web analytics

TALLİNN-TARİHİN ÖLMEYEN NOKTASI

Published by:

      Riga’dan  Lüx Express otobüsü ile  Baltık ormanları ve çiftliklerinin koyu yeşil manzarası eşliğinde keyifli geçen yolculuğumuz yaklaşık 4 saat sürüyor ve  indiğimizde  bizi bekleyen aracımız ile Clarion Hotel Euroopa ya yerleşiyoruz.

Otelimizin manzarası muhteşemdi.

Otelimiz Baltık denizi kıyısındaki Estonya nın da ana limanına  bakan ve eski kent merkezine yürüme mesafesinde güzel bir otel . Kesinlikle tavsiye ederim. 

   Önceki yazılarımda gittiğim şehirlerin tarihlerine çok detaylı değinmiyordum. Bu  Baltık ülkelerinin en küçüğü olan Estonya’nın bağımsızlığını ilan edişi 1991 gibi çok yeni bir tarihe dayandığından ; kuruluş aşamalarını bilmek ilginç olabilir diye düşündüm. Zorlama yok, merak edenler okusun… 😏

MÖ 300 yılında Estonyalılar bölgeye gelerek, ilk yerleşim birimlerini kurmuş.

800 yılında Vikingler, Estonya’yı ele geçirmiş.

1200 yılında Alman haçlı ordusu Litvanya, Letonya ve Estonya’yı ele geçirmiş.

1710 Çarlık Rusya’sı Estonya’nın büyük bölümü ele geçirmiş.

1918 I.Dünya Savaşında Alman orduları Estonya’yı işgal etmiş.

1920 Bağımsızlıklarını ilan etmişler.

1940 II.Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte SSCB, Estonya’nın da dahil olduğu Baltık ülkeleri işgal etmiş.

1941 Alman ordusu, Estonya’yı ele geçirmiş.

1991 SSCB çökmüş ve Estonya bağımsızlığını Şarkı söyleyerek ilan etmiştir. Ve her beş yılda bir gerçekleştirilen etkinlik ile de “Şarkı Söyleme Devrimi” (The Singing Revolution) yad ediliyor ve kutlanıyor.

    İşte kuruluşu bu kadar yeni olan Estonya nıın , küçük, şirin başkenti Tallin ; Germen Şövalyeleri tarafından kurulan bir kalenin etrafında gelişmeye başlamış, Hansa Birliği’ne üye olduktan sonra, Kuzey Avrupa’nın önemli ticaret limanı olmuş ve önemini bu güne kadar sürdürmüştür. Bulunduğu coğrafya tarih boyunca birçok çekişmeye sahne olduğundan ülke tarihi ve turistik yerlerle dolu . Ama görünce hak vereceksiniz , dolu demek yetmez dopdolu demek lazım.😊🌸🌺🌻

    Estonlar ın diğer Baltık ülkeleri Litvanya ve Letonya’da yaşayanlardan farkı ;  hemen yakındaki Finliler ile akraba olduklarından farklı bir kökene sahip olmalarıdır.

   Geçmişte bir çok değişik adla anılan kentin adı 1918 yılında Tallinn olmuş. Tallinnden önceki son adı ise Revalmış. Kelime kökeni Taoni-linn (Danimarkalıların kenti )  ,  Talu-linn  (Çiftçi kenti ) demekmiş.

    1997’de UNESCO’nun Dünya Mirası Listesine alınmış.

    Para birimi Euro.

    Priz tipi bizimkiyle aynı (bizim gibi önemli bir konu diyenler için 😏)

St Olaf Kilisesinin gökkuşağı altındaki göğe uzanan sivri kubbesi muhteşemdi

    Tallinn’de yaklaşık 450 bin kişi yaşıyor.                                                                                 

    Dili Estonca. Estonca, Türkçenin de bağlı olduğu Ural-Altay dil ailesinin Ural kolunun Fin-Ugor grubundandır.   Estonca, komşu ülkelerin dilleri olan İsveççe, Litvanca ve Rusça’dan tamamen farklı bir dil olup, gramer yapısı Fince ve Türkçeye benzer. 

      Dini    Evangelist Lutherian ve ortodoks olup Avrupa da Pagan inancını en son terk eden ülkedir.

      Yönetim biçimi  Başkanlık tipi Cumhuriyet. (sanırım bizim ki de artık bu )          Küba ile birlikte dünyada en yüksek (%99,8) okuma yazma oranına sahip.     (keşke bu da bizimkiyle aynı olsa ) 😪                                                                                                        Ülke nüfusunun dörtte biri Rus kökenli.

             Tallinn ile aramızda saat farkı var mı derseniz; bu soru hükümetimizin ruh hali ile anlık değişiklikler gösterdiğinden son dakika araştırın derim.😝

      Giriş için schengen vizesi gerekiyor.

      Tallinn’de meydanlarda, parklarda, kafelerde ücretsiz internet ile bol bol karşılaşılıyor şaşırmayın😂

     Ulaşım

    Helsinki dahil Avrupa’nın  herhangi bir ülkesinden Tallinn’e tren ile ulaşabilirsiniz. Elron, Goeuro tren firmalarından sadece ikisi…

   Tallinn Lennart Meri Havalimanına 3 saatlik bir uçuşla İstanbul dan gelebilirsiniz. Havalimanı şehirden yalnızca 3,5 km uzakta bulunuyor. Hemen terminalin önündeki otobüs durağından sadece 1 euro karşılığında 2 numaralı otobüs ile şehir merkezine ulaşabiliyorsunuz. Hatta isteyenler yarım saat gibi bir sürede yürüyerek de Tallinn Havalimanı’ndan şehre ulaşabilir !!! Aslında gerçekten Tallin’de her yer birbirine yakın ve asla bir taşıt kullanmanıza gerek yok.

    Tallinn Card  ile belli süre toplu taşıma araçlarını ücretsiz kullanıp, gezi otobüslerinden de bedavaya yararlanabileceğiniz ve kırkan fazla turistik görülmesi gereken yere ücret ödemeden girebileceğiniz bir kart. 1 günlük Tallinn kart ücreti:  1 yetişkin 25 Euro, şehir turu da içersin derseniz 1 yetişkin 36 Euro. Normal 1 bilet: 1.80 Euro. Ayrıca bir de Smart Card var.

    Tramvay;  şehirde gitmeniz gereken her yere bir tramvay bulunuyor. Tallinn Havaalanı’ndan şehir merkezine 4 numaralı tramvay ile ulaşabilirsiniz ki kendisi gece 00:45’e kadar çalışıyor ve yolculuk 15-20 dakika kadar sürüyor. Bilet 2 euro ve tramvayın içinde alabilirsiniz, bilet makinesi arama paniği yaşamaya gerek yok.

     Otobüs  kullanmak isterseniz ; Biletinizi aldıktan sonra makinelerde işletmeniz gerekiyor, yoksa cezası var. 1, 5,7,40 numaralı otobüsler Tallinn Old Town’a gidiyor.

    Renk renk taksiler var niye bunlar tek renk değil diye düşünmeyin. Tallinn de taksiler üç renkli; ucuzdan pahalıya gri, beyaz, sarı. Bütçenize göre seçebilirsiniz.    Taksi açılışı gri de 2.51, beyaz da 2.88 , sarı da 3.08..Şayet taksiye binecekseniz Tulika Takso, Tallinnk Takso ya da Airport Taxi firmalarından birine bağlı olan araçlardan seçin, aksi takdirde kazıklanabilirsiniz diyorlar.

       Tallinn şehir merkezi;  Tompee Tepesi (yukarı kent ) ve şehir meydanı (All Linn-Aşağı kent ) olarak ikiye ayrılıyor. Tompee Tepesi , eski şehir merkezinin biraz üzerine kurulmuş bir bölge, eskiden şehrin ileri gelenleri, soylular ve yöneticiler kale duvarları ile korunan bu bölgede yaşarlarmış.   Aşağıda kalan Eski Şehir Meydanında ise halk ve tüccarlar yaşarmış. Üst şehirle alt şehri bağlayan Luhike Jalg (Kısa Adım Geçidi) ve Pikk Jalg (Uzun Adım Geçidi) olmak üzere iki sokak var. Eskiden, Pikk Jalg Sokağı mal ve eşyaların taşınması için kullanılırken, Luhike jalg daha çok insanların iki bölüm arasında gidip gelmesi için kullanılırmış. 

    Tompee Tepesi ;     Başkent Tallinn’in en merkezi yerinde bulunan kireçtaşı oluşumlu bir tepedir. 17 dönümlük alanı kapsayan Toompea, Estonya’nın en turistik yerlerinden biridir. Toompea, Tallinn in eski şehir bölgesiyle beraber UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır.

     Eski Kent yenisinden tıpkı diğer Baltık ülkelerinde olduğu gibi , kale duvarları ile ayrılıyor. Adı üstünde Eski Kent de eski yapılar var ve tarihi şehir burası oluyor. Bu bölgede , hiçbir şekilde ev yada iş merkezi bulunmuyor, modern yapı yapılamıyor.Biliyorum sıkıldınız bu kıyaslamalardan ama içimde tutamayacağım ; aynı bizim ülkemiz …😥

        Eski kente giriş-Pikk                    caddesi

         Otelimizden çıkıp  on-on beş dakikalık yürüyüşten sonra lüks  otellerin, alış veriş merkezlerinin, iş merkezlerinin ve geniş yolların bulunduğu yeni kenti geride bırakıp, 13. yüzyıldan kalma  taş parke döşeli Arnavut kaldırımlı daracık sokaklara ulaşıyoruz. Eski kente, kale kapılarına doğru yürüyoruz.      Pikk Caddesinden Kale kapısına doğru yürürken sağımız solumuz,  çiçekçiler ve  hediyelik eşya satıcıları ile dolu .       Old town’a girişte iki kule arasında Viru Kapısı bizi karşılıyor. Bunlar önceleri 6 adetken sonraları 2 tane kalıyorlar.Bu kapıların sağından ve solundan uzayan surlara 2 veya 3 euro ödeyerek çıkabiliyorsunuz ama bence gerek yok ; daha sonra muhteşem manzaralarla karşılaşacaksınız zaten. Sarmaşıkların dolanmış olduğu bu kapıları geçer geçmez kendinizi başka bir dünyadaymış duygusuna kaptırıyorsunuz.

   Daha girişte dükkanlardan     grubun bayanları olarak   kendimizi alamayınca   ;grubun erkeklerinin   mutluluk manzarası (:

Bu meydan sizi hemen Ortaçağ a gitmiş gibi hissettirecek güzelliklerle dolu. Etraftaki dik çatılı renkli binalar, hoş kafeler ve  güzelliğiyle Kuzey Avrupa’ya hayran bırakacak genç erkekler ve kızlar…

Kızları gören oğluşların halleri (((:

    Sokaklar o kadar dar ki,arabayla gezmek mümkün değil. Zaten mesafeler çok kısa kaldığından buna gerek kalmıyor.En güzel yanı da sokaklardaki tüm mekanlar şehrin o tarihi dokusunu bozmadan hayatlarına devam ediyor.

   Çok az bir yürüme mesafesinden sonra Raekoja plats a (Tallinn town hall square ) ulaşıyoruz.  Zaten hangi sokağa dalarsanız dalın, yol sizi eninde sonunda kafelerin, gösterilerin, sokak satıcılarının olduğu Raekoja Plats meydanına çıkartıyor. Meydana açılan binalar 11.yy-15yy arasında yapılmış. Bir kısmı orjinal kalırken bir kısmı orjinaline uygun restore edilmiş. Burası ayrıca eski belediye binasının da olduğu yer.   Gotik mimarisi ile Avrupa nın en eski binası olduğu söyleniyor. Söyleniyor diyorum çünkü her ülke kendince enler oluşturmuş gibi geldi bana. Bu binanın ilki 1322 yılında yapılmış 40 yıl ayakta kalmış ve bomba ile yıkılmış. Şu an görünen ikinci nesil bir bina yani.  İçinde ki tuvaletin tavan yüksekliği 72 metreymiş. İlginç geldi ama dışarısı o kadar hoştu ki görmek için vakit harcamak istemedik. Ayrıca giriş için 4 euro da vermek istememiş olabiliriz tabi..😁

    Her çarşamba bu meydanda pazar kuruluyormuş. Tüm etkinlikler bu meydan da yapılıyormuş.

     Meydanın merkezinde bir taş var; bu taşın üzerinde durup çevreye bakarsanız şehrin 5 kilisesini görebiliyorsunuz..

    Meydanın az ilerisinde Olde Hansa restoran bulunuyor. Yerel Ortaçağ kıyafetli garsonların çalıştığı, çok kalabalık bir restoran.Çorbayı mutlaka için ayrıca  ayı etinden geyik etine bir çok farklı tadı da bulabilirsiniz.

    Old Tomas ;     Tallinn in kurucusu ve koruyucusu ,belediye binasının zirvesinde elinde yay ile nöbetini tutmaya devam ediyor.Tepesindeki rüzgar gülü üçüncü nesil. İlki 400 yıl hizmet vermiş, bu 40 yıldır hizmet veriyormuş.  Hediyelik eşya dükkanlarında bolca göreceğimiz bu sembolün anlamını bildiğinize göre gereken saygıyı gösterirsiniz artık 😜

    Raeapteek (Town Hall Pharmacy):   Avrupa’nın en eski  eczanesi hala çalışıyor ve müze olan kısmına da giriş ücretsiz. Yüzünüzü belediye binasına dönün ,sol elinizin arka köşesinde ki sokak başında ki beyaz bina. Burada ki dökümanlar 1422 yılına dayanıyor. Ekip doktorlardan oluşunca burası bizim için cennet gibi oldu.💃💃💃 Satış yapılıyor yapılmasına da eskiden kullanılan yılan, böcek gibi ilaç yapımındaki kaynak maddeleri görünce, buradan bir ürün almak ister misiniz bilemem.😵   Tarihi eczane pazar günleri hariç 10:00-18:00 arası açık .

     Eczanenin yanındaki sokaktan aşağıya doğru inin, Vene sokağına gelince sola dönün, hemen 20-30 metre ileride çaprazında taştan kemerli küçük giriş Katerina Geçitidir (Katariina käik) .  Vene Sokağı ile Müürivahe Sokağı nı birbirine bağlar Yada  Sırık Herman Kulesi nin adının yazdığı duvarın hemen karşısındaki küçük kapıdan girerek de geçide ulaşabilirsiniz.  İçeri girebilirsiniz. Burası meydana çok yakın bir yer ama çok arada kaldığından yolunuzun buraya düşmesi biraz zor,o yüzden bilinçli gitmek gerekiyor.    Bir tarafınızda sur duvarları ile mezar taşları , bir tarafınızda taş binalar ile burası gerçekten etkileyici. Burada yakınlardaki bir kilise derneğine bağlı olarak el sanatları işçiliği yapanlar hünerlerini sergileyip satıyorlar. Cam, çömlek,tahta, örgü vb. çok değişik ürünleri minik ama şık galerilerde bulabiliyorsunuz.  Geçit bitince sağa dönerseniz Viru gate leri görebilirsiniz.

    Ayrıca Tallinn’in en küçük evinin yer aldığı Tallinn’in en dar sokağı Saiakaik de hemen Belediye Binası’nın karşısında. Adı üstünde en küçük olunca gözden kaçabilir.

Evettt buldum o sokağı buldum ((:

       Ama yüz yıllık restaurant olan Balthasar Restaurant‘ın adını gözden kaçıramazsınız. Balthasar Restoran’nın kapısına gitmek için geçtiğiniz sokak işte bu sokak ve en küçük ev karşınızda.

                      Matilda kafe

   Yada meydana açı  lan sokaktan Dunkri den çıkıp bir sol bir sağ yaparsanız sizi tepeye çıkaracak olan ,merdivenli kısa adım geçitine ulaşırsınız. Burada iki kısmı birbirine bağlayan bir kapı var,İşte tam burada da Matilda Cafe var.Kahve ,çay ve turtalarının güzel olmasının yanında tertemiz ücretsiz kullanabileceğiniz tuvalete sahip, mola için anlayacağınız çok uygun.😏 

      Alexander Nevsky Katedrali

    Yolun sonu Alexander Nevsky Katedrali ne çıkıyor. Tallinn’deki katedral tepesi olarak bilinen Toompea Hill’de bulunan Alexander Nevsky Katedrali, 19. yüzyılın sonlarında, 1894 – 1900 yılları arasında tipik Rus tarzında inşa edilmiş bir Ortodoks katedralidir. Rus tarzındaki mimari yapısının en önemli sebebi, inşa edildiği yıllarda Estonya’nın Rusya’ya bağlı olması ve henüz bağımsızlığını kazanmamış olmasıdır.  Katedral, Tallinn de bulunan en büyük ortodoks katedralidir.  Mimar Mikhail Preobrazhensky tarafından inşa edilmiştir.

   Kim bu Alexander Nevsky diyenler olursa ; 1221 yılında, St. Petersburg’un güneyinde yer alan ve Rusya’nın ilk başkenti olan Novgorod kentinde doğan Norgorod’un büyük prensi ve Rus savaş kahramanıdır. 1242 yılında, bugün Estonya ile Rusya’nın sınırında yer alan Peipus Gölü üzerine gerçekleşen Peipus Gölü Savaşı (Buz Savaşı) nı kazanarak , toprakların korunmasını sağlamıştır.       

    Gönüllü bağışlarla inşa edilen bu etkileyici Ortodoks katedralinin inşasında Finlandiya’dan granit, Carrara’dan mermer ve Rusya’dan demir getirtilerek en kaliteli malzemeler kullanılmış.

   Katedral, Tallinn’in Toompea tepesine kurulduğu için şehrin birçok yerinden rahatlıkla görülebilir. Katedralin tepesindeki kubbelerde bulunan haçların altında, Rusların Osmanlılara karşı kazandığı zaferi temsil eden hilaller bulunmaktadır. 16 ton ağırlındaki çanı da, Estonya nın en büyük çanıymış.

    Birçok Estonyalı tarafından bir zulüm sembolü olduğu düşünüldüğü için varlığına pek sıcak bakılmamıştır. Her ne kadar yetkililer tarafından 1924 yılında yıkılmasına karar verilse de, büyüklüğünden ve yeterli finansal destek sağlanamadığından yıkımı bir türlü gerçekleştirilememiş. 1991 yılında Estonya’nın Sovyetler Birliği karşısında bağımsızlığını kazanması ile de kilise restore edilmiştir. İçerisinde I. Vladimir ve St. Sergey Radonezhsky’e adanmış sunaklar görülmeye değer eserlerdendir.

        Estonya Parlemnto Binası

   Alexander Nevsky Cathedralinin karşısında bulunan Tompee Kalesinin bahçesine kurulu Pembe bina .Estonya Cumhurbaşkanı’nın çalışma ofisi ve konutu burada bulunuyor. Kapısının önünde bizdeki gibi koruma ordusunun yerine sembolik olarak iki asker bulunması tabi ki de bizi çook şaşırtıyor.Aman siz şaşırmayın Türk olduğunuzu hemen anlarlar yoksa..

      Hellemanni Kulesi (Hellemanni Torn, Tall Hermann Tower)

    Belediye binasının devamı gibi duran; 14. yüzyılda inşa edilen kule, zamanında hapishane ve silah deposu olarak kullanılmış. Şimdi ise sanat galerisi olarak daha barışcıl bir amaca hizmet etmekte. Ülkenin önemli akarsularından Narma Nehri kıyısında bulunduğu için ‘Narva Kalesi’ adıyla da anılan kale; Danimarkalıların inşa ettiği ilk taş kaledir.  Estonya’nın en değerli yapılarından biridir. Bölgenin savunulmasında önemli bir yer edinen Hermann Kalesi, muhteşem görüntüsüyle ilgi çekici. Dilerseniz 215 basamak çıkarak kuleye ulaşabilir ve kulenin tepesinde uzanan yürüyüş yolundan şehri seyredebilirsiniz.  Kulesinin tepesinde mavi, siyah ve beyaz renklerinden oluşan Estonya ulusal bayrağını da bu şekilde görebilirsiniz. Ayrıca bitişiğinde ki diğer üç kuleyi de görme şansınız olur.

      Aşağıya doğru inerseniz karşınıza  kuleler çıkıyor.      Eski şehri çevreleyen 34 kule birbirlerine surlarla bağlanarak şehri koruyormuş zamanında. Geçen süre içinde bunlardan çoğu ya zamana ya da savaşa yenik düşmüşler. Bugün sadece 13 tanesi ayakta ve artık aralarında surdan duvarlar da yok. Ama şehre kendine özel güzelliğini veren de kırmızı kubbeli bu yapılar kesinlikle. Kiek in Kök içlerinden müze olarak kullanılanı ve içi çok iyi düzenlenmiş olanı..  1475 yılında yapılan bu kulenin altında tüneller ve geçitler bulunuyor. 36 m yüksekliğinde ki bu kule Almancada “peek in the kitchen””mutfağı dikizleyen” anlamındadır. Hikayeye göre askerler yukarıdaki bu kuleden, aşağı kentteki evlerin mutfaklarında neler pişirildiğini görebiliyorlarmış. Görmek isterseniz 4 euro. Üst katında ayrıca kafe var. 

       St Mary Catedrali

    Katedral ve Kale arasından yokuş yukarı devam edildiğinde St Mary Catedral’i görüyorsunuz. Meryem Ana anlamına gelen St. Mary Katedrali (Dome Kilisesi), Toompea Hill’de ilk olarak 1219 yılında tahtadan inşa edilmiş. Sonra yıkılır ve 1229 da aynı yerde beton bir kilise yapılması için çalışmalara başlanır. 1240 yılında tamamlanan yapının ismi St. Mary olarak değiştirilir. Yapı aynı zamanda Toompea’da olduğu için Toomkirik (Toom Kilisesi) adını da kullanır.  Toom, kilise demektir.  Mimar Herman Jensen Bohn tarafından tasarlanan  yapı, Barok ve Gotik mimarisinden oluşmaktadır. Alexander Nevsky Katedrali’nin iki sokak yanında yer alan Dome Kilisesi’nin 17. yüzyılda çıkan bir yangından kurtulan tek yapı olduğu söyleniyor.  Önceleri Roma Katolik kilisesi olarak hizmet veren yapı, 1561 yılından sonra Lutheran kilisesi şu andaysa Evanjelik Lutheran Kilisesi’ne ait. Kilisenin kulesine giriş ücreti yetişkinler için 5 euro, öğrencilere ise 3 euro. Yalnızca kiliseyi gezmek isteyenler ise 1.5 euro ödeyerek kiliseyi gezebilirler.

   Kilisenin içine girip güneye doğru giderseniz büyük bir yassı taş göreceksiniz. Burada Johan adında bir kişi gömülü. Bu kişi müzik,şarap ve kadından oluşan bir hayat yaşamış, ölüm döşeğinde bundan pişmanlık duymuş ve kilisenin topraklarına gömülmeyi vasiyet etmiş ki; oraya gelenler onun hatalarından ders alsın ve dua eden bu insanlar kendi günahlarının ağırlığını da azaltsın. Allah rahmet eylesin demekten başka yorum yapamayacağım.

