.DSCN0710

Kilisenin içerisine giriş 450 RUB.

Kilisenin hemen yanında bulunan Mikhailovsky Parkı da sevimli bir mola için uygun.

eray

    Gündüz ayrı gece ayrı bir güzellikte…. ve ben şu ana kadarki gördüğüm en etkileyici kilise ilan ediyorum kendilerini.((:

    St. Isaac Katedrali st-isaacs-cathedral-during-the-white-nights-in-st-petersburg

   Muhteşem Pedro, Aziz İsac ile 19 mayısta doğmuş ve alan onun adına ithaf edilmiştir.Yapımı kırk yıl sürmüştür.1800 lü yıllarda Spilled Blood Kilisesi yapılmadan önce en ihtişamlı klisesiymiş.DSCN06761930 da kapanıp yıllar sonra müze olarak açılmış.Şimdi sadece özel günlerde dini törenler için kullanılmakta.Altın kaplama kubbeleriyle muhteşem görünüyor.Tabi 100 kg altın nereye kullanılırsa muhteşem görüntüsü verir.114 ton ağırlığında, 48 sütuna sahip. 14000 kişi aynı anda ibadet edebiliyor.Mimarı Auguste de  Montferrand  adlı Fransız otuz yaşında yapıyor ve yapıtını kubbeli katedraller arasında dördüncü sıraya sokuyor.101 metre yükseklikte.Ortasında Çarl 1. Nicholay heykeli var.Dış cephesinde dev kırmızı tuğlalar kullanılmış.DSCN0677

Kulelerden şehir manzarası harika görünüyormuş. Şehri kafamızda canlandırmamız için faydalı olur diye düşündüm ama üçyüz basamak çıkmak zor geldi.Size zor gelmezse 350 RUB ödeyerek çıkabilirsiniz.

    Kazan Katedrali(Cathedral of our lady of Kazan)Kazan-cathedral

   1801-1811 yılları arasında, Roma’daki San Pietro Bazilikası’ndan esinlenilerek, mimar Voronihin’in projesi temel alınarak yapılmıştır.Kilisenin kubbesi 80 metre uzunluğunda ve bir dönem zamanın en yüksek kubbelerinden biriymiş. Nevsky caddesinde güzel bir gezinti yapmaya çıktığınızda cadde üzerinde yer alan bu kiliseyi gördüğünüzde etkileyici bulacağınızdan eminim.saint_petersburg_koporye-kazansky_sobor_cathedral_our_ladyDevrimden sonra kilise özelliği yok edilen katedral tüm Sovyet dönemi boyunca Ateizim Müzesi olarak işlev görmüş. Halen dini evlilik merasimlerine ev sahipliği yapmakta ve aynı zamanda şehrin önemli bir görsel müzesi olan katedral, Sovyet döneminde dahi bağımsızlık sembolü özelliğini yitirmemiş, öyle ki Alman işgaline karşı Büyük Anayurt Savaşı (2. Dünya Savaşı) sırasında Sovyet askerleri, Kutuzov’un kabri başında vatana ve Leningrad’a bağlı kalacaklarına dair ant içmişler.DSCN0627Napolyon’un Rusya’yı işgali sırasında direnen Rus ordularının başkomutanı Feldmareşal Mihail Kutuzov’un naaşıda 1813’de Katedral’e defnedilmiştir. (General Kutuzov bir dönem İstanbul’da Rus Elçiliği de yapmıştır.)1876 da ilk politik gösteriler burada yapılıyor.Kominizm döneminde kapatılıp müze yapılıyor hatta .

   Vasilyevski Adası , Denizcilik Müzesi ve Rostral SütunlarıDSCN0675

   Vasilyevski adası aslında  Petro tarafından şehrin kalbi olarak planlanmış.Ama sellerden dolayı sürdürememişler.İki adet bordo sütun eskiden deniz feneri olarak kullanılmış.Şuan dekor amaçlı kullanılıyor.Yunan ve roma mimarisinden esinlenerek yapılmış.

    Petherof Sarayı ve Bahçeleri (Peter in Avlusu)Peterhof-Palace-and-Grounds

 

    Bizim deli, rusların büyük, ingilizlerin ise çılgın dediği, ama bana kalırsa “büyük”sıfatının daha doğru olacağını düşündüğüm Rus çarı Petro’nun sarayını anlatmadan önce neden büyük sıfatını daha çok yakıştırdığımdan bahsedeyim:3937341365491960 24 yaşında tek başına çar olduktan sonra Petro 1697 de iki yıl süreli bir Avrupa turuna çıkıyor. Petro Mikhaylov takma adını kullanarak Fransa-Hollanda-İngiltere ve Almanya’da tersanelerde çalışıyor ve geri döndüğünde buralardan öğrendikleriyle, tersaneler inşa ediyor.Böylelikle muhteşem bir donanma ve modern rus ordusunu kuruyor. Hayatı boyunca gördüğü tüm güzel eserleri bu şehirde yaptırıyor.imagesÖzellikle bu sarayın bahçesindeki dev fıskiyelerin ne elektrik ne de pompa sistemi ile çalışmakta olduğunu,helazon seklinde açılan delikler nedeniyle suyun kendi mekanik kuvveti ve yerçekimi sayesine döndüğünü ve basınçla fışkırışını hayranlıkla izlerken deli kelimesini aklınızdan siliveriyorsunuz.Tabiki sıkıntılı bir süreç var çar oluncaya kadar geçen sürede ,bunlarda onun çılgın yanlarının oluşmasında etken sanırım.Hatta Streltsiler tarafından ailesinin ve arkadaşlarının katledilmesinden dolayı Moskova yı sevmediği bu yüzden başkent olarak St Petersburg u yapmaya çalıştığı ,yüzündeki tikinde o zamanlar oluştuğu söyleniyor .

Kıyafet devrimi yapmış; Şalvarı yasaklamış,çatal bıçak kullandırmış,sakal erkeklik sembolü olmasına rağmen yasaklanmış.Direnenlere ağır vergiler yükleyip Sibirya ya sürdürmüş.Din yasaklanmış.Yetmiş yıl boyunca kimse ibadethaneye gidemeyince bastırılmış duygular 1987 den sonra dışa vurulmuş ve klise patlaması yaşanmış.2.Dünya savaşı sırasında dokuzyüz gün kuşatma altında kalan kenti eski haline getirmeleri otuz yıllarını almış.Avrupa nın barok ve rokoko tarzının rus klasiği ile karışımından ortaya çıkan bir şehir.Verdiği davetlerde yemeklere demir leblebiler koyar , insanların kırılan dişlerini çekermiş . 2.27 lik uşağı ”burjuva” ölünce merak edip iskeletini çıkartmış . Dişler ve iskelet de Kunstkammer’de.Avrupa’da gezerken o zamanın ünlü anatomi uzmanlarından Frederik Ruysch’un seminerlerine katılmış ve Rusya’ya döndükten sonra Ruysch’un 2000 parçalık cenin kolleksiyonunu satınalmış . Petersburg’ta bunları sergilemiş , meraklısı olmayınca sergiye gelenlere bedava votka dağıtarak ”sanatsever” sayısını artırmış . Bugün Petersburg’ta Kunstkammer’de bu kolleksiyonu görebilirsiniz .Hala bedava votka var mı bilemiyorum.Peterhof Panorama from palace

    1709 yılında Rusların İsveç’e karşı kazandığı Poltova Savaşından sonra , Ruslar için büyük bir tehdit ortadan kalkmış ve Büyük Petro ,bu zaferi kutlamak için  Baltık Denizi kıyısına sarayı yaptırmaya karar vermiş .Saray , 1714-21 yılları arasında Jean Baptiste Le Blond isimli bir mimar tarafından yapılmış . Resmi açılış tarihi 1723 . Daha sonraki dönemlerde yenileme ve değişikliklerle bugünkü halini almış .607 hektarlık bir arazi üzerine kurulmuş olan saray havuzlar , çeşmeler , heykeller , çardaklar ve küçük yazlık evlerle süslenmiş . Rusya’nın çeşitli bölgelerinden ve Rusya dışından ağaçlar getirilerek dikilmiş .Büyük çeşme , 22 kilometre uzaklıktaki Ropşa tepelerinden gelen yeraltı suları ile çalışıyormuş . Çeşme denilen havuzun  içinde 37 yaldızlı bronz heykel , 64 çeşme , 142 fıskiye bulunuyor .Saraya ilk girdiğiniz bahçeyi ücretsiz gezebiliyorsunuz… Burada; Mejeumni Çeşmesi, Neptün Çeşmesi ve Meşe Çeşmesi’ni görebilirsiniz…

729ebf6772

Büyük Çeşme

   Büyük çeşme saraydan Baltık Denizine kadar uzanıyor.

6134_596

Samson Heykeli

Çeşmede bulunan aslanın ağzını yırtan Samson heykeli (aslan İsveç’i , Samson Petro’yu simgeliyormuş ) bu başarıyı sembolize ediyormuş .

Saray ile baltık denizi arasında bulunan iç bahçe, sarayın önünde yer alan fıskiyelerden denize dik uzanan kanal ile ikiye bölünüyor bir tarafı adem, diğer taraf havva tarafıdır. iki tarafta da bir çok fıskiye bulunur. fıskiyeler yazın saat 6’da kapandığı için bahçeyi gezmeye en geç 3’te başlamak gerekir ..Çocuklu olanlar veya engelli olup araç kullanmak zorunda olanlar için kolay yollar yok. Gitmeden önce mümkünse çocuk arabası, sırt çantası gibi eşyalarınızı aracınızda bırakın; çünkü bunlarla saraya giriş yasak.Excursions-in-St-Petersburg-Peterhof-Grand-Palace-and-Lower-Garden Özellikle aşağı bahçelere de inerken merdiven kullanılıyor.Bunun dışında, saray için eğer üstünüzde uzun ceket vs. gibi birşey varsa onları da girişte vestiyere bırakarak ayaklarınıza naylon galoşlar giyiyorsunuz.Sarayın içinde resim çekmek yasak .İstemeden de olsa,eğer orada gösterilen şeyleri çevreleyen ip kordonlara yanlışlıkla dokunursanız alarm ötmeye başlıyormuş. Durumun tüm sevimsizliğine rağmen  gerçekten görün diyorlar.İsterseniz sarayın bahçesinde araçlarla dolaşabiliyorsunuz. İngilizce anlatım da yapıyorlar.

Excursions-in-St-Petersburg-Peterhof-Monplaisir-palace-and-Lower-Garden Sarayın bahçesinde Monplaisir denilen baltık kıyısındaki küçük evi Petro çok severmiş . Burası çok yakın arkadaşları ile eğlenip sarhoş oldukları yermiş .1770 yılında bize karşı yaptıkları ve zafer kazandıkları ve 11000 askerimi kaybettiğimiz ;Çeşme savaşında ki donanmamızın cayır cayır yanışının resmedildiği ,Çeşme odasını göremediğimiz için çok da üzülmedik; diye teselli bulduk kendimize…Chios_aivaz

     Bu saraya ulaşım:

    Birinci yol Hermitage sahilinden Peterof’a kalkan Meteor ( Hidrofil ) isimli hızlı feribotlar. Bu feribotlar sizi Peterof Sarayı’nın rıhtımına götürüyor. ( Tek yön 600 RUB, gidiş dönüş 1100 RUB ). Rıhtımda indiğinizde saray için bilet gişeleri mevcut. ( Bahçe girişi 350 RUB, Saray Girişi 450 RUB ).İkinci yol Petersburg’tan Baltık istasyonundan trene biniliyor . Novi Petergof durağında inip 10 dakika süren bir otobüs yolculuğu ile saraya ulaşılıyormuş .Üçüncü yol ise Metro ile 1 numaralı kırmızı hattı kullanarak güneydeki Antovo istasyonuna gidip. Oradan direk metro çıkışında son durağı olan Peterhof minibüslerine binmek. Bu rota ortalama 1 saat sürüyormuş.Özellikle minibüs yolculuğu, halkın aslında nerelerde yaşadığı, binalar, yaşam alanları hakkında fikir sahibi olmanız için  faydalı bir yolculuk olabilir.( Metro 28 RUB + Minibüs 70 RUB ). 

Metro demişken biraz da St. Petersburg metrosundan söz etmezsek olmaz.IMG_3956 Öncelikle girişte  otomatlardan veya gişelerden 28 RUB karşılığı jeton alıyorsunuz. Türkiye’dekilere göre çok daha hızlı olmasına rağmen yaklaşık 2 dk süren dik mi dik bir yürüyen merdiven seyahati yapmanız gerekiyor.IMG_3974 Her merdivenin en altında küçücük bir kabinde  oturan operatör görevliler var. Metroya indiğimizde resmen ağzımız açık kaldı. IMG_3973Gördüğümüz her istasyon dev avizelerle süslü, varaklı, kemerli tavan yapıları ile bezenmiş durumda. Yani St. Petersburg’a gelip herhangi bir istasyonu görmezseniz bilin ki çok şey kaçırmışsınız demektir.im-c145-w954-049_DSC_9392__12801024_1

   Peter ve Paul Kalesi ( Peter and Paul Fortress )324_image

DSCN0688

Petrogradskaya bölgesinin karşıdan görünümü

  Neva Nehri’nin kenarında Tavşan Adasının üzerinde ( Adanın ismine yakışır bir tavşan heykeli de kütüğün üzerinde adaya girerken sizi karşılıyor ) yer alan, ve bu ada sadece kendine ait olduğu için de ihtişamına ihtişam katan kale ; 1703 yılında ahşaptan yapılmış ve bu tarih şehrin doğum günü olarak kabul edilmiş,
DSCN0689   Daha sonraki yıllar tuğlaya çevrilmiş.Kalenin kuruluş amacı İsveç ordularını engellemekmiş ama İsveçliler buraya kadar hiç gelememiş.Kışın Neva nehri donduğundan yürüyerek geçebilirsiniz adaya diyorlar ama ben o zaman diliminde orada olmak istemezdim doğrusu.3796380-Iconostasis-of-Peter-and-Paul-Cathedral-01900 lerdeki Rus devriminde ve sonrasında ünlü isimlerin tutsak edildiği eski bir cezaevi haline çevrilmiş.Maksim Gorki ve Dostoyevski de burada yatmış. Bunun dışında, Büyük Peter’in oğlu Aleksey, Lenin’in ağabeyi Alexander ve Troçki de hapisanenin sakinleri içinde yer almış. Ortasında Peter ve Paul Katedrali’ne ev sahipliği yapan kale şimdilerde ise günde binlerce turistin akın ettiği, bir yapı haline dönüşmüş.Peter and Paul Cathedral angelÇan kulesi helezonunun tepesinde bulunan melek heykeli ile şehirdeki en yüksek (122.5metre) yapı olmuş. Çan kulesi 2001’de yapılan 51 değişik ses veren çanları ile ünlü. İhtilalden sonraki tüm Rus hanedanlarının mezarı burada bulunmaktadır.Özellikle 2. Nikola ve ailesi burada yatmaktadır.peter_paul_cathedral_3Kalenin, nehrin geniş kısmına açılan kapısı Ölüm Kapısı olarak da biliniyor. İdam mahkumları buradan suya atılırmış. Şimdiyse şehre karşı güzel bir manzarayı izlemek için hoş bir yer haline gelmiş..private-tour-peter-and-paul-fortress-in-st-petersburg-in-st-petersburg-139255

Girişler her yerde olduğu gibi burada da 4 ayrı bilete tâbi. Kombine bilet alıp 370 RUB ödediğinizde içerideki dört bölüme de giriş almış oluyorsunuz . Özellikle Katedral ve cezaevi bölümlerini mutlaka görün diyorlar bizim vaktimiz olamadı bakalım belki  başka zamana .Bunun yanında kale içerisinde yer alan ortaçağ işkence müzesine de girmek isterseniz, girişi de 250 RUB 

  Mariinsky Tiyatrosumariinsky_opera_house_f191212_3

   1860 yılında açılan Mariinsky tiyatrosunda zamanında Kuğu Gölü, Fındıkkıran ve Uyuyan Güzel gibi çok önemli eserlerin galaları yapılmış. Tiyatronun orijinal binasına ek olarak bir de Mariinsky II olarak bilinen daha modern bir tiyatro var. Eski adı Kirov olan tiyatroda, haziran ayının sonu ve temmuz ayının başında Beyaz Geceler’e özel bale ve opera performansları gerçekleştiriliyor.

Saint Petersburg - San Pietroburgo - Gennaio 2010 - inverno - Mariinsky Theatre - teatro Mariinsky - interni

2000 koltuklu ;görkemli balkonlar,rengarenk tavanlar ile bu muhteşem salon, ziyaretçilerini seneler  öncesinin ihtişamlı günlerine götürüyor. Beyaz ve uçuk yeşil renklerinde dış cephesiyle Neoklasik bir yapı olan eski tiyatro binası Rus balesinin doğup geliştiği yer.. St.Petersburg’a gelmeden bir ay önce biletlerin temin edilmesini öneriyorlar.Bilet için https://www.europera-ticket.com/events/en/226/Mariinsky-Theatre-Tickets.html adresinden yararlanabilirsiniz.

  KunstkameraKunstkamera

Büyük Pedro’nun Rusya’da kurduğu ilk müze olan Gariplikler Evi bu binanın içinde bulunuyor. iki başlı fetuslar, deniz kızı bebekler gibi normal dışı olgular varmış koleksiyonunda.Görmek isteyenlere giriş 200 RUB8df1fa511cb6dc62bf337ff543e1e294

 Donanma Binası6869446

Büyük Pedro nun İsveçleri yenerek Baltık sahillerini geri alması anısına bu bina yapılmış.Rusya’nın Baltık Denizindeki ilk tersanesidir. Bu neo-klasik yapı, eskiden Büyük Petro’nun tersanesinin bulunduğu yerde durmaktadır. 1704 yılında yapılmıştır. Mimar, Andrey Zaharov’un projesine göre  inşa edilmiştir. Rus Donanması: 1711 ve 1917 yılları arasında: buradan idare edilmiştir ve Donanma Binası, bugün Denizcilik Okuluna ev sahipliği yapmaktadır.500 m genişliğinde , altın kaplama kubbesiyle dikkat çekicidir.Altın kubbesi, 2. Dünya Savaşında Alman bombardıman uçaklarından korunmak için siyaha boyanmış.Altın kaplamalı kubbenin önünde altın yaldızlı gemi şeklindeki rüzgar gülü şehrin sembolü olarak kabul edilir. Bina Rusya’nin deniz gücünün büyüklüğünü de sembolize etmekte. 

 

    Yeme-İçme

   Borsch çorbası,Smetana,shchi (lahana balık çorbası),Bilini(pancake),baharatlı feta, Buğday Kasha, , domuz eti, ren geyiği eti kızartması, ekşi soslu sıcak çorbalar, tuzlu mantar, kızartılmış ördek eti ve etli jöleli Pelmeni, kentin başlıca lezzetlerindendir.

   Borsch çorbası kışın bizim menümüze keyifli bir şekilde eklendi  .Y

ağlı boya resimden daha iyi yemek kopyalıyabiliyorum galiba ((:

   Kazan Katedrali civarındaki “Mamaliga” da çok iyi ancak rezervasyon şart.4d9f601014ec0255061284

    22-13  adlı restoran  rengarenk çinileri ve farklı tarzı ile gönlümüzü fethedecek. Restoranın yemekleri de ortamı gibi güzel.22-13-st-petersburg

Sr Isac Kateralinin çevresinde Teplo  tavsiye ediliyor.Şehir merkezine ve Kazansky Sobor’a yakın bu restoranın adı Rusça’da “sıcaklık” anlamına geliyor. Nispeten küçük restorana bu adın neden verildiği, samimi atmosferi ve güler yüzlü çalışanlarıyla karşılaşıldığında anlaşılıyor. Aralıklarla değişen menüde geleneksel Rus yemekleri önemli yer tutuyor.

Adres: 45 Bolshaya Morskaya Ulitsa, St. Petersburg

teplo-st-petersburg-2

Şehrin en meşhur zincir krepçisi olan Teremok ( Tepemok diye yazılıyor )  da bizim bildiğimiz krepin içine binbir çeşit malzeme seçeneği ekleyerek yemek haline dönüştürüyorlar. Ruslar da öncesinde 1 çorba ardından da krep yiyerek 3 öğünlerini geçiriyorlar. Krepler 140 RUB teremok-st-petersburg 

Dve Palochki isimli bir sushi restoranında akşam yemeğinizi yiyebilirsiniz. St. Petersburg’ta o kadar çok sushi restoranı var ki. Ortalama yemek fiyatları 300-700 RUB. Hermitage restoran şık ama pahalı.
caption

Emelya,Voctoçni,Bazar,Kartoşka gibi fastfoodcularda Rus mutfağının örnekleri var.Bira alkol sınıfına girmediği için buralarda mevcut.

Udachny Vysstrel Restaurant

Palkin

St Petersburg’daki en eski restoranlardan biri. Tarihi bir atmosferde yemek yemek isterseniz, biraz fazla para ödemeyi de göze alıyorsanız Palkin’e uğrayın. Geleneksel Rus yemekleri yiyebilirsiniz.

Adres: 47, Nevsky Prospekt, St. Petersburg

Khochu Kharcho

Meşhur Gürcü restoranı. Gebzhalia, Gaviçi, Garşo gibi otantik Gürcü yemekleri yemek için iyi bir yer. Fiyatlar ve servis güzel.

Adres: Sadovaya ul. 39/41, St. Petersburg

Gogol

Küçük odalardan oluşan mekan sıcak ve samimi. İyi İngilizce konuşan personel ve kaliteli servis. Yerel ezilmiş kırmızı berry içeceği denenebilir.

Adres: 8 Malaya Morskaya Ulitsa, St. Petersburg

Staraya Tamozhnya

Vasilevsky Adası’nda, Kunstkamera’ya yakın bir tarihi binada bulunan bu restoran, yüksek fiyatları ve resmi atmosferiyle şehrin iş adamlarının ve varlıklı ziyaretçilerinin tercihi. 