       St.Olaf Katedrali

     Meydanın limana doğru daha yukarısında kalan ve her yerden görebileceğiniz kule;  15.yüzyılda yapılmış olan  St.Olaf Katedrali’nin kulesi… Kilise ise 1200 lü yıllardan beri ayakta. Şehrin simgesi olan sivri çatılı bir yapısı olan kilise 124m uzunluğunda. İlk yapıldığında 159 metre ile Avrupa’nın en uzunuymuş ; denizdeki gemilere yol gösteriyormuş. Kulenin yüksekliği, yangınlar, yıkımlar ve sonrasında yapılan onarımlar nedeniyle bu gün azalmış. Hatta bu yangınlardan birini Helsinki kıyılarından bile izlemişler.    Soğuk savaş sırasında KGB ajanları buranın çatısını telsis üssü yapmışlar. Eğer seyahat döneminiz yaz aylarındaysa kuleye çıkmanız da mümkün, tabi 238 basamak çıkmayı göze alıyorsanız.Kilise kısmına girmek ücretsiz ancak kulenin tepesine çıkmak istiyorsanız 2 euro gibi bir ücret ödemeniz gerekiyor. Bu kilisenin eşsizliğini korumak için belediye çevreye daha yüksek bina yapılmasına izin vermiyor. Tamam yorumda bulunmayacağım..

     Fat Margaret (Tombul Margaret )

     Kilisenin arkasında tombul bir kule daha göreceksiniz. Burasının adı Fat Margaret (Tombul Margaret ) . Şehre başka ülkelerden gelen misafirlere gösteriş olsun diye yapılmış.  Hikayeye göre burada Margaret adında bir aşçı çalışırmış adını oradan almış. Başka bir hikayede kalenin toplarının çok iri olduğu yönünde..Duvar kalınlığı bazı yerlerinde 5 metreymiş.  Şuan gemicilik müzesi olarak kullanılıyor. Giriş kapısı liman tarafında.

 

      St.Nicholas klisesi 

    Antalya, Myra da 343 yılında hayatını kaybeden St. Nicholas’a ithafen 13.yy da inşa edilmiş. Kilise, çeşitli savaşlar geçirmiş ve bazı parçalarını kaybetmiştir. Zaman içerisinde güçlendirilmeye çalışılsa da özellikle Sovyetler zamanında, 2. Dünya Savaşı sırasında birçok bomba saldırısına maruz kalmış ve yalnızca St. Anthony şapelinin ayakta kaldığı bir yığıntı haline gelmiştir.       Kurtarılan bazı sanat eserleri ile birlikte 1953 yılında tekrar inşasına başlanan kilise 1981 yılında tamamlanarak ibadete ve ziyarete açılmıştır. Bugün gördüğünüz halinde, çok az bir kısmı orijinaldir. 1982 yılında bir yangın nedeniyle kule ve sivri kısmı yıkılmış, çatı kısmı da fazlasıyla hasar görmüştür. Sanat tarihçisi Villem Raam tarafından restore edildikten sonra, 1984 yılında nihayet resmi olarak açılmıştır.        Kilisenin en önemli özelliği içinde barındırdığı bir tablo;  30 metre genişliğindeki  ‘Ölümle Dans’ Tablosu.        Kuran-ı Kerim in üç suresinde geçen (Enbiya-35, Ankebut- 57,Al-i İmran 1-85)  ‘Her canlı ölümü tadacaktır’  ayetini  size anımsatan etkileyici bir eser. Hangi sosyal konumdan olursa olsun bir gün ölümün dansının herkesi bir araya getireceğini anlatan eski bir Rus Ortodoks kilisesi olan bu yer, zemindeki eski dönem mezar taşları duvarlardaki ürkünç heykelleriyle görülmeye değer.  Pazartesileri kapalı olan ve diğer günler 10:00 – 17:00 arasında açık olan kilisenin giriş ücreti 5 euro.

     Holy Spirit Kilisesi

    Tallinn’in en eski kilisesi ve en eski çanına sahip olan Holy Spirit, 14. yüzyılda, 1319 yılında inşa edilmiş.      İçerisinde Alman ressam ve heykeltıraş Bernt Notke’un 1483 yılında yaptığı eserleri bulunmakta.Kutsal ruh adının verildiği Holy Spirit Kilisesi sekizgendir ve üzerindeki  Estonyalı heykeltıraş Christian Ackermann‘a ait büyük mavi saati Tallinn in en önemli dış mekan saatidir.    Evlere para vermeye gücü yetmeyen yaşlıların kalması için yardım amaçlı kurulan evin (Holly Sprit Almhouse ) ek bir bölümü olarak inşa edilen kiliseye giriş ücretli. Yeişkinseniz 1 euro, öğrenciyseniz 0,5 euro. 09:00 – 18:00 saatleri arasında ziyarete açık olan kilisede, her pazartesi saat 18:00’de klasik müzik dinletisi oluyormuş, denk gelebilseydik harika olurdu ama maalesef…

          Viru Kapılarından çıkınca, yani yeni Tallinn tarafında, kapıların karşısındaki Tammsaare Park‘ın bir tarafında KGB Müzesi‘nin de yer aldığı Viru Keskus alışveriş merkezi diğer tarafında ise Estonya Tiyatrosu (Estonian Drama Theatre) ve tiyatronun arkasında Estonya Ulusal Opera Binası (Estonian National Opera) var.

      Kadriorg Sarayı

     Ülkenin Rus Çarlığı hakimiyetinde olduğu dönemlerde Büyük Petro tarafından Rus Çariçesi I. Katerina onuruna inşa ettirilen tarihi bir saraydır. Bu şaşalı saray, 1718 ve 1725 yılları arasında tamamlanarak hizmete açılmıştır. Petrine Barok mimari tarzını yansıtan Kadriorg Sarayı, şu anda Estonya Sanat Müzesi’nin bir şubesi olarak 16. ve 20. yüzyıllar arasında oluşturulan sanat eserlerine ev sahipliği yapmaktadır. Önündeki fıskiyeli havuzu, rengarenk çiçek ve ağaçlarla bezenmiş bahçesiyle dikkat çekmektedir. 

   

        Özgürlük Meydanı (Freedom Square)

      St. John Kilisesi (Jaani Kirik) ile War of Independence Victory Column (Zafer Tacı) arasında kalan bölge Estonyalıların Özgürlük Meydanı (Freedom Square) olarak adlandırıldığı bölgedir. Adını aldığı Bağımsızlık Anıtı, 23,5 metre yüksekliğinde bir haç işareti şeklinde olup 2009 yılında dikilmiştir. Yanına doğru gittiğinizde solda yerde Harju adındaki geçişe ait bir kapı görürsünüz. 

   Harju Gate adındaki bu kapı Tallinn deki 8 geçitten birine aittir. Tam tarihi belli olmasa da 1355 yılından itibaren kullanıldığı söylenir. Bir süre sonra kapanır ve 1767 yılına kadar kapalı kalır. 1875 yılında ana kulenin yıkılmasıyla birlikte bir daha kullanılmaz. 2009 yılında Özgürlük Meydanı’na getirilir ve bir anıt olarak burada yerini alır.

  Pirita Plajı

    Özellikle Tallinn’i yaz aylarında ziyaret ediyor ve Baltık Denizi’nde yüzmenin nasıl keyifli (ve dondurucu!) olduğunu merak ediyorsanız burası mükemmel bir seçim. Şehir merkezinden yedi kilometre ötede olan bu plaja sahil şeridinden bisiklet yolunu kullanarak gitmek en keyiflisiymiş. Ancak diğer ulaşım araçları ile de bu plaja ulaşmak mümkün. Pirita Plajı, rüzgar sörfü  ve uçurtma sörfü  yapabilme imkanı sunuyor.

        TV kulesi

       Gökdelenlerle ve yüksek binalarla çevrili olmayan Tallinn’i, 314 metrelik televizyon kulesinden görmenin keyfi de bir başka. Şehirdeki kısa yapılardan dolayı Tallinni en ince ayrıntısına kadar incelemenin mümkün olduğu bir yer. 1975 yılında inşa edilmeye başlanan TV kulesi, yaklaşık 5 yıl sonra tamamlanarak hizmete açılmıştır. Kısa süren bir otobüs yolculuğu ile ulaşabileceğiniz Tallinn Televizyon Kulesi’nin Estonya’nın bağımsızlığını kazanmasında da ayrı bir yeri var. 1991 senesinde henüz Estonya, Sovyet Rusya egemenliği altında iken, televizyon kulesi çalışanları hayatlarını riske atarak bağımsız yayın yapmaya devam etmişlerdir. 

    Eğer  Tallinn Televizyon Kulesi’ne gitmeye zamanınız kalmaz ise  Radisson Blu Otel’in çatısındaki kafeyi ziyaret edebilirsiniz.Kaliteye rağmen uygun fiyatları ve  manzara eşliğinde keyif alacağınız bir yer.

      Occupations Müzesi

 Lossi Plats’ı yürüyerek Occupations Müzesi’ne gitmelisiniz. Tarihi boyunca farklı toplulukların dayatması altında yaşayan Estonyalılar’ın Sovyet, Nazi ve yeniden Sovyet hakimiyeti altına girişini ve bu zamanlarda yaşayan acıları anlatan bu müzenin girişinde yazan “Özgürlük her zaman özgürlük değildir” cümlesi ilginçtir. Estonyalılar Almanların zoru ile Hristiyanlığı kabul etmiş. Zamanla İsveçlilerin ve Rusların hakimiyeti altına girmişler. Müze bu esaret zamanlarının 1939’dan sonrasını anlatıyor. Müzenin girişini kaplayan betondan bavul heykeller umuda yolculuk yapmış yüz binlerce Estonyalıyı simgeliyor. SSCB yıllarında birçok Estonyalı deniz yolunu kullanarak ülkeden kaçmayı denemiş. 1941 yılında ise Naziler, SSCB kuvvetlerini kentten çıkarmışlar ama bu defa Naziler birçok kişiyi sürgün etmiş. Hitler’den kurtuluşları da yine Stalin sayesinde olmuş. 1944’de Naziler yerini Kızıl Ordu’ya bırakırken 80 bin Estonyalı’nın bazıları gemilerle, bazıları da küçük sandallarla ülkeden kaçmış. Sovyetler döneminde binlercesi Sibirya’ya sürgün edilmiş ve en nihayetinde, 1991’de şarkı devrimiyle SSCB’den koparak yeniden bağımsızlığını kazanmış.Müze’nin bir yerinde SSCB döneminin bir propaganda afişi yer alıyor. Dönemin ünlü bir artisti, yanında mutlu bir çocukla, Sosyalist Devletin 30. yılını kutluyor ve nice yıllara diyor. Her gelen rejim Estonyalılara özgürlük ve refah diyerek gelmiş ama her seferinde ortaya dram çıkmış. Bu nedenle müzenin girişinde “Freedom not Free” yazıyormuş.

     KGB müzesini gezebilirsiniz ama bizim gibi  turla gelmediyseniz önceden biletlerinizi almanız gerek.

       Estonya Sanat Müzesi (Kumu Müzesi) 

     Bu sadece Estonya’nın en büyük ve en etkileyici sergi mekanı değil, aynı zamanda Kuzey Avrupa’nın en büyük sanat müzelerinden biri. Kumu koleksiyonlar ve geçici sergiler barındırıyor.  

 Şehrin popüler caddesi Viru’da ilerlerken, işkence müzesine rastlayabilirsiniz. Özellikle Ortaçağ da ne gibi işkence yöntemleri kullanılmış merak ediyorsanız bu müzeyi ziyaret edebilirsiniz.

  Yeme içme 

  Şehrin en önemli özelliklerinden birisi de badem ezmeleri. Pikk Sokağı’nın hemen başındaki Kalev adlı cafe’nin bir bölümü bu işin tarihinin anlatıldığı müzesinden oluşuyor, ama bir tarafı da size günlük imal edilmiş nefis badem ezmesini sunuyor. Yanında kanyakla çok da iyi gidiyormuş bu arada. İkinci katından şehrin manzarasını izlemek güzel.

    Estonya ekmeği, %40 alkol oranına sahip Vana adındaki likörü, tarçınlı biraları, Kalev marka Tallinn çikolatası ve birbirinden enterasan av yemekleri ve değişik çorbaları …

    Balthasar Restaurant hem iç dekorasyon olarak hem de bol sarımsaklı menüsü ile ilgi çekiciymiş ve sarımsaklı dondurması kesinlikle denemeye değer diyorlar. 

    Mantar çorbası, fındıklı ekmek ve leziz av etleriyle Orta Çağ restoranı olan Olde Hansa Restaurant en ünlü yeri.

  Belediye Meydanında pek çok restoran var. Meydana çıkan sokaklardan biri olan Dunkri Sokağı’nın hemen başındaki Beer Houseise güzel bir bira mekanı. Akşamları 9:30 civarı yerel dans gösterileri de oluyor ve canlı müzik de var.

   Rataskaevu Caddesi 8 numarada yer alan Van Krahli Aed

    Maiasmokk Cafe ise Tallinn Old Town’daki Katariina käik‘in bir üst sokağında yer alan 1864′de kurulan şehrin en eski kafesi

   Yerel tatlıları ile ünlü mekan ise Solaris Keskus‘ta yer alan Lido

    Kehrwieder Saiakang Chocolaterie adında bir başka kafe var ki, bunlarında idaası şey Tallinn’in  eski kafesi olmaları.

    Kalasadam (Kalasadama 8)’de Klaus‘ta öğle yemeği

   Maiasmokk Cafenin en önemli özelliği yaklaşık 150 yıldır aynı mekanda hizmet vermesi. Ürünlerin lezzeti ve tarihi kafenin dekoruyla Maiasmokk, Tallinn’i ziyaret eden turistlerin en çok uğradıkları yerlerden biri

    Veeee ayrılış….

   Helsinki Tallinn gemi seferleri ortalama 2 saat sürüyor. Helsinki’den Linda Line , günde 6 sefer yapan Tallink Silja , günde 5 sefer yapan Viking Line ve haftada 17 sefer yapanEckerö Line . Fiyatlar ortalama kişi başı 30-50€ arasında.Burada dikkat etmeniz gereken seçtiğiniz gemi firmasının hangi terminalden kalktığı.

   Biz de Helsinki ye doğru yol alıyoruz…

 

GUERNİCA-AH !! BANA ÜLKEMİ HATIRLATAN ESER

Published by:

Pablo Ruiz Picasso nun eserini yıllar öncesinden bilmeme rağmen Buket Uzuner in Toprak romanını okurken; yaşanılanların birikiminin patlamasından dolayı  sanırım birden daha çok ilgimi çekti… ve işte dedim benim ülkeme yapılanda aynen bu …insanların , hayvanların savaş vahşeti karşısında yaşadığı dram bu kadar basit çizgilerle, bu kadar mı güzel anlatılır?

Yıllardır insanlık uzun bir sömürü çağı yaşıyor.. Amerika’nın ve  batının emperyalist, sömürgeci tutumları ile  Afrika’yı, Ortadoğu  yu ve  Asya’yı hegemonyası altına alması için verdiği savaşlar..İşte benim ülkem bu savaşların içinde, en sıkıntılı döneminden geçiyor… Bu eser bir parçada olsa yol gösterici olsun yüreklerde …

Resme baktığımız da, eserdeki geometrik çizgilerden kübik bir eser olduğunu rahatlıkla çıkarabiliyoruz, eser ayrıca anlamı itibariyle de kübik. Nedense trajedilerin barok tarzda daha iyi yansıtılacağını düşünürken eseri gördüğümde yanıldığımı anladım. Ve içimden bizim de bir Picassomuz olsaydı ah kim bilir neleri , (Sivas katliamından tut da sayamayacağım bir sürü katliam 😥) çizerdi diye iç  geçirdim.

1937 yılında, ressamımız 56 yaşındayken 349.3 x 776.6 cm‘lik kanvas üzerine yağlıboyayla yaptığı bu resim; Madrid de Kraliçe Sofia Müzesi‘nde sergilenmektedir.

Picasso

Gelelim hikayesine ;

1937 yılında İspanya da, Francisco Franco yönetiminde bir iç savaş yaşanmaktaydı. Milliyetçi kesim ile  Cumhuriyetçiler arasında ki bir savaştı bu.Ve bu savaşta milliyetçiler, cumhuriyetçileri vuruyor.Yani halk kendi kendini yok ediyor.😥

Biscay Bölgesi‘nde ikamet eden Guernica Kasabası, bu iç savaştan en büyük yara alan yerleşim yerlerinden biriydi. Guernica’nın o dönemdeki önemi, İspanya da gelişmiş sanayi bölgelerinden biri durumunda olan milliyetçi Bask bölgesinin işçi militanlığının simgesi ve solun kalelerinden biri sayılan önemli bir şehri olmasından kaynaklanmaktaydı. Franco nun faşist yönetiminden kaçan insanlar Guernica ya akın ediyordu. Nüfusu kalabalıklaşmıştı.

Milliyetçi kesim, daha da güçlenmek adına dışarıdan yardım aldı. Adolf Hitler ve Benito Mussolini de Francisco Franco’yu destekliyordu.

Franco, aralarının çok iyi olduğu Hitler’in silahlarını Guernica üzerinde denemesini onaylamıştı.Ve Nazi Almanyası ve İtalyan uçakları, İspanya’nın bu zayıf döneminden faydalanarak Milliyetçilere bombardıman uçakları temin etti.

Kendine karşı olanın ölümünü önemsemeyen faşist bir diktatördü Franco. Halkın en yoğun şekilde, şehirde olduğu günü seçmişlerdi. Şehir pazarının kurulduğu gün idi. Sivil direnişi yok etmek adına, askeri anlamda hiçbir savunması olmayan kent tam 3 saat boyunca bombalandı ve bombaların çıkardığı yangınlar 3 gün sönmedi. Kayıtlara göre 1654 kişi öldü, 889 kişi yaralandı. Bu vahşetin en acı tarafı da kasaba halkının erkekleri Milliyetçilere karşı savaşmak için kasaba dışındaydı. Yani ölen 1654 kişi kadınlar, çocuklar ve yaşlılardı.

Picasso, İspanya’dan 1904 yılında ayrılmış ve Fransa’ya yerleşmişti. Ve hiç bir zaman ana vatanına dönmedi.O dönemde Paris’te yaşayan Picasso bu acı katliamı ; Güney Afrika asıllı İngiliz gazeteci George Steer’in The Times gazetesinde yayımladığı “Guernica’nın trajedisi: Şehir hava bombardımanında yerle bir oldu” başlıklı haberinden öğreniyor. Daha öncesinden Paris’te sürgün halinde olan İspanya Hükümeti, Paris Dünya Fuarı’nda sergilenmek üzere, Picasso’dan bir tablo yapmasını istiyor fakat Guernica’nın bombalanmasına kadar Picasso çizecek bir şey bulamıyor.İşte bu haber onun ilham kaynağı oluyor.

Resmin siyah beyaz tonlarında yapılma nedeni de işte bu yüzden ; bir gazete haberini veriyormuş izlenimini vermek için .Ve bu renklerle bir bakıma foto muhabirliği gerçekliliğini de yakalamış oluyor.Başka bir yorum da ise renk yoksunluğunu, yaşanılan acının resme yansıtılmasıdır denmiş. Bu katliam renklerle canlandırılamaz ve acının en belirgin rengi de gridir diye düşünmüşler.Sanırım iki yorum birden doğru olduğundan bu kadar etkileyici  hava veriyor ,renksizlik…

 Pablo Picasso, tüm planlarını kendisini Guernica tablosuna adamak için iptal etse de esere sergi tarihinden üç hafta önce başlayabiliyor ve eser, fuarın başlangıcından iki hafta sonra tamamlanabiliyor.

Taslaklardan biri

Guernica’nın gecikmesine sebep olan faktörlerden biri de Picasso’nun “The Dream and Lie of Franco” ismini verdiği, gravür ve akuatint ( Bir Kazıresim tekniği. Bakır basım levhasının asitle aşındırılması yöntemiyle yapılır. Asit bu yöntemle yalnız çizgileri değil, ton bölgelerini de etkiler. Dolayısıyla oluşan resim tonlarının yumuşaklığı nedeniyle sulu boyaya benzer.) eserlerden oluşan bir resim serisi daha yayınlamasıydı. Guernica tablosu fuarda sergilenmeye başladığı sıralarda Picasso bu yeni serisini de duyurmuş hatta.

Guernica’nın ilk taslaklarında ,  baskıya direnmenin evrensel bir sembolü olan yükselen bir yumruk imgesi de bulunuyordu. Ressam bu sembolü önce boş bir ele, sonrasında bir buğday başağına dönüştürüp; en sonunda da resimden çıkartmıştır.Ayrıca  ilk taslaklarında ağlayan bir kadının gözünden akan kırmızı renkli bir gözyaşı gibi renkli imgeler de bulunuyormuş.Daha sonra akan kanı göstermenin acıyı katlamaya yetersiz olduğuna karar vererek resme katmayacaktır..

Picasso bu katliam için şu sözleri söylemiştir:“İspanya’nın mücadelesi, insanlara, özgürlüğe yapılan saldırıya karşıdır. Ressam olarak hayatım boyunca sürekli sanatın ölümüne karşı durmaya çalıştım. Benim gericilikle ve ölümle anlaşma içinde olduğumu kim bir an için bile olsa düşünebilir? Üzerinde çalıştığım ve Guernica ismini vereceğim resimde, ve son zamanlardaki tüm eserlerimde, İspanya’yı acı ve ölüm okyanusuna batıran askeri sınıfa duyduğum nefreti açıkça göstermekteyim…”

11 Temmuz 1937 yılında Guernica Paris Fuarı’nda, İspanya’nın temsil ettiği binanın giriş kısmında sergilendi.

Fuarda ilk sergilendiği sırada resim beğenilmemiş, ve bu  daha sonra resmin tam olarak anlaşılamamasına da bağlanmıştır. Picasso , kendisine yapılan “sanat yapmak için mesajları görünmez hale getirdi” suçlamalarına , “senelerce biriktirdiğim duyguların yarattığı bir resmi , sırf anlaşılması uğruna bozamazdım” şeklinde cevap vermiştir..

Guernica Paris’ten sonra Amerika’ya gönderildi. Fakat Picasso faşist düzen bitmeden tablonun İspanya topraklarına girmesini istememişti.

Faşist düzen yıkılıp, Cumhuriyet kurulunca , 1981 yılında Guernica topraklarına gönderilir. Fakat Picasso bunu göremeden hayata veda etmiştir.

Gelelim resimde ki şekillerin hissettirdiklerine…

Akademisyenler ve eleştirmenler Guernica’nın içerdiği at, boğa gibi figürlerin anlamlarını ressama sorduklarında, Picasso : “Boğa, boğadır ve at, attır. Resimlerimdeki belirli şeylere belirli anlamlar yüklemeniz doğru olabilir, fakat bu anlamı yüklemek benim fikrim değildir. Beni yalnızca, resimlerimdeki şeylerin ne oldukları ilgilendiriyor, ne anlama geldikleri değil. eğer benim tablolarımdaki belirli şeylerden belirli bir anlam çıkarılırsa, bu tamamıyla rastlantıdır, yoksa benim bu anlamı iletmek gibi bir çabam olmamıştır.  Yalnızca resim yapmak için resim yapıyorum. Nesneler nasılsa, onları öyle resmediyorum. benim ressamlığımda, hiçbir bilinçli propaganda amacı yoktur. Guernica resmi dışında” demiştir. Demesine ama….