Adres: 1, Tamozhenny Pereulok, St. Petersburg

Russian Empire

Şehrin en eski malikanelerinden biri olan Stroganov Sarayı’nda bulunan Russian Empire, Rusya’nın en seçkin restoranı olma şöhretine sahip. Çarlık menülerindeki tariflere göre hazırlanan havyar, ıstakoz ve istiridyeler, Gianni Versace’nin tasarladığı porselen tabaklarda sunuluyor. Restoranın şarap mahzeni, Avrupa’nın en iyi koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapıyor.

Adres: 17, Nevsky Prospect, St. Petersburg

Taleon Club

St. Petersburg’un güzel mekanlarından biri. İçinde Taleon Restaurant, Victoria Restaruant, Cigar Lounge, Artrium Lounge ve Lobby Bar gibi birkaç ayrı mekan var. Bir casino da bulunuyor.
Adres: Eliseyev Hotel, Moika River Emb House 59

Le Borshch

Şehir merkezinde bulunan ve iki ayrı salona sahip bu restoran özellikle Moyka Nehri’ne hakim manzarasıyla ve Rus-Fransız mutfaklarının füzyonu olarak tanımlanabilen menüsüyle dikkat çekiyor.

Adres: nab reki Fontanki 11, St. Petersburg

Miasorubka

Bir Moğol ızgara restoranı olan Miasorubka’nın menüsünde tabii ki et yemekleri çoğunlukta. Malzeme seçimi konusunda çok sayıda tercihe sahip olan müşteriler aynı zamanda yemeklerinin hazırlanışını da izleyebiliyor.

Adres: 11 Ulitsa Malaya Morskaya, St Petersburg

Tinkoff

Rusya’da, tüm büyük şehirlerde şubesi bulunuyor. Bu restoran ve bar zincirinin ünü biralarından geliyor. Aromalı biralarının hemen hepsi denenebilir. İki şubesi var.

Adres: 1-7, Kazanskaya Street, ve 1-23, Varshavskaya Street

Magrib

Restoran, kafe ve gece kulübünü aynı adreste bir araya getiren Magrib, işlemeli yastıkları ve nargileleriyle bir Kuzey Afrika esintisi taşıyor. Popüler dans pisti ve birçok farklı mutfaktan örnekler bulunduran menüsüyle dikkat çeken Magrib’in canlı atmosferi, şehrin yerlilerini olduğu kadar ziyaretçilerini de kendine çekiyor.

Adres: 84 Nevsky Prospekt, St. Petersburg

1913 restaurant

Teressa Restaurant :Kazan katedralinin arkasındaki binanın teras katında olduğundan manzara güzel ve dünya mutfağından örnekler sunuyorlar.

Coffee Shop önerilen yerler.

Canlı müzik için ;Gribeyedov,dans etmek için;Opium,DJ performansı için;Red club vede Striptiz kulübü istersenizde Golden Dolls öneriliyor.

Votka için gram üzerinden sipariş alınıyor.Dilomat,Russian Standart,Fivestar en gözdelerinden.Pertsouka :biberli votka,Limonnaya:limon aromalı votka,Klukvennaya :kızılcık aromalı votka dilerseniz denenebilir.Ruslar baltık birası ve Ermeni votkasını çok tüketiyorlar.Kvas, bira gibi tadı olan Morc ise cranberry aromalı Rusların neredeyse tamamının tercih ettiği  bir içecek .

Shopping World ve Bolshoy Gostry Dvar en önemli alış veriş merkezleri.

Kuznechy pazarı şehrin merkezinde,Dökülen Kan kilisesinin  arkasında kurulan pazarda en uygun alışveriş yapılacak yerler.

St. Petersburg bir çok kanaldan oluşan Venedik gibi bir şehir. Bu kanalların tamamında bot turu yapan firmalar görebilirsiniz. Herhangi birini tercih edebilirsiniz.DSCN0692 Bu firmalarda 2 tip tur yer alıyor. Tüm gün devam eden 1 er saatlik kanal turları ve gece 00:00 da hareket eden meşhur Neva nehrindeki köprülerin açılma turları. ( 600 RUB ). Bot turu gerçekten harika bir sehir izlenimi sunan, sizi rahatlatan çok keyifli bir aktivite. Bizim turumuz yaklaşık 2 saat sürdü ve bayıldık. Muhakkak yapmanızı tavsiye edeceğim bir aktivite diyebilirim.Hermitage ın oradan kalkan teknelerle kişi başı 300 Rubleye de tur yapabilirsiniz. Üşüdüğünüzde battaniye veriyorlar.

  Aurora Zırhlısı4309599953_f5ba5ccf03_z

  Adını Roma Şafak Tanrıça sının adından almıştır.Aurora, 1918 Bolşevik devriminin başlaması ve 4 savaşa katılan tarihi bir gemi olmasından dolayı önem arz etmektedir.   Ekim devriminin ilk habercisi olan top atışı bu gemiden yapılıyor. Ve bu top ateşiyle kışlık saraya karşı hareket başlıyorGemi mürettebatı kırmızı bayrağı ilk çekenler olarak anılıyorTop hala gemide.. 1957 yılından itibaren müze olarak hizmet vermektedir.Ruslar; tek top attı ama Rusya hala yıkılmaya devam ediyor diyorlar….Topu görmek lazım((:

İmparatorluk Porselen Sarayı ve Müzesi

Müze, fabrika kurulduktan bir yüzyıl sonra 1844 yılında hizmete açılmıştır. Müzede Rus ve   Avrupalı ustalar tarafindan yapılmis 35.000 eser bulunmaktadir.

Yeri: Obukhovskoy Oborony 151  Metro “Lomonosovskaya”

Çalışma saatleri:  Salı’dan  Pazar’a 10:30 –  18:00 arası

    Mermer Sarayı(Marble Palace)

Mimar A.Rinaldi tarafindan 18.yüzyılın baslarinda insaa edilen saray Erken klasizmin bir orneğidir ve memer ve granit dis cephesi ve ic mimarisiyle donemi icinde yüksek artistik değere sahiptir.

Yeri: Millionnaya ul. 5/1  Metro “Gostiny Dvor”

Çalışma saatleri:  Pazartesi ve Çarşamba’dan  Pazar’a 10:00 –  18:00 arası (Salı günleri kapalıdır)

    Rımsky-Korsakov Müzesi

1844-1908 tarihleri arasında yaşamış ünlü kompozitor Rimsky-Korsakov anısına düzenlenmiş 4 oda bulunmaktadir. Kompozitorun eşyalarını bulunduran müzede iki adet konser salonu bulunmaktadır.

Yeri: Zagorodny pr. 28,  Metro “Vladimirsakaya”

Çalışma saatleri:  Çarşamba’dan Pazar’a 11:00 – 18:00 arası.

                              Pazartesi, Salı ve her ayın son Cuma günü kapalıdır.

    Oyuncak Müzesi

Müzede 16.yüzyıldan bugüne Avrupa, Afrika, Asya ve Amerikadan getirilmiş 1500 oyuncak bulunmaktadır.

Yeri: Reki Karpovki nab. 32,  Metro “Petrogradskaya”

Çalışma saatleri:  Salı’dan Pazar’a 11:00 – 18:00 arası.

                              Pazartesi, ve her ayın son Salı günü kapalıdır.

    Merkezi Denizcilik Müzesi

1709 yılında Büyük Petro tarafindan kurdurulmustur. Dünyanin en büyük denizcilik müzelerinden biridir. İçerisinde Rus denizciliğinin kurucusu Büyük Petro’nun botuda dahil olmak üzere 700.000 üzerinde eser bulunmaktadır.

Yeri: Birzhevaya pl. 4,  Metro “Nevsky Prospect”

Çalışma saatleri:  Çarşamba’dan Pazar’a 11:00 – 18:00 arası.

 Rus Politik Tarihi Müzesi

1919 kurulmustur. 27 odalı müzede Rusya’nın 300 yıllık tarihi sergilenmektedir. Bu müzenin devamı olan Rus Politik Polisi Tarihi müzesi Admiralteyskiy Pr. 6 adresindedir.

Yeri: Kuybysheva ul. 2-4, Metro “Gorkovskaya”

Çalışma saatleri:  Persembe hariç hergün 10:00 – 18:00 arası.

 Leningrad Savunması Anma Müzesi

Müzede 2. Dünya savaşı sırasında 900 gün Alman kuşatması yaşanan ve dış dünyayla ilişkisi kesilen şehirdeki tarih sergilenmektedir.

Yeri: Soljanoy per. 9, Metro “Chernyshevskaya”

Çalışma saatleri:  Persembe haris hergün 10:00 – 17:00 arası.

                                      Her ayın son Persembe günü kapalıdır.

 Leningrad Savunması Kahramanları Anıtı

Anit 2. Dünya Savaşında şehrin güney kuşatmasının yapıldığı noktada bulunmaktadır. Anıtın altında 2 adet oda ve odalarda ölenlerin isimlerinin yazılı olduğu 900 bronz anıt bulunmaktadır.

Yeri: Ploshchad Pobedy, Metro “Moskovskaya”

Çalışma saatleri:  Çarşamba hariç hergün 11:00 – 18:00 arası.

 Dostoyevski Müzesi

Dostoesvsky’nin yaşadiği yer müzeye çevrilmiştir. Müzede Dostoesvsky’ye ait eşyalar ve mobilyalar sergilenmektedir.

Yeri: Kuznechny per. 5/2,  Metro “Vladimirskaya”

Çalışma saatleri:  Haftanın her günü Pazartesi hariç 11:00-18:00

 Rus Edebiyatı Enstütüsü Müzesi

Rus edebiyat eserleri açısından  zengin müze aynı zamanda Rusya’nin en eski müzelerinden biridir.

Yeri: Makarova nab. 4,  Metro “Vasileostrovskaya”

Çalışma saatleri:  Haftanin hergünü Cumartesi ve Pazar hariç 11:00-16:00

 Demiryolları Müzesi

1813 yılında buhar lokomotifleri, arabalar, köprüler, vagonlar ve orjinal teknik parçaları sergilemek icin kurulmustur. Demiryolları ve gelişimini gözler önüne seren bir muzedir.

Yeri: Sadovaya ul 50,  Metro “Sennaya Ploshchad ”

Çalışma saatleri:  Cuma ve Cumartesi hariç hergün 11:00-17:00pu

 Gatchına

Gatchina park ve saray kompleksi erken Rus klasizminin en iyi örneklerindendir. Alçıyla süslenmiştir ve görüntüsü İngiliz kalelerini anımsatmaktadır. Gatchina parkı Rusya da peyzaj uygulanmış ilk parktır.

Yeri: Krasnoarmensky pr Gatchina

Çalışma saatleri:  Pazartesi hariç hergün 10:00-18:00

                               Her ayın ilk Salı günü kapalıdır

 Pavlovsk

Sonradan Car Paul I olan Buyuk Prens Pavel icin 18.yüzyıl sonunda yazlık rezidans olarak yaptırılmıştır. Sarayın parkı sadece Rusya’da degil Avrupa’da da en büyük parklardan biridir.