Oysa tablo içinde bir sürü gizli imge barındırır. Ve tablo, bütünü ve içine gizlenmiş imgeleriyle ölümün acımasızlığıyla başa çıkmak için gizemli bir güç kaynağı oluşturur. 

C.g.jung da, Picasso’nun resimlerinin içine gizlediği bu imgelerin birer yeraltı karakterleri olduğunu vurgular.

Bu resim, altı insan figürü, at ve iki boğadan oluşan bir savaş kompozisyonudur. Dolayısıyla kaos vardır. İlk bakışta karmaşa göz yorabilir.O yüzden nereye odaklanacağımızı bilmemiz gerekir.Resimde merkez yok, Kübizm‘e yakışan geometrik şekiller vardır.

Picasso nun ne anlatmak istediği kendisininde söylediği gibi bize bağlı.

Resme baktığınızda klostrofobik bir hava var yani kapalı bir oda ; belkide bir işkence odası. Alçak tavanlı ve tavandan sarkan ampulun aydınlattığı bir mekan da sorgu odası havasına katkı sağlıyor.

Resmin ortasında üstte yer alan, bana göre en göze çarpan  nesneden başlarsak;

    💦 Tavanda asılı duran ampul : Bu ampulün pek çok anlamı olabilir.

  ✴İspanyolca biliyorsak bu ampulün adı, ‘bombilla‘dır. Kimi yorumcular, ampulü görünce ‘bombilla‘ diyeceğimizi ve buradan ‘bomba’ kelimesini çıkarmamız gerektiğini söyleyerek Picasso nun ortamın gerginliğini yansıtmaya çalışma çabası olabilir diyorlar.

  ✴ Bazıları da ampulün üzerindeki gözü Tanrının gözü olarak yorumluyor.

  ✴ Ampul güneş simgesi olabileceği gibi savaşta iktidar gücünü de simgelemiş olabilir.

  ✴Bazılarına göre de  Avrupa da ki aydınlanma sembolüdür.

  ✴Ampul teknolojik gelişimin bir parçası olabilir.Zaten burada yapılan da teknolojiyi test etmek değil miydi ?.

💦En soldaki boğa. Sola doğru baksa da gövdesi sağa doğru ilerleyecekmiş gibi duran boğanın kuyruğu bir alev şeklinde çizilmiş. Bu, Guernica da 3 gün sönmeyen yangına gönderme olabilir.

💦Boğanın hemen altında duran bir kadın figürü var. Kollarındaki cansız bebeğinin acısını yukarı doğru haykırarak yaşayan bu kadın,

 ✴ Guernica daki bombardımanda ölenlerin kadın ve çocuklar olduğunu hatırlatıyor.

  ✴Bazılarına göre çarmıhtan indirilen İsa’yı kucaklayan Meryem‘i andırıyor.Klasik katolik görüntüsünde ki Bakire ve çocuk benzetmesi  gibi.

  ✴Bazıları da bu kadını kendi ulusunun acısını çeken ulus temsilcisi olarak görüyor.

💦Bir diğer ayrıntı da ‘dil’

Acı çeken kadının ve boğanın dilleri, hançer biçimindedir. Hançer ise acılı çığlık, haykırışı simgeler.

💦Resmin merkezinde diyebileceğimiz kadar ortada duran at figürü,Guernica halkını temsil ediyor, tıpkı bebeğini tutan kadın gibi acıyla haykırıyor. Atın acısının kaynağı ise karnına saplanan mızrak ve boğanın boynuzu. Atın arka tarafında (gri renkli) bir boğa gizli. Resimdeki bu ikinci boğa figürü, zor fark ediliyor. Bu boğanın boynuzu, ata saplanmış.Boğa muhtemelen faşizmi temsil ediyor. Atın çektiği acının bir sebebi de bu boynuzdur. Alev kuyruklu olan diğer boğa ise, Guernica‘nın çektiği acıyı paylaşıyor. Boynuzu ata saplanan bu ikinci boğa ise ata saldırır pozisyonda. İspanyol kültürü için önemli bir hayvan olan boğa; yaşanılan trajedi karşısında sarsılmaz ve soğukkanlı bir tanık olarak kullanılmış. Yaşanan savaşın insani ve hayvani yönlerini bu tabloda bir araya toplamış. Soldaki acı çekerken sağdaki, zayıflıktan faydalanıyor.

💦Zemine bakın. Soldan sağa doğru yerde uzanan  bir erkek figürü var. Bu erkek sembolü ile cumhuriyet  kişiselleştiriliyor .  Kopmuş sağ kolunun eliyle bir kılıç tutuyor. Kılıcın ucu kırılmış. Bu yumruk yaptığı eli cumhuriyeti simgeliyor. Adamın kılıçla beraber tuttuğu ise bir çiçek. Çiçek, güzellik, barıştır. Farklı karakteristik özelliklere sahip iki boğa gibi Picasso yine bir zıtlık vermektedir. Bazıları da Guernicalı bir erkek savaşçı olan bu adamın sol elinin avcunda ise var olan  bir takım şekillerin  stigma olabileceğini söylüyor.

💦Sağ tarafa doğru atın hemen sağında sol profilden görünen bir kadın yüzü var. Bu vahşi sahnelere tanıklık ederek camdan içeri girmekte olan, korkusu gözlerinden okunan, oldukça endişeli bir yüz ifadesi olan kadın, sağ eliyle bir gaz lambası tutuyor. Bu kadın İspanyol hükümetinin hayali bir temsilidir. Kadının gaz lambasını bu ampule doğru uzatması ise iki ışık kaynağının çatışmasıdır.

💦Gaz lambası tutan kadının hemen altında bir yaşlı kadın figürü var. Bu kadın, bilinçsiz ve şaşkın bir şekilde lambaya bakıyor. Kadının sol eliyle tutarak destek aldığı ise kopuk bacağı .

💦Resmin en sağında iki elini birden havaya kaldırarak haykıran bir erkek figürü var.Havadan gelen saldırıların durması için adeta yalvarıyor. Bu adamda alevler içinde yanmakta. Yangından bahsetmiştik zaten.

💦En sağda bir kapı var. Bu kapı, mekanımızın bir oda olduğunu doğruluyor. Bu kapı çıkış noktası ya da bilinmeze gidiş olabilir. Lakin bir gerçek var ki figürlerin hepsi sola doğru ilerler vaziyette.

💦En soldaki boğanın arkasında, duvara çizilmiş güvercin var. Güvercin, barıştır, saflıktır. Burada bir kısmı beyaz ışıkla parlayan güvercin tertemiz bir beyazlıkla resmedilmediği için , kırık bir şekilde kurtuluşu ve umudu simgeliyor. Halkına savaşma fırsatı tanınmayan Guernica için kurtuluş yakındır, müjdesi veriyor gibi.

 Lena Gieseke Guernica’yı 3d haline getirdiği çalışması nı verdiğim linkten seyretmenizi öneririm.

http://www.youtube.com/watch?v=jc1nfx4c5lq

3d açılımı kübizmin özüne biraz ters olsa da etkileyici bence ve tabloyu daha iyi anlamamı sağladı.

    Bu tabloyla ilgili ilginç bazı anekdotlardan bahsetmeden geçemeyeceğim:

🕳Hitler’in Paris’i işgal ettiği dönem içerisinde Picasso, Guernica’yı çoğaltarak insanlara dağıtmış.

🕳Nazi Subayı, Guernica’ya bakıp Picasso’ya, “Bunu siz mi yaptınız?” diye sorduğunda, Picasso; “Hayır, siz yaptınız.” diye yanıtlamış.

🕳Hitler’in modern sanata karşı takındığı olumsuz tavır ve Guernica’nın üzerindeki antifaşist mesajlar sebebiyle, Nazi Almanyası fuar rehberinde eser için “4 yaşındaki bir çocuğun çizebileceği karmakarışık bir resim” ifadelerini kullanmış.

🕳1997 yılında, dönemin Almanya devlet başkanı  Roman Herzog , bu kasabayı Luftwaffe nin   bombalaması nedeniyle özür dilemiş.

🕳New York Modern Sanat Müzesi’nde sergilendiği yıllarda, tablonun üstüne Tony Shafrazi tarafından “KILL ALL LIES”kelimeleri yazılmış. Müze güvenliği tarafından yakalanan Shafrazi, “Küratörü arayın, ben bir sanatçıyım,” demiş.

🕳George Bush un  Güvenlik Sekreteri Colin Powell Irak a askeri harekat düzenleyeceğini basına ilk kez BM binasında,Güvenlik konseyi girişinde, televizyondan açıklarken, Guernica nın üzeri mavi bir kadife bezle örtülmüş.

Tablonun goblen bir kopyası New York taki birleşmiş milletler binasının bir duvarında, güvenlik konseyi salonunun girişinde sergilenmektedir. Tablo buraya, savaşın dehşetinin bir hatırlatıcısı olarak yerleştirilmiştir. Nelson Rockefeller tarafından yaptırılarak bağışlanan bu kopya, orjinali gibi siyah beyaz değil, kahverengi tonlardadır.

 Görünen o ki İspanya İç Savaşı ve Guernica Katliamı üzerine yapılmış en etkileyici çalışmalardan birinin önünde yalan söylemek, olmayan vicdanları rahatsız etmiş  . Bu olay, Simon Schama ‘s Power Of art adlı güzel belgesel serisinin Pablo Picasso bölümünde Simon Schama  tarafından şöyle yorumlanıyor:” Ben bunu sanatın gücüne yapılan övgü olarak görüyorum.Orada yapılan aslında şuydu: Sen dünyanın en güçlü ülkesi olup diktatörleri devirebilirsin ama gücün bir başyapıtla oynamaya yetmez!!”

 Ertesi gün bu örtünün, şiddet dolu sahnelerin arka planda kötü göründüğü ve konuşmacıların yüzlerin tam üzerinde atın kalçasının yer aldığı gerekçesiyle, televizyon habercileri tarafından istendiği açıklandı. Ancak bazı diplomatlar basına verdikleri demeçlerde, Bush hükümetinin, Powell’ın Irak taki savaşa ilişkin açıklamalar yaparken arkada bu resmin gözükmesini istemediğini ve BM yetkililerine bu konuda baskı yaptığını söylemişler…..Söylerler….

Guernica nın üzerinin mavi bir kadife bezle örtülmüş olması, bu resmin mi yoksa insan ırkının mı lanetlendiğini gösteriyor, bilemedim…

💛💙💚💜Guernica’ya hiç gitmemiş olan Picasso, yaşanılan acıların bencil bir fikir ile benimsenilmesinden ziyade kendi acımız gibi hissedilmesini resmetmiştir.

Anti savaş ikonu olan “Guernica”sanatın sadece görsel haz duygusu uyandırmak  için değil, farkındalık yaratarak toplumsal olaylara bir bakış açısı geliştirdiğinin ,devrimci yönünün en büyük kanıtlarındandır.

😪Dünya üzerinde insan ırkı var olmaya başladığı andan itibaren hiç olmadı,olmayacak biliyorum ama inşallah  bir gün tüm bu yaşanılan acımasızlıklardan bir ders alınır.

.

SAMOS – SİSAM-PİSAGOR’UN MEMLEKETİ

Published by:


IMG_9984      Tatil için sakin ve yakın birde üstüne üstlük ,uygun bir yer arayınca , içinizden yok artık dediğinizi duyar gibi oldum sanki 😇; birden Samos aklımıza geldi.😍 Şu bir gerçek ki Türkiye de kaliteyi satın alabilmeniz için çok yüksek bedeller ödemeniz gerekiyor. Maalesef ki bu yüzden Yunanistan, tatil için Türkiye ye hep daha iyi bir alternatif olacaktır.😪,

       Samos, sakin, yakın ve uygundu ama devlet memuruydum ve unuttuğum bir şey vardı; bir yılı geçmesine rağmen ülkede halaaaaaa OHAL devam ediyordu ve buda yeşil pasaportlu devlet memurunun çilesinin bitmediğinin göstergesiydi. İzin dilekçemi haftalar öncesinden verdiğim halde alt tarafı 1.5 km lik uzaklıktaki bir kara parçasına ayak basabilmek için topu topu 5 günlük  izin dönemim içerisinde sıkıntılı bir süreçle,  son dakika da yazımı alabildim.😖Ve iki aile bir oh çekerek Samos gezimize başladık. 😎

      Feribot sabah dokuzda kalkacağından ve hala çıkış pasaport kontrolünün sıkıntılı olacağını düşündüğümüzden biz bir gece önce Kuşadası nda Double Tree by Hilton da kaldık.

Otel Marinanın tam karşısında muhteşem bir manzaraya sahip

Otel Marinanın tam karşısında muhteşem bir manzaraya sahip

    Keyifli bir kalıştı, havuz ve akşam çatıda ki yemek mükemmeldi. Sabah rahatça limana vardık. Uzun bir süre kuyrukta bekledik ve önceden giden arkadaşların deneyimlerinden öğrendiğim için, inişte en hızlı inebileceğimiz yere oturduk.🤓  Feribotumuz yarım saat geç kalktı,  kontrollerin zorluğundan dolayı tabi ki. IMG_0266    Yaklaşık bir saat on beş dakika süren çalkantılı bir yolculuktan sonra limana yaklaştığımızı anlayınca biz ve bizim gibi uyanık geçinen aileler ön güverteye çıkıp beklemeye başladık. Ne yazık ki teknemiz yan yanaşıp iskeleye oradan kapılarını açtı.🤢

   Buradan  sonrası , Allahtan balık hafızalı bir toplumuz da çabuk unutuyoruz; yoksa tekrar tekrar gelinir mi? Yunanistan a..tam bir kaos…Önce günübirlikçiler sonra diğerleri en sonda kapı vizesi olanlar alınacak dediler.Demesine dediler ama kim hangi sırada nerede bilemedik.Topu topu iki görevli, güneşin altında bir saat sıra bekledik.Sabah saat 7:00 da Kuşadası’nda başlayan yolculuğumuz 12:00 gibi Samos ‘da sonlandı.Ve işte o zaman anladım devletimin bana gitmeden önce neden bu kadar eziyet çektirdiğini; Yunan topraklarında yıkılmadan dimdik ayakta kalabilelim diye tabi ki..🤑

   Nüfusu 44000 olan ada, 12 ion kolonisinden biri ve Osmanlı’dan en son ayrılan ada olarak tarihte yerini almıştır. Ayrılmadan önce de özerk Sisam Beyliği olan ada On iki Adanın üyelerindendir.

             Adaya nasıl ulaşırız ?

Pisagor da havaalanı mevcut. Ama Türkiye den en kolay ulaşım bizim yaptığımız gibi Kuşadasın dan feribota ile deniz ulaşımı.

Vathi Limanı ile Pisagor limanına  Kuşadası’ndan deniz yolu ile feribotla seferler her gün karşılıklı olarak yapılmakta. Meander turizmin feribotları yaklaşık 250 kişi kapasiteli, sabah dokuzda kalkıp akşam beşte geri dönüyor.  Ayrıca yaz sezonunda Seferihisar-Samos (Karlovassi Limanı) arasında da seferler düzenleniyor, dilerseniz bu rotayı da kullanabilirsiniz ama süre daha uzun. Sadece bindiğiniz ve ineceğiniz limanları iyi teyit edin zira bizim feribotta elinde Vathi yazıp Pisagor da  inmek zorunda kalan aileler vardı.IMG_0058

    Samos’a Kuşadası’ndan feribotla kişi başı geçiş ücreti günübirlik gidilirse gidiş dönüş 40 euro, adada bir ya da daha fazla gün kalınacaksa 55 euro. Midilli ye gidiş mesafesi daha uzun olmasına rağmen Samos feribot ücretinin Midilli den daha yüksek oluşu sanırım herkese ilginç gelmiştir.😳

Adada araba kiralamalısınız ki özgürce istediğiniz yerleri görün.Araç kiralamak için bir sürü site var internette, rahatlıkla ulaşabilirsiniz herhangi birine.  Normalde günlük 30 Euro’ya yerel şirketlerden araba kiralanabilecekken, Türk güruhundan dolayı araba kıtlığı oluşması sebebiyle fiyatlar 50 Euro’ya  kadar çıkıyor maalesef.

Samos Adası’na geçişte vize uygulaması yapılıyor. Yani yeşil pasaportunuz var ise vizesiz girebilir, bordo pasaport sahibi iseniz schengen vizesi ya da kapıda vize uygulaması ile giriş yapabiliyorsunuz. Kapıda vize uygulamasının sadece yaz döneminde geçerli olduğunu unutmayın bu arada.

    Adaya asıl geliş amacımız temiz bir deniz güzel ve doğal deniz ürünleri yemek olduğu için biz daha çok plajları,köyleri gezdik.Ama sizlere de çok araştırıp yorulmayın diyede gezilebilecek yerleri de yazdım.🤗

      Samos Arkeoloji Müzesi,  Samos şarap müzesi,   Eski Vathi sokakları,   Eupalinos Tüneli,   Manolates Köyü,   Pythagorion Kasabası,    Hera Tapınağı,    Potami Şelalesi,    Megali Panagia Manastırı,   Pisagor Heykeli  ni öncelikle görülecekler arasına alın.

            Bizim zamanımız çok , daha fazla yer görmek istiyoruz diyorsanız eğer :    Panagia Spiliani manastırı,   Lykourgos Logothetis Kalesi,   Metamorphosis Kilisesi,    Agia Manastırı, Pisagor Mağarası;   Karlovassi Kilisesi,   Panagia Kilisesi,   Roma Hamamı,    Holy Trinity Kilisesini görebilirsiniz.

Bizim çok ama çok vaktimiz var diyorsanız müzeleri gezebilirsiniz😲 :

         Samos Arkeoloji Müzesi,   Pythagorion Arkeoloji Müzesi,    Samos Şarap Müzesi,   Bizans Müzesi,    Samos Folklor Müzesi, Pythagorion Folklor Müzesi,    Karlovassi Folklor Müzesi, Mtilinii Paleontolojik Müzesi,    Karlovassi Tabakhane Müzesi

Pisagor limanına inince öncelikle internetten kiraladığımız aracımızı almak için otopark a gidiyoruz. Kiraladığımız mini 😂 minibüsümüzü görünce bardağın boş tarafına çay demleyelim türündeki muhabbetimizi yapıp; grupta bir psikiyatristin olmasının faydaları olsa gerek, gelirken Türkiye den ne istersiniz sorusunun karşılığında, baklava isteyen sevimli hatuna da baklavalarını verip; otelimize doğru yola çıkıyoruz.

Eşimle aralarında bir aşk filizlenen sevgili minibüsümüz Pamuk

Eşimle aralarında bir aşk filizlenen sevgili minibüsümüz Pamuk!!

 

 

IMG_9930

Otelimizin manzarası

Pisagor dan Vathi ye yaklaşık 15 km lik yolu, muhteşem deniz manzaralı, çam  ormanların içinden kıvrılarak gidiyoruz ve Mirini otele rahatça ulaşıyoruz. Otele  indiğimizde bizi çok şirin bir aile karşılıyor. Onlara da baklavalarını verip odamıza çıkıyoruz. Bu arada baklava bizim diyorlar ama bizden de gelirken istedikleri tek şey de baklava olunca yorumu size bırakıyorum.😶

  • IMG_0096     Öncelikle otelimizin bulunduğu yer olan VATHİ deki gezilecek yerler ve çevresindeki plajlardan bahsetmek istiyorum.                                                                                                       Ben gelmeden önce tabi ki  bir bloger olarak 😀 dersime çalışıp gelmiştim.Yinede şirin otel sahibemize önerilerini sormak için üzerinde çalıştığım haritayı açınca  bana dönüp “you are a good student” demesi itiraf ediyorum gururumu okşadı.😜

 

işte tüm övgüleri hak eden el emeği göz nuru haritam

İşte!!! tüm övgüleri hak eden el emeği göz nuru haritam

      Otelimizin konumunu bilinçli olarak seçmemiştik ama bütün adayı gezdikten sonra ; sakin, serin, püfül püfül esen rüzgarıyla ne kadar doğru bir tercih yaptığımızı anladık. İşte bu yüzden günübirlik olarak Vathi ye inerseniz hiç bir yere gitmeyin derim ben.

     Arkeoloji müzesi:   Koursa ve İon döneminden kalma buluntular var. Şehir merkezinde olup belediye binası ve katedralin yanında yer alıyor. En önemli parçası  devasa boyuttaki Kouposttur. O ne ya diyenlere hemen ukala googla dan aldığım bilgileri paylaşayım.😂Archaeological museum Samos    M.Ö 750-48 yılları arasındaki döneme Yunan sanatında arkaik dönem deniyormuş. Bu dönemin en önemli eserlerinden birisi de kuros ismi verilen genç erkek heykelleriymiş İşte bu heykellerden en büyüğü olan, 4.8 metre büyüklüğündeki heykel burada  bulunuyormuş. Mutlaka görülmesi gereken bir heykelmiş ama biz göremedik kusura bakmasın artık.Gitmek isteyenlere müze saat 15:00’te kapanıyor ve müze giriş ücreti de 3 Euro .

Şarap müzesi:   IMG_9941Şarapçılık kooperatifleri birliği tesislerinde bulunmaktadır. Dilek yarım adasının tam karşısında (1)Giriş 2 euro. Sisam şaraplarının tarihine ve üretim şekillerine bakarken dev varillere hayran kalmamak mümkün değil.IMG_9950  Özellikle Muskat ve Retsina şarabını bu müzede tatma imkanı var. Muskat üzümleriyle yapılan tatlı bir şarap olan “Muskat Şarabı”. İkinci sırada ise reçineli beyaz şarap olan “Retsina Şarabı”. Diğer tadılası şaraplar ise kırmızı üzümlerden yapılan “Fokiano” (rose) ve “Ritino”. Tatlı şarapları dünyaca ünlüymüş. Grand Cru markası dünyaya en çok ihraç edilen, Vın Doux ise neredeyse en ünlü olanıymış  Tabi ki çıkışta beyaz şaraplarımızı aldık.  IMG_9954

Eğer geleneksel mimariyi, şirin dar sokaklarda yürümeyi  seviyorsanız yokuşlu yolları tırmanarak yukarı Vathi ye gidebilirsiniz.IMG_0100  İlköğretim okulunun bulunduğu neoklasik binayı, modern açık hava tiyatrosunu ve de en eski kiliselerinden biri olan Aziz Yannakis kilisesini görebilrsiniz.  IMG_0114                                                                                                                                                     IMG_0098                                                                                                                                                                 -Yeme içme –                                                                                                             My House Samos :  Kordon boyunda ,hem kafe hemde bar olarak hizmet veriyor. Hoş bir mekan.IMG_9937 Akşama çok tok olmamak için atıştırmalık tercihimizi burada , my house burger ve buz gibi yunan biralarından yana kullandık. Hamburgerleri oldukça büyük ve lezizdi. Tüm bu güzellikler denize karşı olunca insan ee daha ne olsun demeden edemiyor.

IMG_9935   Özellikle içme suyunun sunumundaki özen çok hoşumuza gitti. Leziz Hamburger (5 €) , Greek Salata(6 €) , Yunan Birası (3-4 €)                                  Barlarını, akşamları  yorgun  olmazsanız; biz yorgunluktan gidemedik  ama aklım kalmadı değil, mutlaka görmelisiniz.  Manzara muhteşem ve açık havada püfül püfül esen rüzgarla Yunan müziği dinlemek bir daha ki gelişimize inşallah diyorum.

Vathi meydanı

Vathi meydanı

 

Vathi meydandan şehre bakış

Vathi meydandan şehre bakış

     Mezzavolta :  İçkiler ucuz, manzara çok iyi.  Deniz kenarında, açık hava bir mekan. Kokteyller fiyatları 8 Euro civarı

        Solıd espresso : Mekanın dizaynı oldukça ilgi çekici  diyorlar.         Rakomelodiko. Sahilin paralelindeki yaya yolunda. Canlı Yunan müziği olan bir taverna. Turist neredeyse hiç yok, Yunan gençliği takılıyor.

      Mple  Mezza Volta’nın hemen 50 metre ilerisinde. Açık mavi renkli ışıkları var. Kayalıklar üzerinde, denize nazır, eski bir Rum evi ve bahçesine kurulmuş.

      D6

      Escape   Bunlarda giriş ücreti yok kokteyller 8 Euro civarı.

    Gagou beach    samos-bay-hotel-by-gagou2Otelimizin hemen yanında yer aldığı için sadece sabahları kahvaltı öncesi buz gibi içilesi berrak suyunda, balıklarla birlikte yüzmek için kullandık ama isterseniz siz, bir gününüzü burada rahatlıkla geçirebilirsiniz. Hemen önündeki işletme içinde olumlu notlar okumuştum, biz sadece bir şeyler içtik ama yiyecekleri de denenebilir.

Livadaki beachIMG_0058

Vathi merkezinden kuzeye doğru dağın eteklerinden kıvrılarak muhteşem manzarayla ilerlerken,  Agia Paraskevi ye gelmeden yol sola biraz bozularak kıvrılıyor. Yolun sonunun nereye çıkacağını düşünürken, karşınıza turkuaz rengi sularıyla, muhteşem bir koy çıkıyor.IMG_0061

Aşağıya inince sevimli ve konforlu bir plaj sizi karşılıyor. Şezlong, şemsiye ve duş hatta kano bile ücretsiz. Sadece bir şeyler içmeniz yeterli. Esinti vardı ama Çeşme denizine alışık olan bizler için rahatsız edici değildi.IMG_0072

 

Plaj özellikle parlak beyaz kumuyla ve denizin turkuaz rengiyle sizi sanki tropik bir adadaymışız gibi hissettiriyor .IMG_0070

Biz buraya bayıldığımız için; tüm günümüzü burada geçirdiğimizden ne varsa yedik içtik.Hepsi çok güzeldi ama tüm grup tavuklu, hellimli makarnaya en yüksek puanı verdi.

Grubumuzun yakışıklılarınada poz verdirmeyi ihmal etmedik.

Grubumuzun yakışıklılarınada poz verdirmeyi ihmal etmedik.

Livadaki plajından çıkarken kuzeye tekrar gelme şansımız olmazsa diye Agia Parkevi ye geçtik.

Agia ParaskeviIMG_0089

Küçücük , sevimli bir köy ve küçücük taşlı bir plaj. O kadar huzurlu bir ortam inanılmazdı. Oturup  hemen kenardaki tavernada bir şeyler içtik.IMG_0257

Plajda on tane kadar şezlong var ve para almıyorlar.Şemsiye görevini de ağaçlar yapmış.En köşede küçük sevimli bir kilise manzaraya hoşluk katmış.

Akşam yemeği için Vathi merkezden 15 dk lık bir mesafede olan PALEOCASTRO ya gidin.IMG_0116Köyün ana meydanında ki restoranlarda güzel ve hoş görünüyorlardı ama biz biraz daha tepede, evlerin arasında,asma yapraklarının altında Triantafillos u ; otel sahibimizin önerisi üzerine tercih ettik.IMG_0126 Bize verilen yememiz gerekenler listesinin hepsini masaya söyleyince; hem çevremize, ki hepsi Türk idi, rezil olduk hemde uzun bir süre deniz ürünleri yiyemem korkusuna kapıldım. 🤢

Sadece bu listeyle kalsak iyiydi😂

Sadece bu listeyle kalsak iyiydi😂

Şu bir gerçek ki  daha nefis lezzetlere adada rastlamadık.

Jimakos taverna da burası için öneriliyor.

Ertesi gün Vathi den arabamıza atlayıp batıya doğru sahil yolundan KOKKARİ ye , muhteşem manzaralar eşliğinde ve bir sürü şirin plajı geçerek yol alıyoruz.

Kedros Plajı bunlardan biri ama rüzgar ve dalgalar uzaktan çok sevimli gelmedi bize.Sanırım sörf yapanlar için cennet. Belki size göredir o yüzden görmeden karar vermeyin derim.

Biraz daha ilerleyince en popüler köy olan KOKKARİ ye geliyoruz.IMG_9968

Kokkari çok turistik ama bu kadar turistik olmasına rağmen sevimliliğini hiç bozmamış bir köy.IMG_9983 Tam yarımada şeklinde olduğundan bir taraf müthiş rüzgarlı diğer taraf çok sakindi.IMG_9984     Denize girilen kısım çok esintili, deniz taşlıklı , hızlı derinleşiyor vede  su buz gibi. Bütün bunlara rağmen buradan ayrılmayı istemediğimizi söylesem ??? Merak ettiniz  tabi ki…IMG_9987

Adaya indiğinizde o kadar çok Türk olunca bir an insan neredeyim şeklinde şaşırıyor ama sonra onların varlığına alışıyorsun ister istemez. Sanırım ada halkı varlığımıza hala adapte olamamışlar ki uyarma gereğini duymuşlar.😣IMG_9995    Yerlerde gördüğünüz bütün pet şişesi, bisküvi poşetleri hep Türk markalarıydı.😥  Yunan adalarına belli bir kültür yapısına sahip insanların gelebildiğini düşünürsek; ülkemizin yaşadığı sıkıntıların nedenini çok düşünmemek lazım diyorum .

Biz Kokari yi çok sevdik. Burada  ya konaklayın yada gününüzü geçirin. Ara sokaklarında dolaşın, alışveriş yapın keyif alacaksınız.

-Yeme İçme-

Cafe del MarIMG_9955   Gündüzleri kafe ve beach olarak hizmet veriyor. Plajı oldukça keyifli, serin serin esen rüzgara karşı şezlonga uzanıp güzel müzikler eşliğinde tüm gününüzü geçirebilirsiniz. Giriş ücreti yok, hatta şezlong ve duş ücretsiz, sadece ufak bir şeyler içmek ya da yemek yeterli. Yediğimiz her şey çok güzeldi bu arada.Ayrıca akşamları da hoş atmosferi ile keyifli olabilir. 

Meltemi Taverna.

Kokkari sahilinde, Cafe Del Mar ın hemen yanında yer alan mekanda güneşi uğurlamak güzel olurdu ama akşam yemeğine dağ köyünden bir başka tavernaya  rezervasyon yaptırmıştık.  Bir daha ki sefere inşallah dedik.

Goal BarIMG_0307

Adanın diğer tarafında denizin kenarında bir mekan. Akşamları çok kalabalık ama keyifli olacağını düşündüm yere bir daha ki sefere….

Kokari den Karlovasi ye doğru ilerlerken önümüze ilk çıkan plaj;

Lemonakie Beach IMG_0008 Taşlı, berrak, çok sayıda konforlu şezlongu olan ve yakınlarında  restoran bulunan bir plajdı.

Biraz ilerisinde

Tsamadou Beach IMG_0009Bir kısmında çıplaklar kampı var, denizi taşlı  ama güzel.Arabayı park ettikten sonra plaja dik merdivenlerden inerek ulaşıyorsunuz. İnişte sorun yok ama çıkış, biraz yorabilir.IMG_0011

Biraz daha batısında Avlakia plajı var.18983396046_4885f9b740_b

Çakıl taşlı ve derin suları olan bir plaj. Şezlong ve şemsiye yok. Sahilde yemek veya içmek için tavernalar var. Sahile kadar araba  ile ulaşılabilirsiniz.

Avlakia nın  biraz dışında Tsambou plajı var.IMG_0026Samos2 Arabayla sahile kadar inebiliyorsunuz. Bakir bir plaj. Çakıl taşlı ama güzel bir denizi var.Kenarında küçük bir kaç taverna var.Şezlong ve şemsiye mevcut.

   MANOLATES köyünde Ayhan Sicimoğlunun önerdiği Kallisti de yemek yemeğe gidiyoruz. Kokari den sonra yaklaşık 8-10 km ilerleyince, deniz kenarından yol , sola, sahilden içeri doğru kıvrılıyor.  Çam , selvi ve çınar ağaçlarının arasından gök yüzünün görülmediği, daracık dik virajlı yaklaşık 3 km lik bir yolu minubüsümüzle tırmanmaya çalışıyoruz.Çok şükür sağ salim yukarı çıktığımızda, muhteşem bir manzaranın içinde,  küçük sevimli bir köy bizi karşılıyor.IMG_0343 (2) Burası ayrıca bir sanat köyü. Seramikleri çok şirin boyamışlar. Sevimli küçücük dükkanlarda sergiliyorlar bu seramikleri.Yalnız biraz fiyat yüksek gelince sadece seyretmekle yetiniyoruz.

Bu köyden Stavrinides köyüne yarım saat süren bir yürüyüş yolu varmış. Biz akşam saatlerinde orada olduğumuz için şansımız olmadı.Direk restoranımızı arayıp buluyoruz. Sevimli küçük köy evlerinin ortasında bir mekan Kallisti Restoran.IMG_0023Restoranın ortamı da yemekleri de çok güzeldi. Şarapları muhteşemdi.Portakallı turtasını da mutlaka deneyin.

    AAA  RestoranIMG_0020

   Kalisti nin hemen yanında bulunuyor ve tripadvisorda çok iyi puan almış.Oldukça kalabalık ,rezervasyon yaptırılsa iyi olur. Ev yapımı şarabın  yanına fırında tavşan ve nohut köftesi öneriliyor.IMG_0022

Loukasın yeri: ev yapımı şarabı, leziz yemekleri ve manzarası ile önerilen yerler arasında

   VOURLİOTES dağ köyünü görmek çok istedim ama bizim fırsatımız olmadı. Vaktiniz varsa mutlaka gidin.

Pera Misi, Galazio Pisigadi, Pigi Pnaga önerilen tavernalar arasında.

AMPELOS köyü Manolates e dönmezde 3-4 km daha ilerlerseniz Ampelos tabelasını göreceksiniz. 4-5 km dönerek yukarı tırmanırsanız Manolates den daha doğal bir köy yaşamı sizi karşılayacak.

Sahilden devam ederek KARLOVASSİ ye ulaşıyoruz.

Burası adanın en büyük liman şehri. Araba ve tır taşıyan feribotlar buraya yanaşıyor. Ayrıca burada bir üniversite var. Bize çok sevimli gelmediği için yolumuza devam ediyoruz.

   İlk çıkan plaj Potami Plajı1469515155_potami-samos

    Şemsiye ve şezlong var. Şemsiye ve şezlonglardan faydalanabilmek için ufak bir şeyler yiyip içmek yeterli.  Plaj ince çakıl ama denize girdikten sonra ince kum dibi. Genelde yerli halk burayı kullanıyormuş  ama çok kalabalık görünüyordu.  

      Bizim asıl amacımız o gün için POTAMİ ŞELALELERİ ni görmek olduğu için şelale yoluna  Pamuğu park edip, giriyoruz.IMG_0037 Yanımızda akan nehrin şırıltısıyla ormanın içinden şelaleye doğru yol alıyoruz. Yaklaşık 1.5 km lik bir doğa yürüyüşünün ardından şelalecikle karşılaşıyoruz.IMG_0029Sanırım beklentim daha yüksekti ki hayal kırıklığı oluyor biraz.Türkiye de bu tür manzaraları hiç önemsemediğimizi düşününce kendimize kızıyoruz. Neyse buraya kadar gelmişken tepedeki tavernaya çıkıp bir şeyler içelim diyoruz. Aman siz sakın çıkmayın!!! Eskimiş, dökük, tahta, dimdik merdivenleri çıkmaya başlayınca her bir dönemeçte tavernaya geldiğinizi düşünerekten, sıcakta ellerinize ya bir kıymık yada çivi bataraktan, yaklaşık 20 dk tırmanıyorsunuz. IMG_0043Sonra sizi Allahtan muhteşem bir manzara karşılıyor çünkü muhteşem olmasa bile bir süre oradan kalkamıyorsunuz , aşağı inme  stresini kaldıracak gücü toplamanız lazım. Taverna sahibinin Karşıyaka dan buralara gelmesi muhabbetiyle oluşan hemşerilik duygusuyla , bize sürekli bir şeyler ikram ediyor ve biz uzunca bir sürede orada kalıyoruz.FullSizeRender (19) Sonra kendimize gelip hayatımızın sonuna kadar orada kalma korkusuyla bi solukta aşağıya iniyoruz.😂

İnişte karşımıza  Hippy’s beach bar çıkıyorIMG_0028      Güzel ve kalabalık görünüyor.

    Buradan sonra Megalo ve Mikro Seitani plajları görülebilinir.

Mikro Seitani  plajına gitmek isterseniz ; Potomi plajından  sonra tali yola girip devam ettiğinizde sag tarafta seitani yazan küçük bir tabela göreceksiniz. O tabelanın orada aracınızı bırakmanız lazım . 30-45 dakikalık orta zorlukta bir yürüyüş yolu var. Terlikle yürümek zor  yanınızda ayakkabı alın diyorlar. Plajı taşlık ve herhangi bir tesis yokmuş. Denizi dalgalıymış . Saklı kalmıs bir cennet ama biz yeterince doğa yürüyüşümüzü yaptığımızı düşünerek adanın güneyinde sakin rüzgarsız bir plaj aramak için yolumuza devam ettik.

Megalo Seitani mikro kadar güzel değilmiş ama plajı en azından  kumlukmuş.

Kerkis dağının eteklerinde MAROTHAKOMPUS a doğru yola çıkıyoruz.Dağın eteklerinde sevimli bir köy ama biz mola vermeden inişe geçerek plajlara doğru yol alıyoruz.

Limnionas plajı güzel ve sakin görünüyordu ama çakıllı plajı vardı.IMG_0025

Doğuya doğru sahilden yol alırken önümüze incecik kumlu bir plaş çıktı.

Psili Ammos plajı IMG_0053Pisagor a yakın olan kadar bilindik değildi ama biz beğendik ve plaja yerleştik.Arka tarafta dağın eteklerinde kafeterya gibi bir işletmesi mevcut.Şemsiye ve şezlong için para ödüyorsunuz.IMG_0054Bir şeyler atıştırıp, serin ama pırıl pırıl muhteşem bir denizin tadını çıkardıktan sonra akşam yemeği için daha önce giden arkadaşlarımızın önerisi olarak; Stella restoranı arıyoruz.Bahçe içinde çok sevimli ama küçük bir restoran.Önceden rezervasyonumuz olmadığı için ellerinde bizi doyurmaya yetecek malzemeleri olmadığını söyleyerek bizi üzülerek kabul edemiyorlar .

Bizde Pamuğumuza atlayıp ORMOZ balıkçı köyüne gidip Kerkis otelin restoranında akşam yemeğimizi yiyoruz .Dilek yarım adasının tam karşısında Şirin bir balıkçı köyü sahilinde ,sevimli bir ortamda ellerinde ne varsa yiyoruz.🙃😵🤑 Dilek yarım adasının tam karşısında (2)Yaşlı bir amca elinde torbalarda, ballı susamlı fıstık satıyor ,o kadar sevimli ki kıyamıyoruz ve 100 gramına 5 euro gibi bir para verip fıstıkları alıyoruz. İyiki de alıyoruz ,oğlumun severek tek yediği kuruyemişi keşfetmiş oluyoruz.Sonra amcamın arkasından koşturup elinde kalanın hepsini alıyoruz.Dilek yarım adasının tam karşısında (3) Çok keyifli bir akşam yemeğinin ardından otele dönüş vakti geliyor ,yolumuz uzun;adanın bir ucundan diğerine geçeceğiz.Ormanın içinden ıssız ama rahat bir yoldan otelimize ulaşıyoruz.

Adanın güneyinde yer alan denize dimdik dağların arasında bakir koyların sayısı oldukça fazla ama çoğuna teknelerle yalnızca denizden ulaşım var.Toprak yoldan inen dimdik virajlı yolları göze alabilirseniz muteşem manzara size ödül olarak sunuluyor.

Arabayla rahatça ulaşabileceğiniz güney plajları ;

Balos Plajı

Papa plajı  deniz çakıllı .Teraslı bir plaj  yapmışlar her terasa şezlong koymuşlar deniz güzel.

Potokaki plajı Psili ammos dan daha iyi diyorlar.Pythagorion un 2 km  batısında yer alır. İçinde yer alan Koyros retoran öneriliyor.

Otel Glicorisa nın plajı  Phytogorio merkeze 3 km,  Plaj sevimli, ücretli şezlong ve şemsiye mevcut. Kumsal çakıllı fakat deniz tertemiz ve keyifli,  rüzgarlı da değil

Zefiros plajı

Psili Ammos     Adanın güneyinde rüzgar almayan kumsal, süt liman deniz. 6 euro verip şezlong ve şemsiye kiralıyabiliyorsunuz. Dışarıdan yanınıda yiyecek ve içecek getirmek serbest. Yakında market de var. Tek sorun çok kalabalık olması ve çok Türk olması. Çocuklu aileler için en güzel yerlerden birisi. Bir kısmı askeri bölge olduğundan giriş yasak. Sahilin tam karşısı ise Güzelçamlı. Sofia’s adlı kafenin hem otoparkı var ücretsiz, hem soyunma kabini ve duşları, hem de plajda şezlongları.

Klima plajı  Posidonio ya inerken sağda. Girişte solda Kaduna tavernasına gidin.Otopark şemsiye şezlong duş ücretsiz.Plaj da denizde rahat yürünebilen çakıl taşlı . İskelesi olduğu için rahat girilebilir denize.

Klima merkezde, çok sempatik ve küçük dükkanlar var. Her şey gerçek anlamda ucuz fakat kaliteli. Burada: güzel bir deniz ürünleri yemeği yemek için: Agios Nikolaus’u tercih edebilirsiniz. Bu balıkçının özelliği: genelde turistlerin değil de yerli Yunanlıların gittiği bir balıkçı olması.

Posidonia plajı Türkiye’ye en yakın yer.Turkcell çekiyor.

Kerveli Plajı

Sidera  Plajı şemsiye şezlong yok

    Son günümüzü PYTHAGORİON  kasabasında geçiriyoruz.

Pisagorun doğup büyüdüğü yer olduğu için bence hepimiz için önemli. Öldüğü diyemiyeceğim çünkü o dönemin iktidarında olan zalim Polykrates le olan çatışmasından adadan kaçmış ve güney İtalya kıyılarında hayata gözlerini kapamış.

M.Ö. 570-495 yılları arasında yaşamış bu ünlü filozof ve matematikçinin “Pisagor Üçgeni” formülünü hepimiz biliyoruz sanırım. Müziğin matematikle olan ilişkisi ve felsefeyle ilgilenen Pisagor a, adalet kupasını ve verilmek istenen mesajı öğrenince bir kez daha hayran kaldım. Bazıları böyle deha olarak dünyaya geliyor işte.Adada, bir çok hediyelik eşya satıcılarında bulabileceğiniz bu kupayı almadan dönmeyin. pisagor (1)Bardak oldukça ilginç, ters çan biçiminde ve altı delik olmasına rağmen içindeki asla dökülmüyor. Ancak içindeki çizgiyi aşacak miktarda sıvı koyduğunuz anda içindekiler tamamen akıp gidiyor. Pisagor yüzyıllar önce bizlere ne kadar basitçe insanlık dersi vermiş.“İnsan bazen yaşamın sundukları ile yetinmeyi bilmeli, zira daha fazlasını elde etmek isterken elindekiler de kayıp gidebilir”.

   Kasabada küçük bir arkeoloji müzesi bulunuyor .IMG_0134

Pythagorion antik liman kenti ve güney doğusundaki Heraion Tapınağı Unesco Dünya Mirasları listesinde. Tanrıça Hera’nın antik çağdaki en büyük kutsal alanlarından bir tanesi.6205172-Heraion_Samos-0 Pythagorion’a yakın bir noktada, 8 km batısında   Ireon’da yer almakta. MÖ 570 yılında kurulmuş. En az 100 sütunla desteklenen 80 m uzunluğunda 45 m genişliğinde antik yunan şaheseri; o döneme kadar yapılan en büyük Yunan tapınağı imiş. Tapınağın büyük kısmı Pers savaşında yaşanan 30 yıllık kuşatmada yıkılmış. Çevresinde daha bir çok küçük tapınak, antik site ve 5. yy da yapıldığı düşünülen Hristiyan bazilikasının kalıntıları bulunuyor. Burada bulunan kalıntıların çoğu şehir merkezinde ki müzede sergileniyor.                                

 Arkaik çağın en önemli tapınaklarından olan yapının korunma durumu çok iyi değil, ama arkeoloji severlerin mutlaka görmesi gereken bir yer.  Şehir merkezinden yaklaşık 5 km uzunluğunda ki kutsal bir yol ile ulaşılıyor buraya. Zamanında: dünyanın en büyük tapınağı olması planlanan bu yer, hiçbir zaman tamamlanmamış. Efes Artemis Tapınağı yapılmamış olsaymış ana tanrıça Hera için yapılmış olan bu tapınak:  dünyanın yedi harikasından biri olacakmış. Ancak, Efesliler kendi tapınaklarının ölçüsünü biraz daha zorlayarak, boyut olarak ta, gösteriş olarak ta, komşuları Samos’luların bu görkemli tapınaklarını geçmişler .Bence zaman buraya daha acımasız davranmış o yüzden Ephesos gibi görkemli kalıntılar görmeyi beklemeyin.   Ziyaretçilerin, ayağa kaldırılmış tek sütun, çevredeki tanrıça heykelleri ve zemin kalıntılarından tapınağın bir zamanlar nasıl etkileyici olduğunu hayal etmeleri gerekiyor.😀 Çevrede: bir roma hamamı, başka tapınaklar ve antik yerleşimden kalan diğer kalıntılar da görmek mümkün.  Kutsal alanın sonunda, deniz kıyısındaki information house ziyaret edebilirsiniz. Girişler 6 euro, çocuklar ücretsiz.

   Christian Bazilika ve Earl Kalesini gezebilirsiniz.Bazilikanın içinde Samosun kurtarıcısının heykelini görebilirsiniz.                             Folklorik müze buradadır.

   Lygourgo Logotheki nin kulesi buradadır ve Bizans müzesi olarak kullanılıyor.