Yeri: Sadovaya ul 20, Pavlosk

Çalışma saatleri:  Cuma hariç hergün 10:00-18:00

 DSCN0609    Eşimin sıfır telefonunun anında ortadan kaybolması,dört gün boyunca bavullarımız olmadan vaktimizin çoğunu alışveriş merkezlerinde harcamamız,görülecek onca şey varken sadece dışarıdan bir göz atmak....bir şehre ait  bu kadar sıkıntılı anılarınız oluşmuş olmasına rağmen geriye dönüp baktığınız da yüreğinizde hala muhteşemdi duygusu uyandırması tuhaf bir ironi olsa gerek..Ama gerçekten muhteşemdi((:  

     Ve ekip Moskova ya giden hızlı trene biner…..

EZE KÖYÜ-DAHA GÜZELİ VAR MIDIR?

Published by:

Nice den arabamıza atlayıp,Eze köyüne doğru yola çıktık.Ortaçağdan kalma bu çok özel olduğunu düşündüğümüz köyü görmek için hepimiz yani ,çocuklar dışındakiler😊çok heyecanlıydık.Deniz kenarından süzülerek giderken önümüze çıkan muhteşem manzaralara hayran kaldık.Doğanın sürekli katledildiği bir ülkeden gelen bizler;doğanın bu kadar güzel korunduğu koyları ve yerleşim yerlerini görünce sanırım biraz hüzünlendik.IMG_8272IMG_8335

IMG_8393İşte tam bu güzelliklerle büyülenmişken Eze ye vardık.Hemen önümüzde ki otoparka arabamızı bırakmak istedik; fakat en gözde sezonda olmamızdan dolayı yer bulamadık.Bizde biraz uzak da olsa yolun kenarlarında konulabilecek ilk yere arabamızı bırakarak ,turizm enformasyon bürosuna uğrayıp ,haritamızı aldıktan sonra köyü tırmanarak dolaşmaya başladık.IMG_8420

 14. Louis tarafından İspanya savaşı sırasında,1706 yılında tüm duvarları yıkılmış en son 1860 Nisan ayında Fransa’ya ait olduğu ilan edilmiş ve o tarihten bu yana da dünyanın her yanından turist akınına uğrayan bir yer. Kasaba önceleri, haçlı seferleri döneminde kendilerini batı olarak lanse eden bölge insanlarının, müslümanlara verdikleri genel ad olan Afrika’dan gelen Sarazenler’den korunmak amacıyla inşaa edilmiş. IMG_83751388’de Savoy Düklerinin yönetimine girmiş. 1543’te ise Kral I. François döneminde, Kanuni ‘nin gönderdiği Osmanlı kuşatmasına maruz  kalmış.Fransa Kralı I. François, Şarlken’e karşı Osmanlılar’dan yardım isteyince, Kanuni Sultan Süleyman  Barbaros’u  Fransa’nın Akdeniz kıyılarına göndermiş. Barbaros ise  Toulon’da Fransız donanmasıyla birleşerek 1543’te Nice’i ve Eze’i almış. Eze her ne kadar kartal yuvası gibi zirvede olsa da tarihi boyunca savaşlara, istilalara, yıkımlara uğramaktan  kurtulamamış. Hal böyle olunca da bir sürü kültürün varlığı ile inanılmaz bir mozaik çıkmış ortaya.

   Deniz seviyesinden 429 metre yukarıda kurulmuş Eze…..Anlayacağınız üzere sıkı bir tırmanış bizi bekliyordu…

   Kale girişi ile Eze’ye de girmiş olduk. Nereden gidelim diye sıkıntıya girmeyin,dar ve taş yollar sizi  zirveye kadar götürüyor.eze-8  Kendinizi bu sokakların gönlünüze hitap eden çekiciliğine bırakarak gezmek en güzeli.Tarihi Bronz Çağa dayanan duvar kalıntıları,rengarenk çiçekler, her köşesinde bir hikaye, bir güzellik…dsc04190   Karoların üzerinde yürürken sanki tarih ayaklarınızın altından akıyor. Sokaklar sağlı sollu hediyelik eşya satan dükkanlar, butik oteller, sanat galerileri ile  dolu o yüzden hemencecik tepeye varamıyorsunuz.
Oteller ise dışardan taşduvar görünse de içlerinin çok şık olduğunu tahmin edebiliyorsunuz.Beklenildiği üzere gerek konaklama gerekse kahvaltı ücretleri bütçeleri zorlayacak kadar da yüksek.
Bu otellerden en ünlüsü “Chateau Eze”; biz yapamadık ama belki siz muhteşem terasında bir kahve molası verebilirsiniz.
images   Eze’nin dar sokaklarını filozof Nietzsche’nin 1883’de tırmandığı ve ünlü eserlerindenolan ” Böyle buyurdu Zerdüş” ü Eze’de yazdığı söylenmekte.Kalenin giriş kısmında “Nietzsche Yolu”yazan bir tabela göreceksiniz. Orası Nietzsche‘nin yürüyüş rotasıymış.indirHer gün bu patika yoldan aşağı, denize kadar inermiş  Nietzsche ile aynı sokaklarda yürüdüğünü bilmek insanı biraz daha heyecanlandırıyor.

  Alfred Hitchcock, Grace Kelly ve Cary Grant’ın oynadığı, Kelepçeli Aşık romantik gerilim filmini 1955’de burada çekmiş.

    Köyün içerisinde Eze’nin ilk aristokrat ailesi olan Riquier ailesinin de evi var, ailenin geçmişinin 14. hatta 13. yüzyıla kadar dayandığı biliniyor. Evin 1930 yılından bu yana sahibi olanlar son olarak eve İtalyan stili bir çeşme yaptırmış, 1952 yılında evlerin içerisine su tankları gelene kadar köyün neredeyse büyük çoğunluğu su ihtiyacını bu çeşmeden sağlamış.Bu çeşme Le palnet denilen bölgede.img_6165

 Köy  adını  Tanrıça İsis’ten  alıyormuş. M.Ö. 2000  civarında Romalılar tarafından  köye yerleşilmeye başlanmış.Nüfus, kışın 100 kişiyi bulmazken  yazın 3000 kişiye kadar çıkıyor.    IMG_8421         Zirvedeki saat kuleli Sainte-Croix Chapel’i de 14.yy da yapılmış.Bu kilisede 15-16 Nisan 1860’ta Éze’in Fransa’ya katılması oylanmış.

Klisenin bahçesinden manzara

Klisenin bahçesinden

     IMG_8435Chateau  de la Chevre  d’ Or..Yani  Altın  Keçi Şatosu..Bu isim ,  köyün  hazinelerini  çalmak isteyen haydutlara karşı  köyün  arka sokaklarında  yollarını  kaybettiren keçilerden geliyor. chateau-chevre-or-eze    Bir de İsveç  kralı Prens William 1923-1953  yılları  arasında  bu  köydeki  Eze Şatosunda kalmış.

    Chapelle  des  Penitents  Blanc  köyün  aynı  zamnda en eski  binası.  Eskiden köy  halkı  toplantılarını  burada yaparmış.

  Gezerek köyün en tepesine çıktığınızda sizi Eze nin botanik bahçesi karşılıyor.İçeride fazladan bir şeyler görebileceklerini düşünmeyen grubun erkekleri, bir şeyler içmek için bir yere oturdular.Bayanlar olarak tabi ki bahçenin içini merak ettik.Merak pek iyi değildir derler ama bizi çok memnun etti.😃Kaktüsden ziyade manzara nefis ,görmeye değer.1949 yılında köyün en tepesinde  kurulmuş olan bu egzotik botanik IMG_8422parkı ve heykelleri 6 euro  vererek  gezebilirsinizIMG_8423. Özellikle  kaktüs  sevenler deniz  kızı heykellerini de  görerek bu bahçeden çok haz alacaklardır.

Bu heykelleri, bütün hayatı boyunca feminizmdeki büyüyü araştıran, Jean-Phillippe Richard adlı bir heykeltraş yapmış. Heykeltraşın yarattığı tüm kadın heykellerinin hepsinin altında bir edebi sır saklı..IMG_8389

IMG_8369            Yukarı çıkarken önünüze ilk çıkan heykel; Margot isimli  deniz kızının  atında  şöyle yazar  :  “Beni  takip et  genç  adam  ve  sırlarımı  öğren..         Hemen  hemen…”IMG_8379    Barbara:”Rüzgar benim bedenime dokununca değişir”IMG_8385     Chloe:”Nerede doğduğumu bilmiyorum ama şu an yaşadığım yer burası”

IMG_8388       Marina:”Birinden diğerine benzer farklı olur .En eşsiz,şey”IMG_8391

         Tanrıça İsis”Beni tanıdın mı,ben aynıyım şimdi de farklı”

     En tepe de bulunan üç heykel :Anais”Tanrıça olarak cesaret edemem,deniz kızı olarak yapamam,kadın olarak benim.”

      Rose”Sessiz sözler eğer mutluluğu bilmeseydim sana ve sana yeterli olmaya bakardım.”

      Melisande”Kim beni hayal etti,kim beni yarattı,kime evet dedim.”IMG_8378

IMG_8376Kalenin arka kısmında ünlü Fransız aktörü Francis Blanche’ın de yattığı mezarlığı ve dağlar arasından süzülerek akan otoyolu izleyebilirsiniz.IMG_8372  Eze’in tepesinden St-Tropez’i hatta Korsika Adası’nı bile görebilirsiniz. IMG_8359

     Ulaşım;

      Nice den Eze ye trenle gidildiğinde  köyün alt kısmı  yani deniz kıyısı bölümün de  inmiş  oluyorsunuz.  Yukarıya  çıkmak  oldukça  zahmetli diyorlar. Garibaldi  meydanı  yakınlarında ki  bir  duraktan  82 numaralı otobüse binerseniz;  1.5 euro  ödeyerek manzarayı seyrede seyrede gidip, tam  köy  meydanında inebiliyormuşsunuz.IMG_8384

  Köyün kendine ait küçük bir sahili var; Mala Beach.Deniz maalesef çakıl ve sahilin eni çok dar. Yiyecek içecek alabileceğiniz bir yer ve de kabin yok. Sadece bir özel plaj var.IMG_8373

   Elle parfüm imalatının yapıldığı tarihi ve yerel parfüm fabrikası Fragonard‘ ın Eze şubesini gezebilir, parfüm, sabun, krem, aromatik yağ  alabilirsiniz.hatta Fragonard’ın parfümlerin içeriğini öğrenebileceğiniz, hangilerinin size yakışabileceği konusunda danışmanlık alabileceğiniz ve yapım aşamalarını görebileceğiniz bir müzesi bile var.Köydeki diğer parfüm fabrikası ise Galimard. Her iki fabrikanın da kuruluşu 250 yılın üzerinde. İmalatta kullanılan  güllerin bir bölümünün Isparta’dan gönderildiğini duymak insanın gururunu okşuyor. Parfüm müzesini saat 08.30-18.30 arasında ücretsiz gezebilirsiniz.