   Arka yamacına kurulu olan Monastery of Panagia Spiliani, 1586 dan bu yana bir çok tarihi mirasa ev sahipliği yapıyor. 95 basamaklı merdiveni olan beyaz manastır mağaranın içinde ilgi çekici. İçindeki dini resimler işlenmiş kurşunla çizilmiş.

Eupalinos kemeri tunnel_of_eupalinos_samos_6Dünya harikalarından biri olarak kabul ediliyor. Pitagorionun 2-4 km batısında yer alan yer altı su kemeri.  Kemer 1 km uzunluğunda ve 1.75 km çapa sahip. Kaynak suyunu: 1 km. ötedeki yerleşime getirebilmek için, antik Yunanlılar tarafından, 2500 yıl önce, dağın 9 metre altı oyularak yapılmış.  Girişten 425 metre sonra tünelin birleştiği yeri görebilirsiniz. Giriş 4 euro

   İşte ilk gün Limanına indiğimiz bu kasabayı gezmeyi son güne bıraktık ki akşam 17:00 da ki feribotumuza rahatça yetişelim diye.  Pisagor kasabası bize çok sevimli gelmedi. Sahili Marmaris limanındaki itici sıralı restoranların bulunduğu sahile çok benziyordu . En çok Türk burada olunca da böyle hissetmiş olabiliriz tabi. Kuzeyin püfül püfül esen rüzgarları burayı pas geçince ortam yangın yeriydi. Sıcaktan bunalmış şekilde Lykourgou Logotheti caddesinde alış veriş yapıp en ünlü dondurmacısı OrangeIMG_0057 de dondurmamızı yedik ve Limanın ortasında ki Pisagorun heykelini ziyaret ettik. Gelmeden önce gördüğüm fotoğraflarından  dolayı mı, matematiği çok sevmemden dolayı gönlümde ki yerinden mi bilemem ; daha büyük bir heykel beklemiştim . IMG_0140

 

-Yeme içme-

Trip advisor da en iyilerden biri seçilen Elia  restoran;  IMG_0135Akşam yemeğini deniz kenarında ve canlı müzik ile yemek isteyenler için doğru adres. Lezzetler ve servis oldukça iyi diye yorum yazanlarda var o kadar ünü hak etmiyor diyenlerde var. Fiyatları da görünce biz riske girmedik,siz denemek isterseniz rezervasyon yaptırmalısınız. Limanın sonunda rahatça bulabilirsiniz.

Maritsa : Ara sokakta, bahçe içinde ancak hava çok sıcak olduğu için  tercih etmediğimiz mekanın en ünlü lezzetleri: Dakos salatası ve ızgara ahtapotmuş.

Corner bar                                                                                                                    Gregory’s bar limanın çevresinde

    Trata taverna IMG_0145Soldaki sıra sıra restoranları geç liman dışına doğru git. Elia retoranı geçtikten sonra köşede. Remetaki plajında akşamları denizin üzerinde masalar kuruluyor.Fiyatlar ve kalite güzel.

Bir şeyler atıştırdıktan sonra Pamuğumuzla vedalaşıp en kısa zamanda tekrar gelmek üzere feribotumuza biniyoruz.Ve işte karşımızda beton yığınlarını gördüğümüzde Kuşadası na geldiğimizi anlıyoruz.😥IMG_0148

 

        

 

 

RİGA-BAĞIMSIZLIĞIN EN ŞİRİN MÜCADELESİ

Published by:

  •     b_RTU_riga21920x1080Daha önce ki yurt dışı gezilerimizi hep Lady Travel ile yaptık ve de çok güzel geçti, vaktim olursa onları da bir ara yazmak isterim bu arada.Turla gezi hem rahat  (hiç bir şey düşünmek zorunda değilsin) , hem ekonomik .Tek sıkıntı belli bir program akışının dışına çıkamıyorsunuz ve orada olmanın keyfini tam alamıyorsunuz. Bu sefer işte bu yüzden bir değişiklik yapıp , tur programımızı kendimiz yapalım dedik ve ; Riga -Tallinn -Helsinki-Stocholm gezimizi iki aile başlamış olduk.DSCN0263

    Letonya (İngilizcesi Latvia) nın başkentiyle başlamak neden diye düşündüğümde belki sizde düşünmüşsünüzdür😝; SSCB ayrıldıktan sonra meydana geldiği için nasıl bir ülke oluşmuş merak ettim tabiki ama esas ilgimi çeken yılbaşı ağacı süslemelerinin buradan tüm dünyaya yayılmış olduğunu iddiasında bulunmuş olmalarındandı. (Karakafalılar evinin önüne sekizgen şeklinde bir plaka yapmışlar ve plakanın her köşesine de sekiz dilde “1510 Riga İlk Yeni Yıl Ağacı” yazısını yazmışlar.) İddia diyorum ve noktayı değerli sümerolog prof. dr. Muazzez İlmiye Çığ ın yazısı ile koyuyorum.😍
“Hıristiyanların İsa’nın doğuşu olarak kutladığı noel bayramı, çok eski Türklerin yeniden
doğuş bayramıdır.IMG_9748
Türklerin, tek tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunuyor. buna hayat ağacı diyorlar. bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz.
Türklerde güneş çok önemli. inançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 aralık’ta gece gündüzle savaşıyor. uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor. işte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük
şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar.
güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor.
bayramın adı nardugan.
(nar=güneş, tugan, dugan=doğan) doğan güneş.
güneşi geri verdi diye tanrı ülgen ‘e dualar ediyorlar. Duaları tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar tanrı’dan. Bu bayram için, evler temizleniyor. güzel giysiler giyiliyor. ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar. Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar. Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş. Akçam ağacı yalnız Orta Asya’da yetişiyor. Filistin’de bu ağacı bilmezler.”  Yorum sizin artık…

DSCN0266

    Öncelikle biraz ülkeyi anlatayım ;

   Yaşayan halka baktığınızda , bunların hepsi Rus dersiniz ama halkın ancak %30 Rusmuş ve onlarıda yok sayıyorlar. Letonyalılar Letonyalı işçi çalıştırıyormuş,o derece yani..Dahası da var , gençler imza toplayıp İsveç e başvurmuşlar bizi sınırlarına kat diye 🙄Eğitim seviyesi çok yüksek olduğundan vardır bir bildikleri dedik.😂

Küçücük şehirde ki kütüphanenin büyüklüğü inanılmazdı

Küçücük şehirde ki kütüphanenin büyüklüğü inanılmazdı

    Dünya mirası listesinde 2014 de kültür başkenti olmuş.

    Ihlamur ve meşe ağacı Letonya’nın ulusal simgesiymiş. Ihlamur ağacı dişiyi, meşe ağacı da erkeği simgelermiş.

    Bayanların sayısı erkeklere göre bayağı fazla, taksi ve otobüs şoförlerinin çoğu bayan olunca durumu hemen kavrıyorsunuz.DSCN0262

    Konuşulan dil Latça,  tabi ikinci dil Rusça (kaçış yok 😀)

    800000 nüfuslu bu şehir orman ürünleri ihracatı ve transit taşımacılıktan gelir sağlıyor, turizmin yanında.

İşte  turizmine katkı amacı ile de her yıl sarışın festivali düzenleniyormuş. Birden şehir ilginizi çekti değil mi? 😂 Dünyanın her bölgesinden binlerce sarışın kadın turistin katıldığı festivalden elde edilen gelir, engelli çocuklar için oyun parkları kurulması amacıyla kullanılıyormuş.💚💛💙💜

DSCN0255

   Para birimi:LAT        1LAT=1.5 Euro     Biz gezerken 1Euro=2.2 TL imiş. Oyüzden şehir pahalı gelmemişti.Şuan 4 TL ye dayandığı için yorumda bulunamıyorum.😥DSCN0295

    1201 yılında Albert of Bremen tarafından kurulan Riga,  büyük su anlamına gelen  Daugava Nehri ile iki bölgeye ayrılıyor. 1991 yılında Sovyet hakimiyetinin bitmesi ile bağımsızlıklarını ilan ediyorlar. Halkın bağımsızlık mücadelesi de çok ilginç; Estonya, Letonya ve Litvanya halkı 23 Ağustos 1989 tarihinde Tallinn, Riga ve Vilnius arasındaki 600 km. yol boyunca el ele tutuşarak bir zincir oluşturuyor ve şarkı söylerek eylem yapıyorlar. Bütün Dünya’ya bu şekilde bağımsızlık isteklerini duyurmuşlar.Ne kadar medeni bir eylem öyle değil mi ?DSCN0293

   SSCB dağılmadan önce film çekimleri için buraya gelirlermiş.İçinden nehir geçen kentler hep güzel değil midir zaten? Nehrin doğu yakasındaki Orta Çağ’dan kalma Eski Kent, 19. ve 20. yüzyıl mimarili binalar, iki katlı müstakil evler, çok katlı Sovyet apartmanları ile çevrili.Otomobillerinin hem sayısı çok hemde çok lüksler , ama evler yıkık dökük geçirdikleri ekonomik krizden dolayı.Kapitalizme tam adapte olamamışlar yani.☺  Sistem için yıllarca köle gibi çalışan ve sonuçta bir dikili taşları bile olmayan insanların yaşadıklarının acısın çıkartmaya başladıklarını görünce mutlu mu oldum….bilemedim…DSCN0286

    2004 yılında da NATO ve Avrupa Birliği ülkesi olmuşlar. 

   Bugüne kadar arşivlenen 1 milyon 200 bin Letonya halk şarkısı varmış. UNESCO Letonya’nın kendine özgü bu halk şarkılarını dünya kültür mirası olarak korumak amacı ile çalışmalar başlatmış.

   İstanbul’dan Riga’ya THY direkt uçuşları Atatürk Havalimanı’ndan 3 saat sürüyor.DSCN0311

    Riga Uluslararası Havalimanı (Starptautiska Lidosta Riga) kapısının karşısından kalkan 22 numaralı otobüs havaalanından kent merkezine gitmek için kullanılabilir. Şehir merkezi 40 dakika sürüyor; otobüs durağında bilet makinesi var. Aynı yerden kalkan 222 numaralı minibüs de şehir merkezine gidiyor, şoföre 2 euro ödeniyor. Airport Express minibüsleri 5 euro karşılığı Riga merkezine daha hızlı gidiyor. Red Cab taksiler merkeze 12 euro, Baltic Taxi 15 euro ücretle götürüyor. Bunların dışındaki taksiler daha fazla para isteyebilir dikkat edin diyorlar.

   Döviz alacaksanız eğer havaalanından almamaya çalışın.DSCN0307

   House of Blackheads içerisindeki Turizm Bürosu ücretsiz tur ve broşürler sunuyor. Buradan alabileceğiniz , fiyatları 16 ila 26 euro arasında değişen Riga Card, müzeler ve bazı turistik yerler için indirim sağlıyor.

   Tramvay, otobüste araçların arka kapısından binip e bilet kartınızı oradan okutabiliyorsunuz. Beş  günlük sınırsız otobüs kartı 6 LAT  

    Toplu taşıma araç saatleri : http://www.piyassatiksme.lv adresinden ulaşabilirsiniz.

    Yürümeyi sevenlere Riga gezi için kolay ve rahat bir şehir.Ben boşverin bileti yürüyün diyorum…

    Güvenlik Türkiye de ki gibi.DSCN0321

     Guinness rekorlar kitabına giren dünyanın en sarhoş insanı buradan çıkmış, normal insanın bilincini yitirmesini sağlayan alkol oranının iki katı alkol kanında saptanmış.Alkol tüketimi hakkında da bilgi vermiş olduk böylelikle..😂DSCN0302

   Riga’nın turistik yerleri Eski Kent ve Özgürlük Anıtı çevresinde toplanıyor. Turistlerin gitmediği, köprünün diğer yakasındaki eski Agenskalns ve Tornakalns semtleri de çok ilginç.

  Yazın hava durumu ideal; hava sıcaklığı gündüz ortalama 22 derece, gece 14 derece. Çok nadiren 30 dereceye yaklaşabiliyor. Sıcaklardan kaçmak için ideal bir kent.Bizim ilk günümüz yağmurlu ve soğuk ikinci günümüz güneşli ve sıcaktı.Size bir fikir vermiş oldum galiba.😊

   Biz Riga da Radisson Blue Daugava da kaldık. DSCN0253Konum ve manzara olarak mükemmeldi. DSCN0247Stone Bridge köprüsünü geçerek DSCN0251karşıya vardığımızda kendimizi eski kent merkezinin içinde,  en ünlü meydanı olan Ratslaukums (Town Hall Skuare) de buluverdik.DSCN0227   Bu meydan Karakafalılar evi,Ronald Heykeli, Belediye sarayı ve Meslek Müzesini barındırıyor.

     House of Blackheads (Karakafalılar evi)DSCN0218

  Eskiden burada Karakafalılar denilen bekar yabancı tüccarlar loncası varmış. Onlara neden kara kafalılar demişler diye düşünüyorsanız oldukça basit olan açıklaması sizi de şaşırtabilir. Yabancı tüccarların saçları siyah olduğu için Letonyalılar kara kafalılar olarak adlandırmayı tercih etmişler.Yönetimin başında da Aziz Moritus adında bir zenci varmış. Dine karşı geldiği için kafası kesilmiş. Bu olaydan sonra binaya Siyah Kafalılar binası denmiş.DSCN0222

   Bunlar yılbaşında ormandan çam ağacı kesip yakarlarmış. Bir gün öyle büyük bir çam ağacı kesmişler ki bunu yakamamışlar ve meydanda bırakıp ne yapsak diye düşünmeye başlamışlar. Büyük çam ağacı orada oynayan çocukların çok hoşuna gitmiş ve süslemeye başlamışlar. Loncalarından çıkan karakafalılar da bu süsleme işini çok beğenmişler ve benimsemişler. Bundan sonra çam ağaçlarını yakmayalım süsleyelim demişler.1510 yıllarında başlayan  gelenek bugüne kadar devam etmiş.Diyorlar😇DSCN0219

   Şuan Turizm Ofisi olarak kullanılıyor.Aziz Maus un temsili resmi binanın üzerinde bulunuyor. 2. Dünya Savaşında yerle bir olmuş, 95 yılında restore edilmiş.Bina o kadar çok yıkılıp yapılmış ki ; üzerinde  “yıkılırsam tekrar yap ” yazıyor.DSCN0221

 

    Meydandaki heykel Ronald ın heykeli.Old-Town-Riga-Bölgesi (3)   Benim gibi cahil olup da kim Ronald derseniz eğer 😂; Kutsal  Roma nın kurucularından Jarmen in yeğeniymiş. 1955  de bağımsızlık haklarını temsilen yapılmış. Hava şartlarından etkilenmesin diye orijinali  Aziz Peter Kilisesinde sergilenmekte.

   Belediye Sarayı

  Bina güzel ama içi ziyarete kapalı.Terastaki çanlar her saat ayrı bir melodi çalıyor.

   Siyah Kafalılar evinin hemen yanı başında meydanın mimarisine hiç uymayan modern bir yapı gördüyseniz ;  işgal müzesine bakıyorsunuz. Siyah tuğlalı kasvetli binada, 1941–1991 yılları arasında Nazi ordusunun Letonya’da yaşayan Yahudilere yaptığı katliam belge ve resimlerle sergileniyor.

  Meydanın arkasında görünen kiliseye doğru ilerliyoruz.

      St. Peter KilisesiDSCN0305

   1209 yılında inşa edilen Skarnu Caddesi’ndeki St. Peter’s Church,  Riga’nın en eski kilisesi. Kilisenin, 1721 de üzerine yıldırım düşünce kulesi yanıyor, bunun üzerine Çar; itfaiye teşkilatı kurduruyor (her şerde bir hayır aramak lazım diye boşuna dememiş atalarımız.🙂 ).

Yangın görüntüleri kilisenin içinde sergileniyor.

Yangın görüntüleri kilisenin içinde sergileniyor.

     123 metre yüksekliğe sahip kulenin asansörle  72 metresine kadar çıkılınabiliniyor. DSCN0304     Asansöre 2. kattan biniliyor ve tabiiki çıkış ücretli olup; erişkin 5 LAT , çocuk 2 LAT.  İçinde sergi ve konserler düzenleniyor ,biz gittiğimizde de enteresan bir sergi vardı.DSCN0213

 

Kilise içinde ki sergiden

Kilise içinde ki sergiden

    Gotik mimarinin en güzel örnekleri arasında yer alan yapı 1209 yılında inşa edilmesine karşılık günümüze gelene kadar birçok defa yakılıp yıkılmış, tadile edilmiş ve yapıya pek çok yeni bölme eklenmiştir. 15. yüzyılda eklenen altar, 19. yüzyılda inşa edilen kule ve 1975 yılında kulenin ön cephesine yerleştirilen sadece akrebi bulunan saat yapıdaki değişimlerin örnekleri arasında yer alıyor.    Kilisenin kulesine 2. kattan asansöre binip  (Pazartesi günleri hariç) çıkabilirsiniz.Tüm kent muhteşem manzarasıyla önünüze geliyor. Gezdiğiniz yerleri yada gezeceklerinizi  buradan rahatlıkla görebilirsiniz.

DSCN0207

 DSCN0206DSCN0205   

    Kilisenin sağ tarafında yer alan Bremen Mızıkacıları heykelinin ise, DSCN0360çok hoş bir anlamı var. Heykel; 12. yüzyılda ticaret için Bremen’den Riga’ya gelen tüccar ve denizciler tarafından kardeş şehir olarak görüldüğü için hediye edilmiş.

   Arka tarafında kalan yapı ;

     St. John Kilisesist john riga

   St. John’s Church Jana Caddesi’nde ve Pazar-Pazartesi hariç ziyarete açık, ücretsiz. Mihrabı Rönesans döneminden olup Hz. İsa’nın ölümü, göğe yükselişi ve yeniden dirilişini tasvir eden resimler var. Tavan ise Gotik dönemden ve 5 ayrı bölümden oluşuyor. İçinde dev bir org bulunan kilise 13. yüzyıldan kalma.

   Yürüyerek ara sokaklardan geçiyoruz, her biri birbirinden güzel binalar arasında sevimli kafeler .restoranlar.. burada , yok yok şurada, hepsinde oturmak istiyor insan.

   Jauniela caddesine geliyoruz. Bu caddeyi görünce neden bir çok sinema filminin çekimlerinin burada yapıldığını anlıyorsunuz. Dome meydanına geçiveriyorsunuz. 

     Riga Dome Katedrali  / Dome Cathedral133578663072

    Dome meydanın ortasında bu bölgenin UNESCO tarafından Dünya Kültürel Mirası ilan edildiğini duyuran bir plaka bulunuyor.

    1207 yılından kalma, 114 metre yüksekliğe sahip kilise, şehrin en görkemli yapılarından birisi ve ayrıca Baltıklar‘ın da en büyük ibadethanesi.15. yüzyılda ise yapıya şapel, orta ve yan nef eklenerek yapı bazilikaya dönüştürülmüş.

   1710 yılındaki Riga Kuşatması başta olmak üzere katedral birçok sefer zarar görmüş ve defalarca kere restore edilmiş. Dışarıdan zaten oldukça heybetli görünen bu yapı, özellikle içerisinde bulunan 6768 borulu dev org ile çok meşhur. E ne olmuş yani diyenlere , insanlar o dönem bu org dan müzik dinlemek için akın akın bu katedrale geliyormuş.

  Katedralin tepesindeki horozu, Letonya da birçok kilise ve katedral  sembol olarak kullanmış.

Rīgas Doma gailis un lode pēc restaurācijas darbu pabeigšanas 2015. gadā.

Her yerde görebileceğiniz bu horozda simge haline gelmiş.

   Hristiyan geleneğinde horozun, sabah ötüşüyle tüm kötülükleri ve şeytanı kovduğuna inanılması,  seçimde  etkili olmuş.  Aynı zamanda bir liman şehri olan Riga da horoz, sembol dışında rüzgar fırıldağı olarak hizmet vermiş. Bir tarafı altın rengi, diğer tarafı siyah olan horoz, kente giriş yapacak olan tüm gemiler tarafından görülürmüş. Rüzgar denizden estiğinde horozun parıl parıl parlayan altın tarafı gemiler tarafından görüldüğünde huzurla limana girerlermiş , eğer horozun siyah tarafı görülüyorsa bu rüzgarın karadan denize doğru estiğini gösterdiğinden daha dikkatli limana giriyorlarmış. 

   Katedral aynı zamanda Riga başpiskoposunun ikametgahı olarak da kullanılıyor.  

   Nehire paralel ara sokaklardan kuzeye doğru ilerlerken Üç Kardeşler Evine geliyoruz. 

    The three brothers (3 Biraderler Evleri)Three-brothers

     Orta Çağda yani yüzyıllar önce Riga’da evler nasıldı diye merak ederseniz “3 Biraderler Evleri” ni görmenizi tavsiye ederiz. 17, 19 ve 21 nolu evler Riganın Ortaçağ’dan bugüne kadar gelebilen evlerini temsil ediyor. Üzerlerinde hangi yılda inşa edildikleri yazıyor.Şehrin en eski amblemi burada. Birinde küçük bir mimari müzesi var ve Letonya hakkında çeşitli sergiler düzenleniyor.
    Riga’nın tanıtım yüzü olan bu kartpostal gibi yapı, Sovyet işgali esnasında yıkılsa da, 1990’larda yeniden yapılmış. Benzerini Stockholm’de de gördüğümüz bu rengarenk bina, gerçekten çok hoş..

    Nehir kenarına doğru geldiğimizde camekanlı bir yapı içinde insan heykeli görüyoruz;

     Büyük Christopher / Big ChristopherDSCN0319

    Büyük Christopher, sel ve diğer doğal afetler kentin koruyucusu kabul ediliyor. Efsaneye göre 16. yüzyılda Daugava Nehri’nin kenarında küçük bir mağarada ortaya çıkıyor ve derin sel sularından küçük bir bebeği kurtarıyor. Bebek bütün gece mışıl mışıl uyuyor. Ertesi  gün bebeğin yerinde çil çil altın buluyor ve bu altınların hepsini Riga Şehrini kurmak için kullanıyor. DSCN0322    Yüzyıllardır şehrin sembolü olan Büyük Chiristopher’a uzun bir yolculuğa başlamadan önce çiçekler sunup saygı gösteriyorlarmiş. Şu anda nehrin kenarında yolcuları selamlayan heykel aslının kopyası, gerçek heykel Riga Tarih müzesinde saklanıyor.Christopher e el sallayarak ayrılıyoruz.

    Eski şehir bölgesinin en kuzey ucuna , kalenin olduğu bölgeye geliyoruz.

    Riga Kalesi / Castle Square / Riga CastleRiga-kalesi

     Riga Kalesi Daugava Nehrinin kenarında , eski şehrin kuzeyinde bulunuyor. Riga Kalesi; Riga ve Livonya tarikatı arasında yaşanan çatışma sonrası yapılan anlaşma gereği 1330 yılında inşa edilmeye başlanmış. Temelleri atıldığından 17. yüzyılın sonuna kadar sürekli inşaat aşamasında olan kale teknolojik gelişmeler gibi sebeplerden dolayı sürekli yenilenmiş, DSCN0243     Kale 1922 yılından bu yana Ulusal Tarih Müzesi ve cumhurbaşkanı ikametgahı olarak kullanılıyor. Şu anki görünümü orijinaline benzer şekilde yeniden inşa edilmiş  hali. İçerisinde Letonya Ulusal Tarih Müzesi (bilet 3 euro, fotoğraf çekmek ayrıca 7 euro), Yabancı Sanat Müzesi (ücret 3,5 euro, fotoğraf 0,75 euro) var.İçerisine giremiyoruz kapalı olduğu için ve Riga’nın ince işlemeli binalarının gölgesinde Pilsetas  kanalına doğru yürümeye devam ediyoruz.