IMG_8370

Gördüğüm en şirin köydü;tepede,bir tarafında muhteşem dağ manzarası ,bir tarafında da Akdeniz in göz alabildiğince maviliği…tabi tüm bunların yanında özenle korunmuş olması sanırım en kısmını ,benim adıma açıklamakta…Güzeli gören gözler nedense aynı hazzı başkalarının da almasını istiyor.İşte bu yüzden görmelisiniz diyorum.😉

MONACO-MONTE CARLO-Lüks içinde uzun yaşayanların ülkesi

Published by:

monaco_2   Cote d’Azur gezimizin, grubun gençleri tarafından en çok görülmeyi beklenilen şehri Monte Carlo idi.Tabi ki nedeni lüks ve beraberindeki muhteşem araba ve yatları görmekti.Burada geçireceğimiz süre çok kısıtlı olduğundan arabamızı şehrin merkezine yakın bir otoparka park edip yürüyebildiğimiz mesafeleri görüp dönmeyi planladık.Otopark bulma konusunda hangi otoparkta kaç kişilik yer kaldığını gösteren ışıklı panolar çok işe yaradı doğrusu…IMG_9770

 

     Monaco Vatikan’dan sonra Dünya’daki ikinci küçük bağımsız devlet. Kara sınırları Fransa ile çevrili olan bu ülke de Fransızların sayısı Monakolulardan daha fazla.Monaco nun kumarhaneleriyle bilinen zengin bir semt-şehri ise Monte Carlo dur . Monako dünyada en yüksek yaşam süresine sahip ülkesidir. 35.500 nüfuslu Monaco’nun 25.000’i Monte Carlo da yaşamaktadır.IMG_8340IMG_8345Resmi dili Fransızca; fakat İtalyanca da konuşulmaktadır. İngilizce ise Monako’daki Amerikalılar, İngilizler, Kanadalılar ve İrlandalılar tarafından konuşulur. Ulusal dil Monako dilidir; fakat bu dil küçük bir topluluk tarafından konuşulmaktadır. Monarşiyle yönetilen iki kilometrekare büyüklüğünde bağımsız bir prenslik.Bu iki kilometre kareyi de denizi doldurarak elde etmişler😊

    Antik çağlardan beri doğal bir liman olan ve dik kayalıklarla korunan Monako, lüks turizminde dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer alıyor.

IMG_9771

     Monaco vatandaşlarından veya ülkede yaşayanlardan gelir vergisi almıyor. Bu ülkede sadece bir daire tutarak oturma belgesi alabiliyorsunuz. Böyle olunca Avrupa’nın zenginleri ülkede yerleşmek için birbiriyle yarışıyor.Tabi ki milyon dolarları gözden çıkarmak gerekiyor.Belki bir gün böyle bir amaçla gelebiliriz ama şimdilik gezmekle yetinelim diyoruz😊

     Gezilecek yerler yürüyüş mesafesinde olup 2 saat ayırmanız yeterli oluyor.

     Monaco – Ville, La Condamine, Monte Carlo ve Fontvieille olmak üzere toplam 4 ana bölgeden oluşmaktadır.

      Tabi ki ilk olarak ünlü casinosunu anlatalım.IMG_8349     1863 yılında ünlü Mimar Charles Garnier tarafından yapılan Monte Carlo Casino’su, bugün de Monaco’yu ziyaret eden turistlerin mutlaka görmek istediği yerlerden biri. İçeriye, kumarhanelerin bulunduğu bölüme girmek isterseniz şık bir kıyafet giymeniz gerekiyor.Bizler sadece giriş bölümüne bakıp çıktık. Kumarhanenin içinde bir opera binası (Grand Théâtre de Monte Carlo),IMG_8348IMG_8352IMG_9774 yakınlarında da Uluslararası Spor Kulübü (1932) vardır.

     

 

 

 Monte Carlo Casino’sunun önünde, Monaco’nun ve Fransız Rivierası’nın en ünlü kafesi Cafe de Paris bulunuyor.İster casinonun önünde dikilerek isterseniz de bu cafe de kahvenizi yudumlayarak son derece lüks arabaların resmi geçit törenini izleyebilirsiniz.

IMG_8350

     Görülmesi gereken yerlerden biri olan Grimaldi Forum 2000 yılında tamamlanmış. Burası fuar, kongre ve toplantı salonu olarak kullanılıyor. Oldukça modern bir mimarisi bulunan yapının içinde ayrıca şık restaurantlar da bulunmaktadır.Monte Carlo Balesi ve Filarmoni Orkestrası’na ev sahipliği yapan Grimaldi Forum’da sürekli olarak düzenlenen sergileri gezebilirsiniz.2728755-3861847

    Grimaldi Forum a çok yakın Mimar Yasuo Beppu tarafından tasarlanan Japon Bahçelerini ni de gezerek sahil kenarından ilerleyebilirsinizJapanese-Gardens Japanese Gardens (1 of 1)IMG_9767

     Ulaşım

    Nice’ten Monaco’ya Hat: 100 ile ulaşabilirsiniz. Monte Carlo durağında inebilirsiniz.

    Otobüs Ücreti: 1.5 Euro

     Nice’ten SNCF Tren hattı ile de Monaco’ya ulaşmak mümkün.Gezilecek Yerler yürüyüş mesafesinde olup 2 saat ayırmanız yeterlidir.

    Eski Şehir bölümü

    monaco2   Bu bölgede Monaco Kraliyet Ailesinin yaşadığı saray bulunuyor. Monaco Kraliyet Ailesi yani Grimaldi Ailesi, Fransız Rivierası’nın en köklü ailelerinden biri. Grimaldi adı bu bölgede bir çok yerde karşınıza çıkıyor.Monaco Kraliyet Ailesi’nin yaşadığı saray bölümü, içine girmeseniz bile mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Her gün 11:55’te saray muhafızlarının nöbet değişim törenleri yapılıyor.   Yemek yenilebileceği ve bir şeyler içebileceği bir çok kafe ve restaurant bu bölgede bulunuyor. Hediyelik eşya alabileceğiniz mağazaları ve kalabileceğiniz oteli de bu bölgede bulabilirsiniz.

 

Sarayın karşıdan görünümü

Sarayın karşıdan görünümü

IMG_8347
Eski tarihi sokaklarda dolaşıp saraya doğru yürüdüğünüzde, Monte Carlo Port Hercule Limanı’nın ve Monte Carlo Casinosu’nun da bulunduğu bölgeyi seyredip fotoğraf çekebileceğiniz muhteşem bir manzara sizi bekliyor olacak.
Monaco Eski Şehir bölümü bir yarımada şeklinde olduğundan, diğer taraftan Port de Fontvielle bölgesini seyredip fotoğraflarını çekebilirsiniz.

 

 

 

 

   Formula 1 Monaco Grand Prix’e, her yıl on binden fazla sporsever katılıyor. 1911’de düzenlenen Monte Carlo rallisinden bu yana, Monaco’nun sakin, sessiz sokakları 1929‘dan beri her Mayıs ayında dünyanın en hareketli ve özel yarış pistine dönüşüyor ve bu yarışları milyonlarca kişi izliyor. monaco-grand-prix-overview   Monaco denince akla gelen bir başla spor dalı ise futbol. Monaco, dünyanın en başarılı futbol takımlarından birine sahip.

     Place du Palais: (Princely Palace-Prenslik Sarayı)

  Monaco Prenslik Sarayı 18. yy’da yapılmış ve yaklaşık 35-40 dk sürelerle rehberli olarak gezilebiliyor.Palais-du-Prince

    Okyanus Müzesi

İçinde 4000’in üzerinde deniz canlısını barındıran Okyanus Müzesi, çok uzun bir süre ünlü Kaptan Cousteau tarafından yönetilmiş.
Giriş Ücreti : 15 Euro1348758078

     Monaco KatedraliKathedrale_Notre-Dame-Immaculee

13. yy’da burada bulunan Kilise’nin üzerine kurulan Katedral 1875 yılında inşa edilmiş. Prenses Grace’in mezarı burada bulunuyor.

    Monaco Okyanus Müzesi hariç, Monaco Gezilecek Yerler listesindeki Eski Şehir Bölümüne 2 saat ayırabilirsiniz.IMG_9764

    Monaco Port Hercule Liman Bölgesinde yürüyüş yaparak milyon dolarlık lüks yatları görebilirsiniz.

   Limandan kalkan teknelerle Monaco’yu denizden keşfetme şansını da yakalayabilirsiniz.

   Konaklama

   Konaklama yapabileceğiniz yerler genellikle Cote d’Azur ve Provence olarak da adlandırılan Fransız Rivierası’nın en pahalı ve lüks otelleri. Bu nedenle, bölgeyi ziyaret eden turistler genellikle Nice’te konaklayıp günü birlik burayı ziyaret etmeyi tercih ediyorlar.  Monaco’ya en yakın havaalanı da Nice’te bulunuyor.

   Apartman daireleri kiralanabiliyor günlüğü 70 eura, haftalık olunca daha da ucuza geliyor.

   Monaco Fontvieille Gezilecek Yerler Bölgesi bulunuyor. Burası tamamen denizden kazanılarak yapılmış bir bölgedir. Burada alışveriş merkezi ve restaurantlar bulunuyor. Mc Donalds gibi uygun fiyatlı bir restaurant ve Carrefour gibi marketleri burada bulabilirsiniz.IMG_9768

   Buradaki küçük marinanın çevresinde restaurantlar ve kafeler sıralanıyor. Yürüyüş yapan, restaurantlarda yemek yiyen ve kafelerde zaman geçirenleri buralarda görebiliyorsunuz. Monaco’nun diğer büyük Port Hercule Marina’sının çevresine göre bu bölge biraz daha sakin.Formula 1 yarışlarının olduğu zamanlar normal olarak aşırı kalabalık oluyormuş.

    Ekip doktor olunca hemen gözümüze çarpan otomatik eksternal defibrilatör ayrıntısını da çekmeden edemedik.IMG_8366    Bölge dağlık bir yer olduğu için üst sokaklar deniz seviyesinden yukarıda kalıyor. Neredeyse her sokak başında ya da bina içinde üst sokaklara çıkmak için asansörler var.IMG_9763

      Hem sürenin kısa olması hemde buraya geliş amacımızın farklı olmasından dolayı biz plajları ile hiç ilgilenmedik.Halk plajlarının yanında Miami Plage veya Monte Carlo Beach club gibi özel plajları var.Muhtemelen rezervasyon şarttır ve fiyatlar şehrin lüks görünümüne yakışır düzeydedir.

      Yeme içme

    Buddha Bar tavsiye ediyorlar,gece bar havası da güzelmiş. Michelin yıldızlı bir çok restaurant önerileri var ama bunları denemek için gerekli zaman ve cesaret bizde olmadığından isterseniz onları başka bloglar dan edinebilirsiniz.IMG_8281

     Kısa zaman dilimi ve de çoluk çocuk muhabbetinden biz Mc Donalds tercih ettik.Ortamını görünceye kadar hoşnut kalmadım bu karardan ama içeri girince fikrim birden değişti.Monaca için en sıcak günlerin birinde,güneşin tam tepede olduğu vakitte,hem deniz manzaralı hemde buz gibi bir ortam harikaydı.Reklam gibi oldu ama alkol satışının olması da başka bir artı oluşturdu.😜  

   Ağzımız açık arabaları ve yatları seyrettikten sonra kendi dünyamıza dönmenin daha sağlıklı olduğunu düşünüp,binek otomobilimize atladık ve Nice ye doğru yola çıktık.Otomobil diyorum ama gördüklerimizden sonra başka bir isim bulmak gerekir dedim.Sizce de öyle değil mi?

Tüm gezi boyunca evimiz gibi kullandığımız arabamızın da resmini koymadan geçmeyelim

IMG_8351

    


 

 

CANNES-Festivaller Şehri

Published by:

    Biz Cannes e geldiğimizde hava kararmıştı.Sahilden tepedeki kaleye doğru  bakınca ayışığının yarattığı manzarayla neden burası festivaller şehri sorumuzun cevabını bulmuş olduk…

IMG_8402IMG_8400

 

 

 

 

 

         Cannes kelimesini duyunca hemen aklınıza sizinde film festivali geliyor sanırım😃Fransanın güneyinde yer alan, Fransız Rivierası’nın en ünlü şehirlerinden birisi. Özellikle yaz aylarında ve Mayıs ayında ki film festivali zamanında kalabalıklaşan şehir gayet lüks ve şık. Cannes için festivaller şehri de deniliyor. Hepsi film festivali kadar meşhur olmasa da yılın her ayı mutlaka uluslararası bir fuar ve etkinlik takvimi var. Şehrin önemli gelir kaynaklarından biride bu  festival turizmi . Ama 1946 dan beri her yıl düzenlenen film festivali, şehri kış uykusundan uyandıran, sokaklara döken en büyük olay. cannes
Öncelikle her ne kadar sezon Eylül sonlarına hatta Ekim ortalarına kadar sürüyor dense de Ağustos’un son haftası bir çok ünlü mekan ve plajlar kapılarını kapatıyor. Eğer gece eğlencelerini seviyorsanız ki Cannes bunun için iyi bir seçenek diyorlar. Diyorlar dememin nedeni yurt dışı turlarına hep çoluk çocuk katılmamız ve de tabi ki gündüz çok yorulmamız dan da dolayı pek gece hayatına vakit ayıramamış olmamız.😢.Yine de dünya’nın en iyi 10 gece kulübünden biri olarak nitelendirilen GOTHA’yı görememenin üzüntüsünü bir parça yaşamadım desem yalan olur. Les Coulsses veya Disco 7 de gözdelerden.5d00c6f4-cba9-4e34-be60-e3316e6f8bbcJet sosyetenin müdavimi olduğu bu clublere gitmeden rezervasyon şart unutmayın. Bu arada Cannes’da restoranlar, gece clubleri hatta plajlar dahil hemen her yere rezarvasyon yaptırmanız gerekiyor.

Şehir nüfusu, yalnızca 70 bin kişidir. Elbette, yaz döneminde, şehirde bu rakamın çok çok üstünde insan bulunuyor. En büyük özelliği: gerek Nice ve gerekse Monaco şehirlerine yakın olması.

     Nice’ten arabayla yaklaşık 45 dakika süren yolculukla ulaşabiliyorsunuz.Araba dışında Nice’ten Cannes’a trenle de ulaşabilirsiniz. Nice Tren İstasyonu’ndan(Gare de Nice Ville) Cannes Tren İstasyonu’na yaklaşık 40 dakikada ulaşabilirsiniz.6 euro civarı.Cannes Tren İstasyonu’nda indiğinizde yaklaşık 10 dakika yürüyerek sahile ulaşabilirsiniz.

      Arabayla geldiğinizde Cannes Film Festivali’nin düzenlendiği Palais des Festivals et des Congrès binasının altındaki kapalı otoparkı kullanabilirsiniz.

      Cannes yürüyerek dolaşılabilecek kadar küçük. Ama çevre şehirleri de gezeriz derseniz o zaman trafik problemiyle karşı karşıyasınız demektir. Bizim otelimiz merkezde olunca şehirde dolaşmak çok keyifliydi.Suit Nova otel Centle Cannes konumu ve rahatlığı itibarı ile çok iyi bir seçimdi bu yüzden…Eğer yürümek istemezseniz festival binasının hemen önünden kalkan küçük trenle de şehri gezebilirsiniz.

          Sabahları sekiz gibi sahile denize girmek için yürüdüm ve inanılmaz keyif aldım;palmiyeler ve uzun kumsalın kenarında yürüyenler ,koşanlar,plajda incecik kumlara uzananlar…944546-la-croisette-a-cannes-promenade-mythiqueTam bir huzur ortamı ve sanki siz karmakarışık bir ülkeden gelmemişsiniz de orada yaşıyormuşsunuz gibi bu huzuru tüm hücrelerinizde hissediyorsunuz….Film festivalinin yapıldığı yerin tam önünde halk plajı var,şezlong yok ama duş var.Unutmadan söyleyeyim Fransız Rivierası nın en güzel plajları burada.Moda devi Coco Chanel sayesinde ünlenen kum plajları, şimdi dünya jet sosyetesinin tatil tercihleri arasında.Cannes_Boulevard_Croisette  Sahil kenarlarındaki sandalyeler çok keyifli,oturup saatlerce denizi seyredebilir insan…

      Ortaçağ döneminde: burada küçük bir balıkçı köyü bulunmaktaymış. 1030’lu yıllara gelindiğinde, burada bir şato yapılır. Aynı dönemde, hemen karşıdaki adalarda ise rahipler yaşamaktadırlar. Ancak, adanın güvensizliğinden sıkıntı çeken rahipler, ana karaya çıkarlar ve “Suquet” bölgesine yerleşirler ve zamanla, şehirde güçlü konuma gelirler. 1500’lü yıllarda, deniz ticareti yoluyla hızla kalkınmaya başlar. 1838 yılına gelindiğinde, bu kez, denizden zarar gören kara parçası için, dalgakıran yaptırılır. Dalgakıran yapımı ile, şehir hızla gelişmeye başlar, yeni evler ve dükkanlar yapılır. 

      Bu bölgenin ünlenmesinin tarihi ise:İngiliz aristokratı olan Lord Brougham, 1800’lerin ortalarında verem olan kızının tedavisi için Nice’e doğru yola çıkıyor ancak karantina önlemlerinden dolayı Nice’e alınmıyor. O da o zamanlar küçük bir balıkçı kasabası olan Cannes’e sığınıyor. Kızının bu balıkçı kasabasının temiz havası, güzel iklimi sayesinde iyileşmesinden sonra kendisine burada bir malikane yaptırıyor ve yakın dostlarını burada ağırlamaya başlıyor.Brougham’ın Cannes’ı tanıdıklarına anlata anlata bitirememesi buraya tutkuyu çoğaltıyor.Cannes-la-Croisette-et-plage

    Şehir  Eski ve Yeni Cannes olarak iki ayrı bölümden oluşuyor. Yeni Cannes, çok lüks mağazaların, otellerin, restoranların olduğu, alışveriş meraklılarının gözünü burada açtığı ve bir ucundan diğerine 20 dakikada yürünen La Croisette Caddesi. Eski Cannes ise Le Suquet denilen şehrin tepesinde bulunan mahalle.Belki birde ünlü alışveriş caddesi Rue D’Antibes de ayrı bir bölüm halinde gezilebilircannes-map9

    944546-la-croisette-a-cannes-promenade-mythique  La Croisette Bu cadde, plajların hemen önündeki büyük uzun ve palmiyelerle dolu sembolik caddesi. Film festivalinin yapıldığı Palais des Festivals’de kırmızı halılı merdivenleri de burada.Burayı önünde kırmızı halı olmasa tahmin edemezdim ,biraz hayal kırıklığına uğradık ama yinede poz vermeyi ihmal etmedik.unnamed (4)

194249b5-2bc5-4248-b8e0-d9bb6345a1eaPlaj kıyafeti yerine şık bir gece elbisesiyle poz vermeyi gönül isterdi ama…😃   

300 kadar yıldızın, el izinin yer aldığı Allée des Etoiles’i, yani Yıldızlar Kaldırımını da unutmamak gerek.Caddenin bir tarafında da ünlü markaların mağazaları, cafeler, restoranlar, ünlü oteller ve kumarhaneler yer almakta. Kısa bir mola için Hotel Carlton’ın cafesi iyi bir seçenek. yolun devamında Palm Beach tüm güzelliği ile sizi bekliyor…

      Old Town diye adlandırılan Le Suquet bölgesi Cannes’ın tepesinde yer alıyor. Oraya çıkarken daha doğrusu tırmanırken Cannes’ı farklı bir şekilde görme imkanınız da oluyor.  Eski şehre çıkışın birden fazla yolu var. Yukarı çıkarken neredeyse tüm sokaklarda hediyelik el işi eşyalar, lavanta, çiçek esansları, kokulu yağlar, sabun, zeytinyağı gibi bölgeye özel ve oldukça turistik küçük küçük bir çok dükkana rastlıyorsunuz.

       Tepeye çıkıp Castre Meydanı’na vardığınızda Notre Dame de l’Esperance Kilisesi’nihemen göreceksiniz.Buradan şehri  seyredebilirsiniz..2juin2013 (2) IMG3565

 

       Nerelerde yiyelim?

     Şehir alışveriş için çok uygun değil ama muhteşem güzel lokantaları var.İlk gece rezervasyon yaptırmaya fırsat olmadığından önümüze ilk çıkan restaurantda yedik ve çok pişman olduk ama sonraki gece Da Laura muhteşemdi.7 Rue Du Vingt-Quatre Août, 06400 Cannes, Fransa

     Baoli hem restoran hem de konsept gecelerin düzenlendiği elit bir yer.

      Kesintisiz yemek servisi yapan Mocca’yı öneriyorlar. Bizdeki Mid Point benzeri bir yermiş.                 Robertos leziz pizzaları ile ünlü.

       24 suguet restaurant da Fransız yemekleri

       Le caveau 30 da deniz lezzetleri

       3 portesde akdeniz yemekleri

       Aux Bons Enfants :Pazar yakınında ki Provence mutfağı

       Bistro Le Canallies yerel halkın gittiği bir yer.2 Rue Jean Daumas, 06400 Cannes, Fransa

 

       Le Notre de tatlı ve pastaları tadın

       Aux Bons Enfants:Burası Marche Forville’in (pazar) yakınında  3 kuşaktır aynı ailenin işlettiği bir restorn. Ne telefonları var ne web siteleri. Provence mutfağı. Günlük balık, deniz ürünleri, et yemekleri ve hepsi de pazardan günlük alınarak yapılıyor.

    Mantel:Le Suquet civarında , tipik Akdeniz mutfağı burası. 

     Rue Meynadier 746359deki küçük butik pastaneler ile keşfedilmeyi bekleyen özel butikleri de unutmayın.  Özellikle lezzetli makaronlar bu bölgede. Sokaklarda biraz kaybolup, kafelerde nefes alabilirsiniz. Fiyatlar burada diğer bölgelere göre nispeten daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

      Le Suquet tepesinde bulunan Castre müzesi, St. Marguerite adasında Musee de la Mer, rahiplerin konakladığı ve şarap yapımının sürdüğü St. Honorat adası,images   Picasso’nun hayatının bir bölümünü geçirdiği Mougins köyümougins gezip görülmesi gereken yerler.

Parc Phoenix parc-phoenix      Botanik Bahçesi, Picasso Müzesi, Parfüm Müzesi’ni de görebilirsiniz.