    Literatür ve müzik müzesinin önünden geçip Sanat Müzesini de dışarıdan seyrettikten sonra Torna Street de İsveç Kapısının önüne geliyoruz.Burası orijinal  halini koruyan tek kapı imiş.DSCN0327

    Oradan ; Savaş müzesine giriyoruz.War_museum (2)    Giriş ücretsiz. Letonya Savaş Müzesi, ulus için bağımsızlık mücadelesi veren Letonya’nın 20. yüzyılda yaşadığı askeri ve siyasi tarihini ortaya koyuyor. Silahlar,askeri belge ve üniformalar ilginçti.Trene yaklaşınca düdük çalması ve mankenin önünden geçerken kafayı çevirmesi özellikle çocukların  hoşuna gitti ve onlar için eğlenceli bir müze gezisi oldu. Sonuçta onlar mutlu biz mutlu😂

    Güneye doğru ilerlerken, Cat House  önümüze çıkıyor; Cat+House+Riga

   Riga’nın sokaklarında gezerken hediyelik eşya dükkanlarında bir çok kara kedi figürüne rastlayacaksınız. Burada çok meşhur olan kara kedinin hikayesi ise şöyle: Eski zamanlarda bir tüccar, Tüccarlar Loncasından atılmış. Evi ise Tüccarlar Loncasının yanındaymış. Buna çok kızan tüccar tepkisini belli etmek için evinin çatısına 2 tane kara kedi figürü yaptırmış ve bunların kuyruklarını ve sırtlarını Loncaya doğru çevirmiş. cat-house-riga   Tüccarlar Loncasındakiler buna çok bozulmuşlar. Daha sonra iş tatlıya bağlanınca  kedilerin yüzünü Tüccarlar Loncasına doğru çevirmiş. Ne kadar  sanatsal ve esprili bir öfke belirtisi, keşke hep başarabilse insanlar bunu.

     Bastejkalns ParkıIMG_1658

     Şehir merkezinde olmasına rağmen son derece sakin bir dinlenme alanı. Nikahtan sonra çiftler soluğu burada alıyor ve beraberlikleri sonsuza kadar sürsün diye Pilsetas Kanalı’ndaki Aşk Köprüsü’ne, üzerinde adları veya baş harfleri yazılı kilit takıp anahtarı suya atıyorlar.DSCN0358   Boşanma oranlarına bakılırsa çok işe yaramıyor.😭

   Muhteşem huzurlu bir ortam , savunma amaçlı açılan kanalın içinde tekne turları da düzenleniyor vaktimiz olsaydı katılmak isterdik.DSCN0348   Milda nın önündeki köprünün dibinden Riga by kanal firmasına ait tekneler kalkmakta ve kişi başı 6 LAT.DSCN0340 Önünde ki Opera Binası da çok güzel.Oradan bir meydana çıkıyoruz;

    Brivibas Meydanı, arkamızda Özgürlük Anıtı ( Monument of Fredom)DSCN0332

    Letonca adı Brivibas piemineklis olan , Riganın en önemli anıtı 1918-1920 yılları arasında Letonya’nın özgürlüğü için savaşanların anısına yapılmış olan Letonya Özgürlük anıtı 1935 yılında açılmış. 43 metre boyu ile Avrupa nın en yüksek anıtlarından Bu anıttaki Kadının adı Milda , anıt bazen bu isimle de anılıyor. Elinde tuttuğu yıldızlar ise ülkenin 3 bölgesini temsil ediyor ve üzerinde “vatan”ve “özgürlük” yazıyor. DSCN0333   Bu 3 yıldızın, kimileri tarafından Estonya, Letonya ve Litvanya’yı temsil ettiğine inanılıyormuş. Sovyetler döneminde anıt seyahat acentesi olarak ün salmış çünkü anıta çiçek bırakan Letonyalılar Sibirya da ki çalışma kamplarına tek yönlü bilet kazanıyormuş.

       Milda nın önünde Lamia Clocks (Laima İntena)52778098

   Bu 1924 yılında yapılmış bir saat kulesi.Şehrin en iyi şekerlemecisinin ismini vermişler.İyi şanslar  demekmiş.Kışın üzerine kazak giydirip boynuna atkı takıyorlarmış.😊 Gençlerin de buluşma noktasıymış.

      Mutluluk Lambası gleznotaju

     15. yy dan kalma tarihi, Old Riga Hotel Vecriga üzerinde yer alan lambanın hikayesi çok tatlı; Çok yetenekli bir demir ustası varmış, ondan eşya alanlar sürekli çok mutlu olduklarını söylerlermiş oda bu lambayı yapmış ve adını mutluluk lambası koymuş.Neden bu ismi koyduğunu soranlara “Mutlulukta ışık gibi elde tutulamaz,saklanamaz,paylaşmak zorunludur” demiş.

      Powder TowerPowderTower1104

    Eski zamanlardan bugüne ulaşabilen bu kule orijinalliğini koruyor.

      Riga Rus Ortodoks Kilisesi
      Old Town bölgesinin dışında.Hani “Rus kültüründen kaçış yok”  demiştim ya. İşte dinde de geçerli. Halkın büyük bir kısmı Ortodoks.

     1991 Savunma Müzesi
Museum of the Barricades of 1991 Kramu Caddesi’nde. Sovyetler Birliği’nin son senesinde yeni seçilmiş Letonya hükümetine karşı birlikler göndermesi ve çıkan olaylarla ilgili, ücretsiz.

    Bilim akademisi

   17. katından manzara çok güzelmiş ben çıkmadım .Ücretli diyorlar.

    Riga Central Marketphoto0jpg (2)

    Dört zeplin hangarına ancak sığan şehrin en güzel yerel pazarlarından birisi olan bu pazar yeri 1930 yılında oluşturulmuş.DSCN0185 Avrupa’nın da en büyük pazarlarından birisi olan bu pazarda, rengarenk tezgahlar, tezgahların üzerinde balıklar, etler, meyveler, sebzeler satılıyor. DSCN0186Daha önce hiç görmediğim meyve sebzelerin ancak resmini çekebiliyorum. 7:00-18:00 arası açık. Yerel halkın hayatını gözlemlemek için çok güzel bir yer burası. Ben zaten oldum olası pazarlara bayıldığım için burada da kendimden geçtim.

     TV KulesiDSCN0175

    Demiryolu köprüsünün ada üzerinde ki ayağının yanında bulunuyor.368 metre yükseklikte.

    1991 Savunma Müzesi

    Museum of the Barricades of 1991 Kramu Caddesi’nde. Sovyetler Birliği’nin son senesinde yeni seçilmiş Letonya hükümetine karşı birlikler göndermesi ve çıkan olaylarla ilgili, ücretsiz.

     KGB Merkezikgbriga (2)

    Eski Sovyet KGB Merkezi Köşedeki Ev olarak biliniyor. Zamanında Letonya’nın en yüksek binası olan yapının en üst katından Sibirya’nın görülebildiği söylenirmiş. Sovyet rejimine karşı birçok Letonyalı burada sorguya çekildi, işkence yapıldı, öldürüldü veya Sibirya ya sürgününe gönderildi.

      Teknik üniversite görülebilinir.

     Acı Çeken Meryem Ana Katolik KilisesiDSCN0326

    Catholic Church of Our Lady of Suffering (Sapju Dievmates katolu baznica) adlı yapı, 18. yüzyıldan kalma olup kentteki ilk taş kilise.

    Old Gertrude Church

    St. Gertrude Old Church bir Evangelist Lüteriyen kilise. Gertrudes Caddesi’ndeki kilise etnik Alman cemaatin ibadet yeri.

      Jurmala Bölgesi
    Bu sahil beldesi 25 km uzaklıkta ve trenle gidebiliyorsunuz yada şehir merkezinde bulunan Daugava Nehrinden buraya teknelerle de gelinebiliyormuş. Tren bileti fiyatları 1.50 Euro. Direk Riga tren istasyonundan trene binilebiliyor. Burası yem yeşil ormanlarla kaplı, gayet lüks evlerin olduğu bir yer . Özellikle Riga festivalleri ve konserleri Jurmala bölgesinde düzenleniyor ama biz ne yazık ki denk gelemedik.

     Neler yenir içilir

   Kahvaltıda çiğ somon yiyorlar.

   Pilavı yağsız yapıyorlar servis sonrası tereyağını ilave edebiliyorsunuz.

   Mantıya benzeyen özel yemekleri var.

   50’den fazla ödül alan, Siyah Balsam birinci sırada yer alan içecekleri. 24 ayrı malzemeden yapılan balsamın formülünü sadece üç kişi biliyormuş. Tervetes ve Cesu oldukça yumuşak tadı olan yerel biraları.Teverte , Old Town da her yerde bulabilirsiniz. Skyline da Cesu bira içebilirsiniz.

    Balıkta en revaçta yılan balığı var.

    Biz yemedik ama Arpa çorbası Letonya mutfağının klasiklerin denmiş. Kuzey ülkelerini hepsinde olduğu gibi temelde patates, Çavdar, lahana, havuç, peynir ve krema ile besleniyorlar.

   Double cafe : DSCN0217Starbucks  kafe benzeri bir yer. Her köşe başında var.Fiyatlar güzel ve çok çeşitli yiyecekler bulabilirsiniz.

  Skyline bar : Şehir merkezindeki Reval otelin 26. katında.Cuma ve cumartesileri gece kulubüne dönüyormuş.Manzara için gidilmeli diyorlar.

   II Patıo : İtalyan restoranı ve üç tane var.

   Kabuki retoran : Sushi isteyenler İstanbuldan daha ucuz fiyatlar ile ulaşabilirsiniz.

   Lido Lokantası : Milda nın yanında ki Ortadoks Katedralinin yanından gir.500 çeşit yemek var. 3 katlı bir lokanta büyük bir bahçesi var ve içinde Baltıkların en büyük buz pisti var.

   Dada (Moğol) Lokantası : Merkezde Wagnera Caddesinde.Tabağınıza doldurduğunuz çiğ meyve ve sebzeleri pişirip geri getiriyorlar.

    Wilhems :yirmiye yakın pankek ve krep çeşitleri önünüzde hazırlanıp servis ediliyor.

    Rosengrals Retoraan : Old Town merkezde, limandan merkeze açılan gizli bir geçitin açıkdığı 800 yılıllık bir yapının mahzeninde kurulmuş, sadece mum ışıkları ile aydınlatılmış, kendinizi ortaçağda hissedeceğiniz bir ortam.O dönemde henüz patates Amerika dan getirilmediği için patates yemeklerde yok. Fiyatları bize yüksek geldi ama siz yinede bir göz atın ortama.    

    Benjamin Restoran : Europa Royal Hotel in içinde.

    Osiris Cafe : Sanatçıların tercih ettiği bir yer.

    Vincents Restoran : George Bush ,Elthon John gibi ünlülerin yemek yediği bir mekan , tahmin ettiğiniz üzere fiyatlar biraz yüksek.

   Nelburgs  Restoran : Şehir merkezinde kendi otelinin altında şık bir mekan.

   Varzob : Küçük sevimli Özbek lokantası.

   DSCN0195     Riga yı çok beğendik ama bize ayrılan sürenin sonuna gelindiğinden ; Estonya ya gitmek için daha önceden internetten aldığımız Eurolines biletlerimiz ile otobüsümüze biniyoruz..

KÖLN-BİSİKLETLE GELEN HUZUR

Published by:

   22e9483771014cb6685f275666d485aaYaklaşık 7 yıl önce gittiğim Brugge gezisi sonrası (henüz bu geziyi size anlatmadım 🙂 ),  Köln havaalanınından kalkacak uçağımıza binmek için şehirden geçerken uzaktan gördüğüm ; Dom katedralinin muhteşem,  heybetli duruşu beni büyülemişti . Ve o gün,  mutlaka bu şehir için özel olarak gelmeliyim demiştim. Kalkışma sonrası memurların yıllık izinlerini kullanabilecekleri açıklanır açıklanmaz,  oğlumun Gamescom fuarına gitmek isteği ile Köln e gidebilme olasılığı,  beni işte bu yüzden daha çok heyecanlandırdı ve Stuttgart gezi notlarında bahsettiğim gibi tüm imkansızlıklara rağmen   Alamanya turumuzu başlattık. 😎DSCN0991

    İşte şimdi turumuzun son durağı olan ; Almanyanın dördüncü ama en çok Türk nüfusuna sahip ikinci şehri Kölndeyiz.😍DSCN0996

    Şehir M.S. 50 yılında Roma imparatoru Cladius tarafından koloni olarak kurulmuş. İmparator Claudius kente eşi İmparatoriçe Agrippina’nın adını vermiş, böylece koloni M.S. 425 yılına dek Colonia Claudia Ara Agrippinensium (kısaca CCAA) olarak anılmıştır. Daha sonra buraya Latince Koloni anlamını taşıyan Colonia denmiştir diyenlerin yanında ;DSCN0995

  Cologne ve Kolonya adının oluşumunda bana göre 😂 esas neden , “eau admirable” (Hayranlık uyandıran su) ismiyle üretilen kokunun burada bulunuşu.DSCN0993

   “Eau de Cologne” “Köln Suyu” demekmiş.  Köln’de ” Kolonyayı  ilk defa 1690’da  Jean Paul Feminis adlı bir seyyar satıcı yapmış. Bu şahıs kolonyayı yaptığı reçeteyi Giovanni Antonio Farina adlı birisine bırakıyor, o da yeğeni Giovanni Maria Farina’ya veriyor.Ve Giovanni Maria kolonya yapımı üzerinde çalışarak  “hoş lavanta suyu” adıyla ilk kolonyayı yapıyor.Köln Tıp Fakültesi’nin bu kokuyu tıbbi ürün olarak onaylamasının ardından da kolonya Avrupa da yaygınlaşıyor.471oriw_aedc__49

   4711 ismindeki kolonya markası bizim alıştığımız kolonyalardan farklı olmasa da, marka savaş döneminde, 4711 numaralı adreste üretim yaptığından ismini buradan almasıyla ilginç. Hikayesi sizi de cezbedip almak isterseniz eğer Köln Katedralinin karşısında ufak bir mağazası var.IMG_4054

   18. yüzyıl sonlarına doğru Fransız, sonrasında da Prusya egemenliğine giren şehir, 1. Dünya Savaşı’nda zarar görmemiş ama. 2. Dünya Savaşında  büyük hasar almış. Neredeyse tamamı zarar gören şehir, savaşın ardından hızla gelişmeye ve büyümeye devam etmiş.

    Direk uçuşunuz Köln e ise, Şehir merkezine 20 km mesafede olan Uluslararası Köln/Bonn Havalimanına ineceksiniz. Birbirine bağlı iki farklı terminalden oluşan havalimanından şehre ulaşmak için treni kullanabilirsiniz. Havalimanının içinden geçerek ulaşabileceğiniz ICE tren istasyonundan bineceğiniz trenle 12 dakikada şehir merkezine varabilirsiniz. Terminalden merkeze ayrıca otobüsle de ulaşım sağlayabilirsiniz. Yada,  daha rahat ve hızlı bir yolculuk için seçiminizi taksilerden yana kullanabilirsiniz.

  Şehir içi dolaşmak istediğiniz de ; Köln’de son derece gelişmiş bir tren ağı bulunduğundan  tramvay, metro ve banliyö trenlerini kullanabilirsiniz. Bilet ücreti 2.80 euro.DSCN1007

 Köln fuarlar ve festivaller şehri . Zaten daha önce bahsettiğim üzere bizde bilgisayar oyunları fuarı için buradaydık. Gamescom Avrupanın en büyük oyun fuarı. IMG_4065  Ve bizim gittiğimiz yılın özelliği de; bu yıl ki partner ülke Türkiye idi ve en büyük stand alanı bizim ülkemize aitti.IMG_4057Ben fuar alanına girmedim , hem ilgi alanım değildi hemde  son anda yola çıkabildiğimiz için , fuar giriş biletlerini de önceden alamadığımızdan neredeyse on katı bir fiyata karaborsadan aldık.😭Sonuç olarak baba oğul birlikte katıldılar bende kendimi şehrin ara sokaklarına attım. 😍 IMG_4052  Tabi ki  fuardan dolayı şehir muhteşem kalabalıktı.Son anda ayarlama yapmak zorunda oluşumuzun getirdiği sıkıntılardan biride otellerde yer bulma konusundaydı.Ve  yer bulamadık ama bu konularda muhteşem becerikli olan eşim bize küçük, sevimli bir ev ayarladı. 

köln deki evimizin balkonu

Köln deki evimizin balkonu

 

Ne şirin bir balkon değil mi?

Ne şirin bir balkon değil mi?

Önceleri bu fikir hoşumuza gitmedi fakat daha sonra birden kendimizi o şehirde yaşıyormuş hissine kaptırdık ve bu his farklı bir mutluluk verdi bize. Mevsimin yaz oluşunun da bu mutlulukta  önemli bir payı var sanırım. Kış aylarında aynı duyguları yaşar mıydık bilemiyorum. 😜

Fuar için gelenleri akşamları eğlendirmeyi ihmal etmediler

Fuar için gelenleri akşamları eğlendirmeyi ihmal etmediler

   Şehirde dar sokakların sayısı oldukça fazla. Bu da zaman zaman otomobille ulaşımı zorlaştırabilir. Bu sebeple yerliler genelde şehir içinde bisiklet kullanıyor. Bu şehri sevme nedenlerimden bir tanesi de işte bu.. İnsanlar okuluna, işine giderken bisiklet kullanıyor. DSCN0998   Trafik bu yüzden rahat, bayanlar mini etekleriyle gayet şık işe gidiyorlar; kimse rahatsız etmiyor.Ülkemin bu yönde giderek gerilediği dönemlerde iç çekerek baktım bu manzaralara…Neyse kedinin uzanamadığı ciğere mundar demesi gibi; bisiklet yoluna taşmadan  kaldırımlarda yürümek,  bizim (en azından benim için) sıkıntı oluşturdu.Türklüğümüze laf getirmemek için biraz gerildim😂 Gel de ülkendeki bu rahatı arama….

  11. ayın 11 inde saat 11 de başlayan Köln Karnavalı diğer adıyla Beşinci mevsim Karnavalı 18 Şubata kadar devam eden büyük ve eğlenceli bir karnaval.Farklı kostümlerle beşinci mevsimin gelişini kutlayan insanlarla bir arada olmak ne kadar güzel olurdu değil mi…

   Crazy days, Weinwoche, Romanische sommer, Köln Bücherherbst diğer önemli festivallerindem…

     Evet artık şehri gezmeye başlayalım; tabi ki en ünlü yapısıyla…DSCN1005

     Eyfel Kulesi tamamlanmadan önce Avrupa nın en yüksek kulesi olan, kentin en ünlü yapısı , inşaatı tam 632 yılda tamamlanmış gotik tarzdaki çift (“Aziz Piyer” ve “Meryem” isimli )  kuleli Köln Katedrali (Kölner Dom)’dir. Ve 7 bin m² alanda, 157 metreyi bulan yüksekliği ile 1996 yılında; UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek, koruma altına alınmıştır. 2004 yılında ise, yapı, görsel anlamda, çevresine inşa edilen yüksek binalar nedeniyle, tehlike altındaki dünya mirası listesine dahil edilmiş. Ancak, katedral yakınında ve çevresinde inşa edilen binaların yüksekliklerinin ayarlanmasının ardından, bu durum, 2006 yılında iptal edilmiştir. sonuç olarak UNESCO tarafından alınan önlemler ile, günümüzde katedral çevresinde yüksek binalar yapılmasına izin verilmiyor.DSCN1013

   Almanya’nın ikinci, dünyanın en büyük üçüncü kilisesi olan Köln Katedralinin, inşaatı 1248 yılında başlamış,  yüzyıllar boyuncada  parasızlıktan bir türlü bitirilememiş. En sonunda Prusya Kralının birisi daha fazla dayanamamış ki , ayırdığı kaynakla 1880 yılında nihayet tamamlanmış. Bitmiş bitmesine de bu sefer daha önceden yapılan yerler kararmış, hadi onları temizleyelim derken etrafında neredeyse yılın her zamanı iskeleler,  eksik olmuyormuş. Gerçi halen pek çok noktası kapkara ama bu onun ihtişamına gölge düşürmüyor bence. 2. Dünya Savaşı sırasında yağan asit yağmurlarından karardığını söyleyenlerde var ama sonuçta o karalığın verdiği ürkütücü büyüklük hissi muhteşem. 2050 yılında restorasyon çalışmaları sonucu beyaz renge bürünecekmiş. Biz görür müyüz bilemem…kısmet..DSCN1015

   1922 yılında, 24 tonluk, Petersglocke denilen ve dünyanın en büyük sallanan çanı olan, çan eklenmiş.Yapının uzunluğu: 144.5 metre ve genişliği: 86.5 metredir. Yapının bulunduğu yerde, daha önce, 4’ncü yüzyılda inşa edilen Roma tapınağı bulunduğu ve bunun 1248 yılında yandığı söyleniyor. Yapı tamamlandığında: İmparator I. Wilhelm tarafından kutsanmıştır. 18 Ağustos 2005 tarihinde ise, Papa Benedict tarafından katedral ziyaret edilmiştir.

   Kent merkezindeki Merkez Gar’ın hemen yanında yer alan yapı yıl içerisinde konserlere ve gösterilere ev sahipliği yapıyor.Bizim gezdiğimiz akşamda Katedral için özel bir gündü.İnsanlar çok şık giyinmişler ve ..