    Bizde bu sosyetik şehri geride bırakıp Nice ye doğru tabi ki otobandan ,yola çkıyoruz.

 

IMG_8399

 

 

CASİS-ŞİRİN BALIKÇI KASABASI

Published by:

Cassis-liman     Yine söylüyorum Marsilya harika… harika bulmamın en büyük nedenlerinden biride yarım  saat içinde ister güzel bir dağ köyüne ister şirin bir balıkçı kasabasına erişebilmeniz…Daracık bir yol dan gidiyoruz Cassis e, bir şerit gidiş, bir şerit geliş..Dağların arasından geçiyoruz, yemyeşil her taraf ,güneş pırıl pırıl,arada deniz ekleniyor bu eşsiz manzaraya…serin rüzgar arabanın açık camından yüzümüze vuruyor ve işte böyle bir huzur içinde ulaşıyoruz..

     Marsilya nın 30 km güney doğusunda yer alan,7793 kişinin yaşadığı kasaba popüler bir tatil beldesi olduğundan yazın bir hayli kalabalık oluyor.Sezonda oradaydık ama yinede güzeldi..Çevresinde ki çam ağaçları ve üzüm bağları,küçük sevimli limanı ,pastel renkli evleriyle kendinizi  bir yağlı boya tablo içinde hissediyorsunuz..

      Otopark konusunda birazda araç büyük olunca zorlandık..Mimosas car park hem büyük hemde güvenli diyorlar neyse ki biz aramaya gerek kalmadan kasabaya iniş yolundaki otoparka park ettik.Daracık sokaklarından kıvrıla kıvrıla limana doğru indik.Çok şık küçücük dükkanlar,sevimli evler arasından , taş sokaklardan fotoğraf çekerek aşağıya indiğimizdevisiter_cassis_place_fontainePlace de Republique” meydanına çıktık.

         Sahile inen sokakların birleştiği,sevimli dükkanların olduğu bir meydan burası;tam ortasında da tarihi bir çeşme mevcut… Cassis eski bir liman kasabası olsa da provence karakterini çok iyi bir şekilde taşıyor. Limana indiğimizde şirin panjurlarıyla evler ve önlerinde balıkçı tekneleri bizi karşıladığında burada yaşayanların ne kadar şanslı olduğunu düşünmeden edemedim😊

       Sahilde ki balık restaurantları tıklım tıklım doluydu.Grand Bleu bunlardan en popüler olanıymış.Burada balık yemek gerekiyordu ama maalesef bizim bu şirin kasabaya ayıracak sadece bir kaç saatimiz vardı.Bizde ton balıklı sandviçlerimizi elimize alarak sahile doğru yürüdük..Sahile gelince muhteşem bir kalabalıkla karşılaşınca ürkmedik desek yalan olmaz,en azından orada denize girme planı yapmadığımıza mutlu olduk.Plage de la Grande Mer Plajı limana yakın olanı.Yarımada tarafına giderken sahildeki otoparkın önüde de Bestauan plajı vardır.IMG_8122IMG_8126   Bestauan Plajı Casissin doğal plajı olup ince çakıllı,diğerine nazaran daha küçüktür.Plajın hemen arkasında bir otel ve de beach club bulunmaktadır.

               Moulin limanın da ücretsiz harita edinebilirsiniz ama bence çok gerek yok,limandan sonraki ara sokakları kaybolurcasına dolaşmak daha zevkli..Cassis_Parking_Relais_Cassis_2014

             Limanın ortasında bulunan Aziz Peter in 17. yy dan kalma ahşap heykeli ,her yıl haziran ayının son pazarına denk gelen Aziz Peter bayramında (La Fete de la Saint Pierre),   kortej eşliğinde sokaklarda gezdiriliyormuş.

        Merkezi limana çok yakın olan Republic Meydanı ve bitişiğimdeki Baragnon Meydanında her çarşamba ve cuma sabahları köy pazarları kuruluyormuş.

       Yine Baragnon meydanının yakınında Musee d’Arts & Traditions Populaires (Sanat ve Halk Gelenekleri Müzesi)’ni ücretsiz gezebilirsiniz.

        Bizim en çok isteyip de yapmak için vakit bulamadığımız tekne turları ile Calangueler arasındaki gizli plajlara ulaşabilirsiniz.Sadece denize giremiyorsunuz sanırım, görsel olarak mutlu eden turlar bunlar.Süresi 45 dk.dan başlayıp 1.5 saate kadar uzayan  turlarının fiyatları 16 – 22  € arasında. 10 yaş altı için ise 9 € başlayan indirimli fiyatlar uygulanıyor. 

    Eğer bizim gibi kısıtlı vaktiniz varsa,gezi treni ile (petit train) Cassis’in sokaklarını ve çevresini, çoğu zenginlere ait havuzlu lüks villalardan oluşan güney-batıdaki Presqu Ile Yarımadası na kadar ulaşabilirsiniz.IMG_8124

    Sabah erken saatlerde orada bulunuyorsanız Barthelemy Limanı nın da kurulan balık pazarında balıkçıların tezgahlarına göz atabilirsiniz.

     Bu kasabaya trenle de ulaşabilirsiniz;yaklaşık 30 dakika sürüyor fakat gardan indikten sonra merkez 3 km ,eğer taksi çağıralım derseniz gişe üstündeki numaradan taksi çağırmanız gerekiyor.Otobüsle gelmek isterseniz,Marsilya da Castellne Prado dan kalkan M6 veya M8 otobüsüne binmelisiniz.Süre ortalama 40-50 dakikadırYaklaşık 2.70 euro civarı hatta gidiş dönüş daha ucuz.M8 daha sık kalkıp ,daha manzaralı yoldan geldiği için tavsiye ediliyor…

       Cassis in tarihi neredeyse Marsilya kadar eski.MÖ5. ve 6. yüzyıllara ait izler var.Tarih boyunca buraya Ligurlar,Grekler ve Romalılar yerleşmiş.Barbar saldırılarından korunmak için tepede bulunan Castrum de Carsisi (cassis kalesi) ni inşaa etmişler.Zaman kısıtlılığından grup oraya tırmanmaktan kurtuldu,yoksa oradaki manzarayı kaçırmazdım.😊   1400 lerde Baux de Provance Lordu nun yönetimi altına girmiş.19. yüzyılda Virginia Wolf gibi entellektüeller tarafından keşfedilince gözde bir tatil beldesi olmuş.1920 lerde buraya gelen  Winston Churchill burada resim dersleri almıştır.Felix Ziem, Raoul Dufy, Paul Signac, Joseph Garibaldi gibi dönemin ünlü ressamları Cassis’i bir yeri olarak seçmişlerdir.IMG_8291

     Provénce kelimesi,bölgeye Romalıların verdiği “provincia nostra” yani “bizim bölge” isminden kaynaklanıyor  Buraya gelen sanatçıların hissettiklerini çok iyi algıladığımdan burasıyla ilgili düşüncülerini yadırgamadım ;çünkü kimliği bilinmeyen bir yazardan yörede yaşayanların yaptığı bir alıntıya göre; “Tanrı güneşi, toprağı, dağları ve denizleri yaratıp hepsini yerine yerleştirdiğinde, elindeki malzemelerin tümünden biraz arttığını fark etmiş. Kalanları bir araya getirerek, bunlardan yeryüzünde bir cennet oluşturmaya karar vermiş. Böylece, Provence yaratılmış…”söylemi ile Provans doğumlu Nobel ödüllü yazar Frederic Mistral‘in de söylediği “Paris’i gören ama Cassis’i görmeyen biri “hayatımda hiç bir yer görmedim diyebilir”düşüncelerine hep birlikte katılıp arabamıza atlayıp Cannes e doğru yola çıktık.

 

CALANGUES-KAYALIK KOY

Published by:

calanque-d-en-vau_bateau-haut (1)     Marsilya yı geride, mistral  rüzgarlarının ferahlığıyla baş başa bırakarak ,sahil kenarından Cote d’azur turumuza başladık.IMG_8306  Kiralık aracımızla  gidebildiğimiz yerlere ,ulaşabildiğimiz en uç noktalara varmak isteğiyle başladığımız yolculuğumuz gördüğümüz muhteşem manzaralar ile birlikte yaklaşık 30 dk sonra bir köyde sonlandı.Sonlandı diyorum çünkü ;IMG_8299   ardından bizi denize doğru kıvrılıp giden patikalardan sıkı bir yürüyüş bekliyordu😍. IMG_8127   Açık hava sporlarından olan doğa yürüyüşleri özellikle bahar aylarında tam da bu yüzden bu bölgede çok rağbet görüyor.

   Marsilya’dan doğu yönüne, pitoresk kıyı kasabası Cassis’e kadar uzanan 20-25 kilometrelik kıyı şeridi irili ufaklı 20’den fazla Calanque’a ev sahipliği yapıyor. CALANGUES kelimesi”Kalonk” olarak okunuyor, telaffuzu biraz zor geldiğinden bana hemen okunuşunu yazıyorum 😃 fransızcada her ne kadar dere anlamı taşısa da, eski Hint-Avrupa dili kökenli calanca kelimesinden yani koy kelimesinden türetilmiş. Calanque, Fransa’nın en büyük ikinci şehri olan Marsilya ile La Ciotat arasında kalan irili ufaklı bir çok koy ve körfezi barındıran bölgeye verilen isimdir. .Bazıları Akdeniz fiyordları diye adlandırsa da Norveç Fiyordları gibi buzulların etkisi ile oluşmamıştır.Her ikisini de görme şerefine nail olmuş biri olarak hangisi muhteşemdi derseniz ayırım yapamayacağım sanırım. İskandinav fiyordu, sakin, derin ve zümrüt yeşiline çalan sularıyla Buzul Çağı’ndan bize kalan miras olarak gönlümde yerini alırken, Akdeniz’in bu derin körfezleri de turkuaz rengi, berraklığı ve tertemiz bir parlaklıkla güneşin içime işlemesiyle gönlüme yer etti.

     Bu fiyordlar en yükseği 565 metre olan denizden dik yükselen dağların içlerine giren kıvrımlı, büyüklü küçüklü kayalık yarıklardır. Fiyordların içi mikro-klima iklime sahip olduğundan kış aylarında çevresine göre ısı daha yüksektir deniz suyu ise daha soğuktur. Bu sepeple bazı fiyordlar endemik bitki çeşitliliğine sahiptir. Çorak ve kayalık görünmelerine rağmen fiyordlarda 900 çeşit bitki yaşar. Çevresinde ise yabani zeytin ağaçları, çam ağaçları ve deniz lavantası gibi bitkiler vardır. Suyu hızla geçiren ve çok az yağmur alan fiyorlar yaban hayatı açısından da çok zengin bir yaşama sahiptir. Tavşan, tilki, şahin, yaban ayısı ve kertenkele türleri bunlardan bazılarıdır. Bu kireçtaşından oluşan kayalık alanlarda yüzyıllar boyunca toş ocakları işletilmiştir. Hala bazılarının kalıntıları görülebilir.