   Hemen katedralin önündeki meydanda Haç Çiçeği modelinde bir anıt bulunuyor. Açıklayıcı tabelalardan birisinin Türkçe ve anıtın, Katedralin 1880 yılında tamamlanması anısına dikildiği, orijinalinin katedralin tepesinde olduğu yazıyor. Yine anıtın biraz ilerisinde 50 yılından kalma tarihi bir Roma kapısının kalıntıları bulunuyor. DSCN1014

   Katedralin içinden 98 metre yükseklikteki, seyir platformuna çıkmak için 510 basamak tırmanmak gerekiyor, Ren nehrinin hakim olduğu, muhteşem bir şehir manzarası izlemek güzel olur. Ancak, sağlık sorunu olanlar dikkatli olsun derim,  çünkü dar merdivenler bir türlü bitmek bilmiyor. Ama, çıkmayı düşünürseniz, kısa molalar vererek çıkabilirsiniz. Yalnız tepesine geldiğinizde ,merdivenlerin bitiminde. Türk imzasının buraya da  atılmış olduğunu göreceksiniz.🤔 Bu arada, kuleye çıkış, 4 euro.koln-katedrali_31762

   Yapının içinde, çok değerli sanat eserleri bulunmaktadır. Bunların başında: 1350 m. karelik vitraylar gelmektedir. Bu vitrayların çoğunda: İncil’den alınma hikayeler betimlenmiştir. 25 Ağustos 2007 tarihinde, güney cephedeki 113 m. karelik vitray pencere: Alman sanatçı Gerhart Richter tarafından yapılmıştır. Bu muhteşem eser: 11.500 tane, aynı büyüklükteki renkli parçalardan oluşmaktadır ve bilgisayar tarafından düzenlenmiştir.Katedrali korumak için Almanlar 70 kişilik bir ekip kurmuşlar.Bakımı sürekli devam ediyor bu şekilde.IMG_9708

   Ayrıca, iç bölümdeki; 1164 yılında, İmparator I. Friedrich Barbarossa tarafından şehre getirilen; üç kralın kemiklerin bulunduğu bölüm: en çok ziyaret edilen yerlerin başında gelmektedir. Bu dini kalıntılar: İtalya-Milan şehrindeki St. Eustorgio Bazilikasından alınmıştır. Bu kalıntılar, büyük bir dini öneme sahiptir. Burada, kalıntılar: yaldızlı bir lahit içinde muhafaza edilmektedir. Bu lahit içindeki sandık: 13’ncü yüzyıldan kalmadır ve Batı dünyasının en büyük kutsal emanetleri içinde saklanmaktadır.

   “Hazineler” bölümü  de ücretli. Bunlar için tek başına 4 €, hem hazineler hem de kule için kombine bilet 5 € . 

   Köln Katedrali’ne yürüyerek birkaç dakika uzaklıktaki Roma-Germen Müzesi;DSCN1004

      Şehrin üzerine kurulduğu Roma yerleşimine ait arkeolojik eserlere ev sahipliği yapıyor. 1974 yılından itibaren şu anki binasında ziyaretçilerini ağırlayan müzedeki eserlerin tarihi paleolitik döneme kadar uzanıyor. Pazartesi hariç haftanın her günü ziyaret edilebilen müzede Roma döneminden cam ve seramikler, Germen döneminden mücevherler ve anıt mezar görülmesi gereken eserler olarak öne çıkıyor.

       Hemen yanında ki Ludwig Müzesi;

DEU, Köln, 16.12.2008, Museum Ludwig, Köln Architekten: Busmann + Haberer, Köln Fertigstellung 1986: [©(c)Tomas Riehle/artur architekturbilder agentur, Tel. +49 201 89 09 390, info@arturimages.com; Veroeffentlichung nur gegen Honorar, Urhebervermerk und Beleg / permission required for reproduction, mention of copyright, complimentary copy; Bankverbindung / bank account and sorting code: Postbank Koeln, Konto 3582 05 03, BLZ 370 100 50; IBAN: DE 63 3701 0050 0035 8205 03, BIC: PBNKDEFF, U.St.ID / V.A.T.: DE 811 983 492]

      Çikolata üreticisi Peter Ludwig’in kişisel koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. 1976 yılında Wallraf-Richartz Müzesi’nden bağımsız olarak açılan müzede sergilenen eserler arasında Picasso, Andy Warhol ve Roy Lichtenstein’a ait çalışmalar öne çıkıyor. 10.00-16.00 saatleri arasında ziyaret edebileceğiniz müze pazartesi hariç haftanın her günü açık tutuluyor.

        Alter Markt (Eski Meydan)IMG_3951

      Adından da anlaşılacağı gibi Köln’ün en eski meydanı. Tarihi Köln bu bölgede yer alıyor. Meydanın bir tarafında renkli, az katlı ve küçük ortaçağ evlerini andıran yapılar var.IMG_3952 Çok hoş görünüyor. Burası aynı zamanda Köln’ün gece hayatının da kalbinin attığı yer. Ara sokaklarda onlarca bar, restoran ve kafe var.IMG_3950  Meydanın bir diğer özelliği de meşhur Köln Karnavalının her yıl 11. Ayın 11. Günü saat 11.11’de burada başlaması. Ondan sonra şehir Şubat ayındaki büyük finale kadar ara ara kopma noktasına geliyormuş.

     Old Town 

Tarihi Köln bu bölgede yer alıyor. Köln’de bulunmaktan en keyif aldığım yerlerden biri burası. Köln Katedrali’nden yürüyerek ulaşabileceğiniz bu bölge tam Ren Nehri’nin kenarında kalıyor.IMG_3941   Burada bulunan sevimli ve renkli binalar insanın içini açıyor. Bizim gibi arada gezmeye mola vermek isteyenler için de cafe-restoran bakımından da tam bir cennet.  Bir yanınızda eski tarih kokan rengarenk  binalar, diğer tarafınızda ren nehri…IMG_3940

    Meydanın tam ortasında  General Jan-Von-Werth Heykeli bulunuyor.640px-Jan_Werth_Brunnen_Alter_Markt_Köln_672-vd    Benim gibi cahil olup kim bu adam ya derseniz…. Jan’ın popülaritesi askerliğinden ziyade bir aşk hikayesinden geliyor: Jan, gençliğinde başkalarının çiftliklerinde işçi olarak çalıştığı dönemde Griet adında güzel bir kızı sevmiş. Evlenme teklif etmiş ama çok fakir olduğu için Griet bu işçi parçasına yüz vermemiş. Jan yıkılmış bir şekilde şehri terk etmiş. Bu arada yıllar geçmiş, Griet bir türlü aradığı varlıklı kocayı bulamamış. Griet’in yıllara direnemediği dönemde bir gün “General Werth, çok yaşa” nidalarıyla atının üstünde şehre giren Jan artık popüler, saygın, zengin ama evliymiş. Hiçbir şeyin farkında olmayan Griet’te Jan’ı selamlarken Jan O’nu tanımış ve “ah, Griet, kim derdi ki böyle olacak?” demiş. Onu sesinden tanıyan Griet’in ağzından ise sadece “ah, bilebilseydim…” sözcükleri dökülmüş.😂Bu tür hikayeler ders çıkarmak adına önemli sanırım…

    Meydanın bir tarafında yükselen kule ise Belediye Sarayı (Town Hall-Kölner Rathaus).Koeln_Altstadt_Nord_Historisches_Rathaus_Rathausplatz_Rathauslaube_114

   12. yüzyıla tarihlenen binanın ön cephesinin görüntüsü harika. Sanki iç içe geçmiş balkonlar var binada. Bina Almanya’da fiilen kullanılan en eski Belediye Binası olma özelliğini taşıyormuş.
IMG_3946

     Şehre ayrı bir güzellik katan Ren Nehri, kentin tam ortasından geçmekte. Ve her iki yakasını  birbirine bağlayan sekiz adet köprüyle tablo gibi görünüm katmakta şehre…Bu köprülerden en ünlüsü Hohenzollern köprüsüdür.koeln-bruecke-2010

      Başlangıçta: 1907-1911 yılları arasında yapılan ve “katedral köprüsü” olarak isimlendirilen köprü üzerinden, yalnızca demiryolu geçmekte iken, 1945 yılında bu köprü yıkılmış ve sonra ki yapılanmada, köprü üzerinden hem demiryolu ve hem de yaya yolu geçirilmiştir. II. Dünya savaşı sırasında yapılan bombardıman sırasında, köprü ağır hasar görmemiştir. Ancak, 6 Mart 1945 tarihinde, müttefikler tarafından Köln şehrine saldırı başlayınca, köprü, Alman mühendisler tarafından havaya uçurulmuştur. Savaştan sonra ise, 8 Mayıs 1948 tarihinde, köprü yeniden açılmıştır. 1980 yılında ise, büyük bir onarım geçirmiştir.

love locks, Hohenzollern bridge, Cologne Cathedral, Cologne, Koeln, Rhineland, North Rhine-Westphalia, Germany / Köln

  410 metre uzunluğunda ki bu köprü ; Almanya’nın en yoğun kullanılan demiryolu köprüsüdür. Köprüden, düzenli olarak günde 1200 tren geçerek, Ren nehrinin diğer tarafında bulunan Avrupa şehirleriyle, Köln şehri arasında bir bağlantı kurar. Özellikle geceleri manzarası harika.  Buraya gelen çiftler yanlarında getirdikleri  kilitleri köprüye asıyor, anahtarını nehre atıyorlar ve aşklarının sonsuz olacaklarına inanıyorlar.😍IMG_3945

      Şehrin ayakta kalan üç giriş kapısından birisi olan Eigelsteintor,


Eigelsteintor    13. yüzyılda inşa edilmiş. Birbirine yapışık iki kulesi bulunan kapının şehir tarafında bir elinde kalkan bir elinde mızrak ve anahtar bulunan bir figür var.images (6)   Bu figür, antik Roma dönemindeki dört önemli karakterden birisi olan çiftçiyi simgeliyormuş.  Daha çok şövalye gibi duruyor ama neyse. Zaten orijinali de Şehir Müzesindeymiş. 

    Çikolatayı seven gezginlerin mutlaka uğradığı Çikolata Müzesi (Imhoff Schokoladenmuseum)DSCN1000

   Katedrale ve daha önce sizlere anlattığım müzelere oldukça yakın . 1993 yılında, Dr. Hans Imhoff’un mali desteği ile kurulmuş olan müze nehir kıyısında ve eşsiz bir manzaraya sahip. DSCN1001Kakao çekirdeğinden başlayarak çikolatanın yapımına ve tarihçesine ait bilgileri uygulamalı olarak görebileceğiniz müzenin giriş ücreti 8 Euro.DSCN0999   Ayrıca müze içerisinde hediyelik ürünler alabileceğiniz bir dükkân ve kafe bulunuyor.

   Köln’deki üç büyük müzeden birisi olarak anılan Wallraf-RichartzWallraf-Richartz-Museum-and-Fondation-Corboud-Cologne-Köln-350x233

    Tarihi 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanıyor. Tasarımını Oswald Mathias Ungers’in yaptığı binasında 2001 yılından beri ziyaretçilerini ağırlayan güzel sanatlar müzesi, Köln Belediye Binası’nın hemen yanında yer alıyor. İsviçreli koleksiyoncu Gérard Corboud’un yaptığı koleksiyon bağışı nedeniyle adına “Fondation Corboud” eklenen müzede gotik, Rönesans, barok ve empresyonist akımlarına ait eserler sergileniyor.

     İhtişamlı kulesi ile dikkat çeken yapı Eski Kent sınırları içerisinde. Köln Katedrali tamamlanana kadar şehrin en heybetli binası olan Gross St. MartinIMG_3948

    İlk olarak 1150-1250 yılları arasında inşa edilmiş. Ancak St. Martinus’a adanmış olan kilise şehirdeki birçok yapı gibi 2. Dünya Savaşı sırasında hasar görmüş ve 1985 yılına kadar süren yenileme sürecinden sonra ziyarete açılmış.IMG_3947

     Eski Kent içerisindeki caddenin tarihi Roma dönemine kadar uzanıyor. Şehrin en eski ve işlek caddesi olan Hohe Strasse,   Alışveriş meraklılarının oldukça hoşuna gidecek bir yer. Zira Ren Nehri’ne paralel uzanan Hohe Caddesi üzerinde dünyaca ünlü markaların mağazalarının yanı sıra uygun fiyatlı hediyelikler satan dükkânlara rastlamak mümkün.

   Schildergasse,IMG_3954    Tatilcilerin Köln gezilecek yerler listelerine ekledikleri bir diğer alışveriş cenneti. Hohe’den sonra şehrin ikinci en eski caddesi olarak bilinen Schildergasse, başta giyim ve ayakkabı mağazaları olmak üzere parfüm, spor ürünleri ve cep telefonu satan dükkânlara ev sahipliği yapıyor. İsmi “kalkan” kelimesinden gelen popüler cadde üzerinde mağazaların yanı sıra St. Antonier Kilisesi ve Renzo Piano tarafından tasarlanan Weltstadthaus gibi ilgi çekici binalar bulunuyor.

    Bizim gibi üç gününüzü bu şehre ayırırsanız vaktiniz biraz daha bol olduğundan park ve bahçeleri gezebiliyorsunuz.DSCN1035

   11.5 hektarlık bir alan üzerine kurulmuş olan Köln Flora ve Botanik Bahçesi, hayvanat bahçesinin bitişiğinde yer alıyor.DSCN1033 Üstelik giriş ücretsiz. 10 bin civarında bitki türünü barındıran bahçe kompleksinin flora bölümü 3 yıllık yenilemenin ardından 2014 yılında yeniden açılmış. DSCN1026Bitki ve çiçekler hakkında detaylı bilgi edinebileceğiniz tesis bünyesinde konferanslar, konserler, evlilik törenleri ve kutlamalar gerçekleştiriliyor.İnsan bu güzelliklerin içinde kendini kaybediyor.Tabi Gamescom fuarına gelenlerin burayı tercih etmemesinden dolayı da huzurlu bir sessizlik vardı.DSCN1031

    Ren Nehri üzerinde işleyen teleferik şehri kuş bakışı görmek için oldukça ideal. Nisan ayından ekime kadar kullanılabilen Köln Teleferiği 1957 yılından beri hizmet veriyor. 935 metre yükseklikte işleyen toplu taşıma aracı düşük hızı sayesinde Köln Katedrali başta olmak üzere kentin birçok yerini seyretmek ve fotoğraflamak için uygun ortamı yaratıyor. Kış aylarında çalışmıyormuş.DSCN0997

  Günümüzde en modern hayvanat bahçelerinden biri olarak anılan Hayvanat Bahçesi de, 1860 yılında kurulmuş.DSCN1027    2. Dünya Savaşı’nın ardından 1947 yılında tekrar açılan hayvanat bahçesine 1971 yılında akvaryum, 1985’teyse primat evi eklenmiş. 2000 yılında eklenen yağmur ormanı bölümü sayesinde şu anda 20 hektarlık alan üzerine kurulu parkta 500’ün üzerinde tür gözlemlenebiliyor.

   Neler tatmalısınız derseniz…

   Kölsher Kaviar: Soğanlı sosis türü

   Rievkoche: Patates ve elma püresi ile hazırlanan bir çeşit gözleme

   Bratwurst: Izgarada pişen bir çeşit sosis

   Flammkuchen: Peynirli bir çeşit pizza

    Brüsseler Parkı
Parkın içinde yer alan kafe, öğle yemeği için güzel bir adres. Enginar, risotto ve çeşitli salataları öneriyorlar.

     Beef Brothers ; Leziz bir Hamburger’in tadına varmak istiyorsanız, Foursquare’e göre de şehrin en iyileri arasında yer alan mekanı tercih edebilirsiniz. Self-servis konseptinde. Hamburgeriniz hazır olduğunda numaranız söyleniyor, o şekilde siparişini alıyorsunuz. Burgerin yanında mutlaka patateste söyleyin. Çünkü bildiğimiz klasik menü anlayışı yok, Shake Shack gibi. Özellikle Cuma-Cumartesi akşamları oldukça kalabalık oluyor, kapı önündeki kuyruk sizi yıldırmasın. Bu lezzet için biraz sıra beklemeye değer. Aachener Caddesi’nden geçerken karnınız aç ise burayı es geçmeyin.

     Max Stark ; Leziz et yemekleriyle öne çıkan bu birahanede Köln usulü bir şinitzel olan Jägerschnitzeli denenmeli diyorlar. 

     Papa Joe’s Biersalon ;  Haftanın her günü canlı caz müziği yapılan mekanda birayla beraber özellikle favori lezzeti, lahana,  patates ve sosisten yapılan Malzer-Teller’i denemeden dönmeyin diyorlar.

     Hallmackenreuther ; Belçika mahellesinde ki uğrak yerlerden biri.

    Metzgerei Schmitz ; Kahveyi yanında tatlıyla almak isterseniz iyi bir seçenek.

    Çocuksuz geldik, yorulmadık barlara gidelim derseniz ; Barracuda Bar, Alter Wartesaal, Herr Pimock, Studio 672, Sixpack, Grünfeld, Underground önerilen yerler arasında.

   “Köln’ü görmeyen Almanya’yı görmüş sayılmaz” sözünü söyleyen Romalılara tüm içtenliğimle katılıyorum. Tekrar gitmekte isterim….💘

FRANKFURT-Çürük Elma

Published by:

   IMG_0140Her şehrin size hissettirdiği kendince hoş özellikleri vardır. Frankfurt bunlardan biri değil bence.  😎     Şehri düşündüğümde aklımda kalan sadece (ki bunun şehrin kendisiyle ilgisi olmadığını sanıyorum,ama  belkide ilgilidir…buna siz karar verin artık🤓) Ahmet Haşim in bu şehirde yaşadığı hüzün.😒

   Ahmet Haşim , 1932 yılındaki Frankfurt seyahati sırasında Goethe nin evini ziyaret eder.Ve evin, yazarın anısını yaşatabilmek adına müzeye çevrilmiş olduğunu gördüğünde; Türkiye deki yazarlara gösterilmeyen saygının burada muhteşemliğine tanık olup çok şaşırarak; 

   “Goethe bugün ölmüş gibi, Avrupa’nın her köşesinden çelenkler gelmiş, hayret ettim. Ziyaretçiler, Faust’u yazdığı masadaki mürekkep izlerine büyülenmiş gibi bakıyor.” der.Ve bizlerin yüreğine bir sızı bırakır.IMG_0141

   Sanırım Ahmet Haşim in Frankfurt Seyahatnamesi Türk bir aydının Avrupa’da yaşadığı sıkıntıları anlatan en iyi örneklerden biri.  Şiirde önemli olan sözcüğün anlamı değil, şiir içinde ki söyleniş değeri diyerek;  tam kalbimden vuran hüzünlü şiirlerinden mi bilmem ama en azından benim için çok değerli olduğunu bilmelisin Ahmet Haşim😍

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…
Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

  Tüm bu hüzne rağmen şehri gezdim ve size de elimden geldiğince anlatacağım tabii ki…..IMG_0139

    Stuttgart la arası 210 km olan Frankfurt Almanya’nın finans ve kültür merkezi olup, Alman ve Avrupa Birliği Merkez Bankalarına da ev sahipliği yapmaktadır.Asıl ismi Frankfurt am Main (Main nehri etrafındaki Frankfurt) olan Frankfurt,  Avrupa’nın finans başkenti  (tüm bankaların burada şubesi bulunuyormuş) . Aynı zamanda Lufthansa’nın merkezi de sayıldığından Amerika’ya kalkan pek çok uçak için  bir aktarma noktasıdır.DSCN0961

  Eğer uçakla Rain-Main Havaalanı na inecekseniz;

Havalimanından ‘S8’ veya ‘S9’ binerek ana tren istasyonu Hauptbahnhof’a ulaşabilirsiniz. Taksi ile şehir merkezine gitmek isterseniz ortalama 25-30 Euro civarlarında tutmakta.

Taksilerde, taksimetre kilometre başı 2€ atıyor.  Taksi şehir içerisinde alternatif ulaşım araçlarından bir tanesi fakat raylı sistemler geniş bir ağa sahip olduğu için genelde gece tercih ediliyor.

Metro ve banliyö hatları birbirlerine bağlantılı olarak çalışıyor. “U” harfi U-bahn (Untergrundbahn) yani metroyu “S” harfi S-bahn banliyöyü, Strassenbahn ise tramwayı simgeliyor. Günlük bilet alarak (7 Euro) tüm toplu taşıma araçlarına binebilirsiniz. Gidilecek mesafeye bağlı olarak tek yön bilet fiyatları 2 Euro ile 4,65 €uro arasında değişiyor. Tek yön bilet Einzelfahrt , günlük bilet ise Tageskarte olarak geçiyor. Ulaşım araçlarına biletsiz bindiğinizde yakalanmanız durumunda 60 Euro ceza ödemek zorunda kalıyorsunuz hatırlatalım dedik.😀DSCN0956

    Bu arada plastik şişelerin neredeyse hepsi geri dönüşümlü. Bu yüzden aldığınız plastik şişeleri atmayın,  paranızı geri alabilirsiniz.    Evet artık gezmeye başlayalım ve eğer Frankfurtu gezmek için kaç gün gerekir derseniz ; iki gün yeterli derim.

   Otelimiz şehrin merkezine çok yakın olmamakla birlikte trafiğin yoğunluğundan cesaret edemeyip Zoo otelden merkeze yürüdük.

  Ve siz gezinize Hauptbahnhof’ta başlarsanız , tam kalbinden başlamış olursununuz.

   Römerberg Meydanı en ünlü meydanıDSCN0967

Buraya geldiğinizde resmen tarihte yolculuk etmiş gibi hissediyorsunuz. Oysaki beş dakikalık yürüme mesafesinde gökdelenler sizi bekliyor. 1IMG_5659Buradaki binalar 2. Dünya Savaşı’nda tamamen yıkılmış ve daha sonra restore edilerek günümüzdeki haline kavuşturulmuş.  DSCN0965Frankfurt’un idari merkezi tarihi yapılar, belediye binası, şehrin ana katedrali olan Frankfurt Katedrali , Adalet çeşmesi ve Nikolai kilisesi bu meydanda bulunuyor. DSCN0964Sivri çatılara, ahşap ön cephelere ve çok sayıda pencerelere sahip göz alıcı binaların yer aldığı meydan; kafeleri, restoranları ve hediyelik eşya dükkanları ile tam turistik bir yer. Ayrıca buradan gezilecek yerlere de kolayca ulaşılabiliniyor. Heidi hikayesinde geçen Clara’nın yaşadığı ev de bu bölgedeymiş.

  Frankfurt Katedrali IMG_0142

14. yüzyılda ait olan ve gotik mimari tarzda inşa edilen Frankfurt Katedrali (Cathedral of St Bartholomeu), Römer Meydanı’nda ihtişamlı bir şekilde sizi karşılıyor. DSCN097495 metrelik yükseklikteki bir kuleye sahip olan katedralin en tepesine kadar çıkarak katedralden şehir manzarasını seyredebilirsiniz.Giriş 3 euro. Ben çok anlamlı bulmadım tırmanmayı😋DSCN0973

   PalmengartenIMG_0144

1871 yılında özel olarak yapılan ve dünyanın dört bir yanından getirilmiş çok sayıda özel bitkiye ev sahipliği yapan botanik bahçesinde dev bir suni göl var

   St Paul KilisesiDSCN0958

1848 yılında kırmızı kum taşından inşa edilen St Paul Kilisesi (Paulskirche), Alman parlamentosunun ilk buluşma yeri ve ilk anayasasının oluşturduğu yer olduğu için Almanya’da önemli bir siyasi simge  sayılıyor. DSCN0960Neoklasik mimari tarzı ile dikkatleri üzerine çeken yapı ve Frankfurt’un hem dini hem de siyasal kültürü hakkında bilgi vermesi açısından görülebilinir.DSCN0962

  Nehir kenarında kurulu her şehrin ünlü bir köprüsü oluyor ya işte Frankfurt’un ki de  Eiserner Köprüsü :DSCN0981

1868-1869 yılları arasında inşa edilen ve Römberg ile Sachsenhausen bölgelerini birbirine bağlayan Eiserner Köprüsü (Eiserner Steg),Main nehrinin üzerindeki Eisener Steg köprüsünün bir yanı tarihi binalarıyla sizi geçmişe götürürken bir yanı da modern binalar ve gökdelenlerle geleceğe açılan bir pencere sanki… Frankfurt manzarasını büyük ölçüde görebileceğiniz noktalar arasında yer alıyor. Araç trafiğine tamamen kapalı olan tarihi demir köprüde rahatlıkla şehrin fotoğraflarını çekebilirsiniz.pek çok şehirden aşina olduğumuz üzere kilitler bulunmakta.DSCN0977

Cumartesi günleri de nehir kenarında pazar kuruluyor bunu da not olarak alın.