    Burada çıkarılan taşlar New York Özgürlük Anıtı’nın kaidesinde, Süveyş Kanalı’nın yapımında ve İskenderiye Limanı’nın inşaasında, Marsilya Feneri’nin (Faro) inşaasında kullanılmıştır.

calanque-en-vau    Bölge’de Calanque d’En-Vau’nun dışında Calanque de Sormiou, Calanque de Morgiou, Calanque de Port-Pin ve Calanque de Sugiton olmak üzere 4 meşhur bölge daha vardır.

    Calanque suları içinde her yerde yüzmeye izin verilmiyor, yalnız Marsilya’dan başlayarak her noktası işaretlenmiş olan Calanques Ulusal Parkı yürüyüş rotasını takip eden doğa yürüyüşçüleri, çoğu yerde küçük de olsa korunaklı bir doğal plaj bulunduğundan buralarda yüzebiliyorlar. Yürüyüş ve tırmanma sporcularının uymak zorunda oldukları kurallar uyarı levhalarıyla belirtiliyor. Bu kurallardan en önemlisi doğal park alanı olarak kabul edilen 20 km.lik kıyı boyunca gece kamp ve çadır kurmanın kesinlikle yasak oluşu. Ayrıca jet-ski ve motorlu su sporları (su kayağı dahil) yasaklar listesine dahil.
Doğal limanıyla Port Miou* aynı zamanda en yeşil olanı. Port Miou Romalılar döneminde de korunaklı bir liman olarak tarihte biliniyor, ismi de zaten latinceden geliyormuş: “portus melior” yani en iyi liman.En Vau  en vahşi en güzel olanı.Özellikle Sormiou’ya nazaran oldukça dar bir girintiden oluşan bölge, gözlerden uzak, sakin bir dinlenme yeri olarak seçilebilir. Küçük doğal kumlu plajı hem karadan uzun ve meşakkatli bir yolu göze alan doğa yürüyüşçülerinin,  hem de denizden yelkenlilerle teknelerle gelenlerin gözdesi.

   İçlerinde en derini Morgiou.Morgiou Calanque’ı su seviyesinin 37 metre altında, 175 metrelik bir su altı tüneliyle ulaşılabilen tarih öncesi duvar resimleri de içeren Cosquer Mağarası’nı saklıyor. Bu özellikleriyle Calanque Bölgesi Milli Parkı aynı anda kara, deniz ve su altını birleştiren ender doğa koruma alanlarından biri.en güzeli bu manzaraları denizden görebilmek sanırım ama bir daha ki sefere diyelim..Marsilya Vieux Port tan kalkan küçük teknelerle de buraları gezmek isterseniz yaklaşık 3 saat süren  turun fiyatı 21-32 euro arasındadır.IMG_8303

 

IMG_8303IMG_8293IMG_8119Yaşam alanları oluşturmak buralarda çok zor.Tabi insan olmayınca doğa başka bir güzel kalıyor ne yazıkki…..Bu muhteşem dünya için çok şeyler söylenebilir ama ,
 Provence hakkında söylenecek en güzel sözü bir Fransız söylemiş.Frederic Mistral’in ünlü deyişiyle :

Quand Le Bon Dieu envient a douter du monde, il se rappale qu’il a créé la PROVENCE. 
(Eğer Allah kendi yarattığı bu dünyayı sevmekten vazgeçmeye başlarsa, Provence’ı yarattığını hatırlayacaktır. )sormiou

Aix en Provence- Lavanta diyarı

Published by:

 

 

aix-en-provence-11   Marsilya ya çok yakın olduğu için Aix en Provece i görmeden gitmeyelim dedik. Marsilya gibi büyük bir şehrin , gürültülü havasından kaçmak isteyenler için 25 km gibi kısa bir mesafede böyle küçük ama sevimli bir yerleşim yeri müthiş şans. Bu arada küçük ama içinde 4 tane üniversite var , bundan daha güzel bir özellik olabilir mi?  Tabi bu yüzden genç nüfus daha yoğun. Ama daha da güzeli dar sokaklar, birbirinden güzel binalar, çiçekli balkonlar, irili ufaklı meydanlar, her biri sanat eseri çeşmeler…kısacası ben buraya bayıldım.

   Biz ağustos sonunda oradaydık,sıcaklar azalmış hafif esintiler sonbahar izlenimi veriyordu. Sıcaktan bunalmadan sokakları arşınlamak, doğa yürüyüşleri ve gelincik tarlalarında göz banyosu yapmak için ilkbahar tercih edilmeli ama ben göz alabildiğine mora kesmiş lavanta tarlalarını görmek , belki bir lavanta işliğini ziyaret etmek istiyorum derseniz  yaz, bağ bozumuna şahit olmak, sararmış ağaçların altında yürürken Van Gogh’u veya Cézanne’ı anmak isterseniz de sonbahar da gitmelisiniz.

   C’ezanne, ömrü boyunca Aix en Provence’da yaşamış. Rue de L’Opera’da doğup,Rue Boulegon’da ölmüş. Modern sanatın babası olarak anılır.Paul_Cézanne_160 200px-Paul_Cézanne_156Neredeyse tüm şehir, 67 yıllık ömrünün izlerini taşıyor. Emile Zola ile kır yürüyüşlerini burada yapıp, yaşlı annesini bu şehrin sokaklarında sırtında taşımış. Gömülü olduğu Saint-Pierre mezarlığı, yemeklerini yediği ve hala hizmet veren Cafe des Deux Garçons, ismini taşıyan caddede bulunan ve olduğu gibi korunan atölyesi görülebilir. İlham kaynakları olan Bibemus taş ocakları ile Sainte-Victoire Dağı da görülmeli.

    1875 ve 1890 da yaptığı kendi otoportreleri

   Sainte Victoire Dağı nı onun gözünden görmek de güzel

800px-Paul_Cézanne_108  Les Deux Garçons Cafe; burada bir şeyler içip dinlenebilirsiniz.aix-en-provence-5-500x375

     Bu bölge verimli tarım bölgesinin ticaret merkezidir. Özellikle  Fransa nın zeytin üretim merkezi. 2500 yıl önce Yunanlıların getirdiği zeytin ağaçları bugün de bereketinden, lezzetinden hiçbir şey kaybetmemiş. Sofra zeytini ve zeytinyağının yanı sıra hem yeşil hem de siyah zeytinden üretilen ezmeler gerçekten çok lezzetli.

   İÖ 123 de Roma askeri kolonisi olarak kurulmuş. Roma dönemin de Aguae Sexitiae adıyla anılmış.Ortaçağda Provence e başkentlik yapmış. Fransız devrimine kadarda Provence Parlementosunun merkeziymiş.

  Doğal su kaynaklarının  zengin oluşu kente paha biçilmez birer sanat eseri olan 200 ‘den fazla çeşme kazandırmış. Bu çeşmelerden en ihtişamlısı La Rotonde meydanında yer alıyor.IMG_8187  Bizde kenti gezmeye en büyük meydanın bulunduğu Rotonde bölgesinde ki en geniş bulvarı Mirabeau’dan başladık. Çeşmenin karşı köşesinde yer alan resmi turizm ofisinden ücretsiz olarak bir şehir haritası alabilirsiniz.Cours Mirabeau,  çınar ağaçları ile süslü geniş bir bulvar.17. yy’da at arabalarının rahatlıkla geçebilmesi için yapılmış. aix-en-provence0057b   Yine bu dönemde, bulvarın kenarına görkemli malikaneler ve şık binalar inşa edilmiş.  Aix en Provence sakinleri bu binaların hemen girişinde bulunan kafelerde oturup sohbet ederlermiş.  17. yy’dan bu yana gelenek hiç değişmemiş.  Bulvar boyunca sayısız kafe ve restorant bulunuyor. Bulvarın başından her saat başı kalkan küçük gezi trenleri var,tabi biz yürümeyi tercih ettik.IMG_8195   Ve en güzeli bizi bekleyen Aix provence  pazarı idi.Tabiki kendimizi kaybedip ne bulursak tadına baktık. Calisson ve navettaları,yöresel ekmeklerini yedik,reçellerin tadına baktık,lavanta kokulu sabunlarımızı aldık. Renkli cıvıl cıvıl pazardan çıkıp ara sokaklarına daldık. Şık butiklerle dolu dar sokaklar birbirinden güzel meydanlara açılıyor. Tabi pazar günü olduğu için biz sadece dışardan seyredebildik 😢

  Dört Yunuslar havuzu;bölgenin merkezinde 1667 yılında heykeltıraş Jean Claude Rambot tarafından yapılmıştır. Barok sanatının örneği olan havuzda 4 adet yunus dalgaların içinde bulunuyormuş fakat biz gittiğimizde tadilat nedeniyle üzeri örtülüydü.

Hotel de Caumont  ;  1972  Margues isimli ulusal denetim ofisi başkanı tarafından 1715-1742 yılları arasında inşa ettirilmiştir. Günümüzde müzik ve dans okulu olarak kullanılmaktadır.

    Belediye meydanı en güzel yerlerinden biri.  Astrolojik saati ve mevsime göre değişen döner figürleriyle gotik çan kulesi ile belediye sarayı ve karşısındaki tarihi postane 18. yüzyıldan kalma.aixenprovence_clocher  1510 yılında yapılmış.1661 de buraya bazı evler ilave edilmiştir.

Granet Müzesi;IMG_8186   Entremont Oppidum denilen bölgede 1946 yılında yapılan kazılarda Cello Ligurya kabilesi tarafından MÖ 1. yy da yerleşim yeri olarak kullanıldığı anlaşılmış ve buradan çıkan heykel ve kabartmaları bu müzede bulabilirsiniz. Biz gittiğimizde içeride sergi vardı.

      Pavillion de Vendome; 

dsc_0069    Vendome Dükü’nün aşığı için mimar Pavillion’a yaptırdığı aşk yuvası ilginizi çekebilir.

    Quartier Mazarin’de şık mağazalar var.

    Rue Gaston de Saporta; burası eski bir sokak olup ,17. ve 18. yy dan kalma 4 muhteşem konak bulunmaktadır.

    Arbaud Müzesi;  çok sayıda el yazması ve resim içermektedir.

    Nerelerde yenir,içilir?

   En başta belirttiğim  Cafe des Deux Garçons da ister akşam yemeği yer ister dinlenmek için oturup bir şeyler içebilirsiniz.

   Clos de la Violette – Çeşnileri maharetli bir şekilde kullanmasıyla ünlü bir restorant. Füme jambonla kızartılan tekir favori yemeğidir. ( 60 eur’dan fazla)

    Capri Pizza nin pizzaları çok leziz ama oturup yemek için uygun ortamı olmadığı için canımızda pizzaları görünce pizza çekince ,  ara sokaklara dalıp bir pizzacı ya oturduk.

    Pizzeria Bella Vita ls   Adres: 10 Rue de la Masse, 13100 Ne kadar doğru bir iş yaptığımızı pizzalarımızı tadınca anladık ,üstüne üstlük ortalama 16 euro gibi uygun bir fiyat ödedik.

    Tüm yorgunluğumuzu o ara sokakda bırakıp diğer köylere gidebilmek için kiraladığımız araca binip yola çıktık.

Sevgili Aix Provence seni ve Pizzalarını tekrar görmek isterim bakalım kısmet…..

 

 

Araç çubuğuna atla