  Alte OperIMG_0145

İlk olarak 1880 yılında yapılan Alte Oper (Eski Opera Binası) 1944 yılındaki 2.Dünya Savaşı’nda zarar gördüğü için 1970’lerde restore edilerek bugünkü haline getiriliyor. Günümüzde  kongre, sergi, konser, müzikal ve şov gibi çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapan eski opera binasında müzik dinlemek isterseniz, gitmeden önce etkinlik programını inceleyebilirsiniz.

   Johan Wolfhang Goethe‘nin doğup büyüdüğü 16. yüzyıldan kalma ev: IMG_0146Frankfurt’un Grosser Hirschgrabern caddesi 23-25 numarada yer alıyor. Goethe, bu evde 1749’da dünyaya gelmiş. Burası için en az 1 saatinizi ayırın diyorlar. Evin bahçesi ve içindeki kütüphaneyi mutlaka görmeliymişiz. IMG_0148Ev ünlü Zeil caddesinin hemen yanında olduğu için rahatlıkla ulaşılabilir. Hauptwache istasyonuna da 5-10 dakikalık yürüme mesafesinde. Goethe House’a giriş 5 Euro olup Hauptwache istasyonuna da 5-10 dakikalık yürüme mesafesinde. IMG_0147

  Doğu Batı Divanı Eseri ile Mevlana dahil bir çok İslam şairlerini batıya tanıtmaya çalışmış olması , Goethe nin yerini bende diğer Batılı şairlere göre farklı kılıyor .Belkide Selçuklu soyundan gelmiş olması daha yakın hissettiriyor bilemiyorum ama bunların hiç biri olmasa da şu dizelerin hissettirdikleri yeter zaten❤️

Mülkiyet:
Biliyorum ki ben,
Ruhumdan akıp gelmek isteyen düşünceler
dışında,
Hiçbir şeye sahip değilim.
Biliyorum ki ben,
Tatlı bir sevgiyi, küçük bir sevinci tattığım
anlar dışında,
Hiçbir şeye sahip değilim.IMG_0138

Goethe insanın  şeytan Mefistoles ile giriştiği mücadeleyi anlatan ünlü eseri Faust’u burada kaleme almış. Faust, Goethe’nin neredeyse tüm yaşamı boyunca yazarak tamamladığı bir yapıttır. Urfaust adıyla onsekiz yaşında başladığı oyunu, Faust I ve Faust II adıyla iki büyük bölüm halinde yazarak seksen üç yaşında ölümünden bir yıl kadar bir süre önce bitirebilmiştir.Masanın üzerindeki o mürekkep damlalarını görmek için şimdiden sabırsızlandığınızı  hissediyorum😊

   Börsenplatz  yani Frankfurt Menkul Kıymetler Borsası buradadır. IMG_0150Burası Avrupa’nın Londra’dan sonra en büyük borsasıdır. Borsanın önünde tıpkı Wall Street’te olduğu gibi boğa ve ayı heykeli bulunmakta. Ben bunun anlamını bilmiyordum. Ekonomiyle aramın hiç iyi olmamasından sanırım. Boğaların boynuzları ile  her şeyi yukarı kaldırması inancından dolayı; boğa piyasası gelecek hakkındaki iyimserliği belirtmekteymiş.  Ayı piyasası ise tam tersiymiş.  

   2000 yılında açılan ve 200 metre yüksekliği ile Frankfurt’un en yüksek binası ünvanına sahip olan Main Tower, main-tower-signature_hres_webşehrin manzarasını en iyi şekilde seyredebileceğiniz teras ve gözetleme kulesi ile fark ediliyor. Manzara gözetleme kulesine çıkmak için 6,5 Euro ödemeniz gerekiyor tabii ki. Cuma-cumartesi akşam 21:00 a kadar açık. Ayrıca binada bulunan restoranlarda yemek yiyebilir ve bar kısmında bir şeyler içebilirsiniz isterseniz.DSCN0980

  Zamanınız kısıtlıysa şehri üstü açık otobüslerle gezebilirsiniz (Hop On-Hop Off turu) . Yaklaşık bir saat süren turda dilediğiniz yerde inip sonra sıradaki otobüse tekrar binme imkanınız mevcut. Sabah 10.00 ile öğleden sonra 17.30 arası yapabileceğiniz bu tur kişi başı 16,50 Euro. Duraklarından biri Hauptbahnhof istasyonu mesela.

    Çok sayıda ünlü mağazanın, restoranın, kafenin bulunduğu Zeil Caddesi,DSCN0826 Frankfurt’un en önemli ve hareketli caddesi olarak biliniyor. Alışveriş yapmak isteyenler için son derece uygun olan caddede, alışveriş merkezlerini en önemlisi My Zeil gezebilir, yorgunluğunuzu ise cadde üzerinde bulunan kafelerde ve restoranlarda atabilirsiniz.DSCN0953

   Alışveriş yapmak için ideal olan şehrin en önemli lüks alışveriş caddesi Goethestrasse‘de dünyaca ünlü pahalı markalara ait mağazaları bulabilirsiniz. Tasarımcılara ait butiklerin ve seçkin mağazaların sıra sıra dizildiği caddede, ünlü modacıların tasarladıkları eşyaları da görebilirsiniz.DSCN0954

     Eğer outlet alışverişi seviyorsanız ve Michael Kors, CK, Coach, Escada, Furla, Longchamp, Pepe Jeans, Samsonite gibi lüks markaların ürünlerini %60’a varan indirimlerle almak için  adres: Wertheim Village. Frankfurt’a 40 dakika mesafedeki bu outlete trenle gidebilirsiniz. Pazartesiden Cuma’ya dek sabah 10.00- akşam 20.00 saatleri arasında açık olan outlette ayrıca tax-free alışveriş imkanı da mümkün.

   1991 yılında açılan Çağdaş Sanatlar Müzesi (Museum für Moderne Kunst), Frankfurt_am_Main_-_Museum_für_Moderne_Kunst_BrauchbachstraßeFrankfurt’un önemli kültür merkezleri arasında bulunuyor.

   1858 yılında kurulan ve 4500‘den fazla hayvanın bulunan Almanya’nın en eski ikinci hayvanat bahçesi  Frankfurt Zoological Garden,indir doğa meraklıları ve hayvan severler için cennet denilebilecek yemyeşil alanı ile görülebilir.

   Sachsenhausen‘de bulunan ve müzelerin yoğun olarak bulunduğu bir bölge olan Museumsufer, tarih ve sanat meraklıları için.

   1904 -1907 yılları arasında inşa edilen ve Frankfut’un en büyük doğa müzesi olan Senckenberg Müzesi (Senckenberg Natural History Museum),indir (1) geniş bir dinozor iskeleti koleksiyonu ile ziyaretçilerini karşılıyor. Avrupa’nın en büyük dinozor sergisine sahip olan doğa müzesinde aynı zamanda dünyadaki yaklaşık 2000 çeşit kuştan oluşturulmuş büyük bir koleksiyon da sergileniyor.images

   Eğer Frankfurt’ta uzun süreniz varsa mutlaka UNESCO Dünya Mirasları Listesinde bulunan Ren Vadisine gidin diyorlar. indir (2)Tren veya tekneyle ulaşabiliniyormuş. Muhteşem kaleler,şatolar ve sevimli kasabaları görmek isterdim doğrusu .☹️ Kısmet başka bir zamana belkide😊

   Dünya’nın en büyük fuarı olan Frankfurt Kitap Fuarı, images (1)Ekim ayında milyonlarca kişi tarafından ziyaret ediliyor. İlk fuar matbaanın bulunuşundan kısa bir süre sonra 1454 de yapılmış. Denk getirebilirseniz gezinizi muhteşem olur değil mi?

   Neler,nerelerde yenir içilir?

  İçerisine bira katılarak yapılan ‘Ekşi Lahana’yı da (Sauerkraut) tadılabilinir.

  Frankfurter ; bildiğimiz sosisin daha büyüğü, domuz ve veya dana eti sosis ve patates yeşil sos ile (Grune Sobe)

   Ekmek arası, ızgara sosis istiyorsanız, sığır etinden yapılan Zindswurst’u deneyebilirsiniz.

  Kaffee Wackers  :
Goethe nin evinin yakınlarında .Önünde hep kuyruk olan kafeyi görünce anlıyorsunuz. Çekilmiş kahvede satıyorlar almak isterseniz.

  Apfelwein Dax  : Adres Willemerstraße 11, 60594

  Apfelwein Wagner

  Apfelwein Solzer  : Frankfurt usulü şinitzel yenebilir. Ne içmelisiniz tabi ki Apfelwein.

  Fichte Kraenzi   : Geleneksel içkilerinden olan Mispelchen tadılabilinir.Muşmula ile alkolün birlikteliği bana cazip gelmedi.

  The Anglo Irish Pub   : Şehrin tarih kokan sokaklarından birinde yer alan Frankfurt’un en iyi Irish pub’ı.

   Steinernes Haus, Maingau Stuben, Leib und Seele  Restaurantları gidilebilinir.

   Hauptwache’de Cafe hauptwache  : yemek için güzel mekanlardan. Ortalama 20-25 € civarlarında bir ücrete yemek yiyebilirsiniz.

  Eğer tercihiniz iyi bir et yemekse yine Hauptwache’de bulunan Maredo’yu tercih edebilirsiniz. Burada da iyi bir et yemeğini ortalama 25-30 Euro arası yiyebilirsiniz

  1479 yılından bu yana dek geleneksel yemeklerden oluşan yerli mutfağını misafirleri ile buluşturan Haus Wertheym, Frankfurt’un popüler restoranları arasında yer alıyor. Her gün sabah 11.00 gece 23.00 saatleri arasında açık. Tarihi otantik bir yerde bir şeyler atıştırıp içmek isterseniz eğer iyi bir seçenek. Burasının 2. Dünya Savaşı’nda nadir ayakta kalan yapılardan birisi olduğunu belirtmekte fayda var.

   Maredo Steak Restaurant

  Bitter&Zart: Braubachstrasse 14 numarada harika bir çikolatacı. Karamelli, üzümlü, çilekli, deniz tuzlu çikolatalar, renk renk şekerler ve drajeler .

  Margarete Cafe:  İsterseniz sabah kahvaltısı için, isterseniz öğlen bir şeyler atıştırmak için.

   Zeit für Brot: ‘Ekmek zamanı’ anlamına gelen bir ismi var bu kafenin. Burada satılan her ürün organik malzemelerle yapılıyor. En güzel tarafı ise, günün sonunda satılmayan her ürün evsizlere veriliyor. Elbette kahvaltı için en popular mekanlardan biri (www.zeitfurbrot.com)

  İimori: Burası doğu ile batının buluştuğu bir pastane. Aslında bir Japon pastanesi ancak Şık bir kafe.  Kafenin dışında, üst kata Japon restoranı da hizmet veriyor.

   Don Menü 

   Café Maingold: Eğer Zeil’de alışveriş turuna çıktıysanız, kısa bir mola vermek ya da açlığınızı gidermek için burayı deneyebilirsiniz diyorlar. Tapas ve basit Alman mutfağı – sosis ve patates salatası – sunan bu kafenin art deco dekorasyonu da güzelmiş .(www.cafe-maingold.de)

   Backerei Hans: Tam buğdaylı, çavdarlı, tahıllı ekmekler, sandviçler, ev yapımı reçeller… 

  Lodge Kronberg: Şehir merkezine 15-20 dakika kadar uzakta olsa da eğer ailece Frankfurt’a gidiyorsanız, bu restoranda mutlaka yemek yemelisiniz. Neden mi? Restoranın kendi hayvanat bahçesi var. Burada hayvanlar siz yemek yerken açık alanda geziniyor. Restoran harika et yemekleri servis ediyor. Başlangıçları da en az ana yemekler kadar doyurucu.

   Gibson, ZouZou, Cafe Barcelona, Helium, Wullie Games, Cooky’s, Velvet Club, Batschkapp ve Nachtleben gece dışarı çıkıldığında gidilebilecek mekanlar arasında.DSCN0978

     Frankfurt’u anlatmaya Ahmet Haşim ile başlamıştım ve de onunla bitirmek istiyorum.Neden derseniz; 

   Ahmet Haşim’in ”büyük ama çürük bir elma” olarak nitelendirdiği şehir için ; “Frankfurt gecelerinin karanlığı kadar fakir bir karanlık bilmiyorum. Kahveler yeknesaktır, kabareler soğuk ve tenhadır. Varyete tiyatroları eğlencesizdir, dansingler tatsızdır, sinemalar ise lisan bilmeyen bir adam için bir takım ahmakça resimlerin birbirini izlediği bir sinir ve iç sıkıntısı yeridir…”sözleriyle söylemek istediklerimi başka bir zaman diliminde söyleyerek , onun hissettiklerini bu şehir için öğrendiğim de;  içimde sanki bu şehre karşı haksızlık ediyormuşum hissi , daldan ansızın ürkerek kaçan karga sürüleri gibi ,ruhumu terk etti .

 

     Çok şükür Köln e doğru yola çıktık…

HEİDELBERG-ALMANYA’NIN EN ROMANTİK ŞEHRİ

Published by:

  DSCN0950      Stuttgart dan Frankfurt ‘da ki otelimize doğru ilerlerken yolumuzun üzerinde  olan Heidelberg e de uğramayı planlamıştık zaten ,ama şehri görür görmez pişmanlık duymaktan hiiiç hoşlanmayan eşim bile “Frankfurt yerine neden burada konaklamadık “diye  hayıflandı. DSCN0933  Almanya denilince aklımıza hep bir sanayi şehri geldiği için yemyeşil tepelerin arasında akan bir nehir ve çevresinde orta çağdan kalma binalar ve de  şehri yukarılardan izleyen tarihi kalesiyle yarattığı bu  muhteşem, tablo gibi olan güzellik ile  kentin Almanya’nın en romantik kenti; yani Wege der Romantik diye de anılmasının nedenini anlamış olduk.DSCN0891

   Ren ve Neckar nehirlerinin arasında kalan vadide yer alan kent, 1386’da kurulup Almanya’nın en eski üniversitesi olma vasfını taşıyan Heidelberg Üniversitesini barındırıyor. Bu üniversitede çalışan profesörlerin 9 adet nobel tıp ödülüne layık görülmeleri için ise ne yorum yapsam bilemedim.DSCN0890

   II. Dünya Savaşın’dan sonra, Almanya’nın savaştan yıkılmadan kalmış olan ender kentlerinden birisi. ABD Ordusu sivil nüfus direnişi olmadan Mart 1945 tarihinde kasabaya giriyor ve savaş sonrasında şehir Amerikan işgal bölgesinde kalıyor sonuçta da  uzun yıllar Amerikan Ordusu tarafından askeri üs olarak kullanılıyor.DSCN0946

 

  Bugün özellikle kentin eski şehir (Altstadt) ve Sarayı, Unesco tarafından dünya insanlık mirası listesinde bulunduğunu  tahmin edebiliyorsunuz elbette.DSCN0932

  Şehir nüfusunun çoğunluğunu öğrenciler oluşturuyormuş.30 000 nin üzerinde bir rakamdan bahsediliyor. Şehrin her köşesinde kitap okuyan, sohbet eden, bisikletle gezen gençleri görebilirsiniz ve işte bu gençler de ortama taze bir enerji katıyor. DSCN0945

   Yaz kış turislerle dolup taşan şehrin otellerinde yer bulmak çok zor oluyormuş,öncesinde organize olmak gerekiyor yani,,

   Heidelberg,  Baden-Württmberg eyaletinin kişi başına en çok doktorun düştüğü şehirmiş.Doktor arkadaşları uyarmak adına belirteyim dedim, oralara tüymeye kalkarsanız kadro dolu anlayacağınız.😭

 Kentin kendi adıyla da anılan matbaa ve baskı makineleri ünlü birde.

 Yüksek tepeleri var ;Königstuhl (568m) ve Gaiberg (375m) .  Odenwald Ormanın içinde yer alıyor.DSCN0912

Heidelberg konum itibariyle Almanya’nın ılıman bölgesinde yer aldığından, kentte çok sayıda incir ve badem ağaçları var.

Şehrin sembollerinden olan,Neckar üzerinde bulunan köprü  1248’de ahşap olarak inşa edilmiş .DSCN0948  200 metre uzunluğunda ve 7 metre genişliğindeki Eski Köprü  ise burada bulunan ahşap köprünün yerine, yine bu bölgeden çıkan kumtaşı ile 1788 de yapılmış. Halk arasında eski köprü (Alte Brücke) diye anılan köprünün asıl adı Carl-Theodor Brücke. 2. Dünya Savaşı sırasında Alman askerleri tarafından yıkılan köprüyü savaştan sonra 1947 de halk imece usulüyle onarmış.DSCN0932Köprünün üzerinde köprüyü yaptıran Kral Carl Theodor a ve Roma tanrıçalarına adanan, iki adet heykel bulunuyor.Köprünün girişinde yer alan kulelerinin solunda da Gernot Rumpf tarafından 1979’da yapılan bronz maymun heykeli bulunuyor.

Köprüden gün batımı manzarası

Köprüden gün batımı manzarası

Köprü sonrası ise üniversite profesör ve filozoflarının yürüyüş alanı olarak kullandıkları Filozoflar Yolu olarak anılan yol bulunuyor. Theodor Heuss Köprüsüne kadar uzanan bu yol, şimdilerde spor yapan veya yürüyüşe çıkanlarla dolu.

 Eski şehrin tam ortasında yer alan Heiligegeist kirche, şehrin en ünlü kilisesidir.heidelberg3k

 Şehrin kalbinin attığı en meşhur caddesi olan Hauptstrasse,DSCN0941 Neckar Nehri ile görkemli kalesi arasında kalıyor. 1,5 km’lik bir uzunluğuyla, Avrupa’nın sadece yayalar için ayrılmış olan en uzun caddesi unvanına sahiptir.Kafe ve restoranlar, mağazalar, otel ve kitapçılar, oyuncakçılar, hediyelik eşya satan dükkanlar bu capcanlı sokak üzerinde yer alıyor.DSCN0940

 Bitiminde yer alan Marktplatz Meydanında Herkül heykeli ve çeşmesi var.Bu heykel 1700 yıllarında şehri Fransızlara karşı koruyan halkı simgelemekteymiş.Heykelin orjinali Kurpfaelzisch müzesinde.DSCN0939

  Gelelim muhteşem kalesine,DSCN0951  ister aşağı nehir kenarından yukarı kaleye doğru bakın ,ister kaleden aşağı nehre doğru bakın inanamayacağınız güzellikte bir manzara sizleri bekliyor.Sanki zaman makinasıyla orta çağ döneminde bir zaman diliminde bu kente düşmüşsünüz.DSCN0931Kale, 1398-1410 yıllarında, Prens Elector Ruprecht III hanedanlığın ilk rezidansı olarak  kullanılmış. 1764 yılında yıldırım çarpması sonucu zarar gören kalenin taşları bir dönem yöre halkı tarafından ev yapımında da kullanılmışsa da, daha sonradan kale korumaya alınmış.DSCN0929Kaleye merdivenleri kullanarak çıkmak isterdim ama vakitsizlikten bu zevki bizimkilere de yaşatamadım.😜 Yani biz füniküleri tercih ettik.Bergbahn denilen fünikülerler 8 metre uzunluğunda, 50 kişi kapasiteye sahip kabini ile 1907’de yapılmış.

Yokuşun dikliğinden ürpermemek mümkün değil

Yokuşun dikliğinden ürpermemek mümkün değil

İki durak halinde .İlk durağa çok hzlı geliyorsunuz ancak en yukarı çıkmak isterseniz ,yani kaleden daha yukarı makinanın diğer eşinin geçişini beklemek zorunda kalıyorsunuz.Beklerken manzaranın tadını çıkarmaya bakın..DSCN0907 Kalenin girişinde bir saat kulesi ,içinde Alman Eczane müzesi ve dünyanın en büyük ahşap şarap fıçısı varmış.Mış diyorum çünkü giriş saatini kaçırdığımız için içini gezemedik ama bahçe manzarası bile yeterliydi bence.DSCN0923 Giriş ücretli ,yetişkin 6 euro / Öğrenci-indirimli 4euro. Eğer tura katılmaya karar verirseniz fazladan bir 4 euro daha eklemek gerekiyormuş kişi başına. 1751 yılında yapılan fıçı 185500 litreymiş.😇 Eczane müzesinde de bitkilerden gelen sağlığın tarihsel gelişimi, kullanılan malzemelerle birlikte sergilenmiş.DSCN0926Sonradan kaleye eklenen Kral Meydan’ı yaz aylarında yapılan Heidelberg Kalesi festivaline ev sahipliği yaptığı gibi, tiyatro, müzikal, opera ve klasik müzik konserleri için kullanılıyor.Öyle bir zaman diliminde orada olmayı isterdim doğrusu.DSCN0925Kalenin üzerine en tepe Filozoflar tepesi ,burada manzara yine başka bir güzel.Kendinizi el değmemiş uçsuz bucaksız bir yeşilliğin içine dalmış buluyorsunuz .DSCN0914Sadece buraya çıkmadan tuvalet ihtiyacınızı karşılayın yoksa ya 5 euro vereceksiniz yada sizin hayal gücünüze kalmış artık🤓DSCN0920DSCN0935

1717-19 yıllarında arasında yapılmış ve meydanın kale tarafındaki iki önemli yapısından biri olan Büyük Dük Sarayı, 1805’ten sonra Baden mahkemesi tarafından kullanılmıştır. 1920’den bu yana ise Heidelberg Bilimler Akademisi olarak kullanılmaktadır.DSCN0934

Vaktiniz varsa güneş enerjisi ile çalışan botla 7 euroya yaklaşık bir saat süren nehir turu yapabilirsiniz.DSCN0899

  Yeme içme kısmını çok araştırmadım ama genel olarak fiyatlar makul ve porsiyonlar abartılı.Kiliseleri dolaşırken içinde bira yapanlardan yerel bira alıp tadabilirsiniz.Beğendiğiniz bir mekanda oturabilirsiniz , biz biraz yol yorgunluğundan olsa gerek ara bir sokak da sakin bir ortamda yemek yemeği tercih ettik.

DSCN0901

Burada öğlen yemeğimizi yedik ve memnun kaldık

DSCN0944

Bu mekanı öneriyorlar ama yer bulup oturmak zor


DSCN0894

   Daha 80 km yolumuz olduğunu düşününce bu güzel kente veda etmek zorunda kaldık ve şunu anlamış oldum  ki neden Almanya ya gitmeliyiz sorusunun tek cevabı bence bu şehir..💛💙💓

STUTTGART-MERCEDES’İN ANAVATANI

Published by:


schlossplatz-stuttgart-palace-square15 temmuz darbe girişimi daha doğrusu kalkışması sonrası devlet memurlarının izni hop dedi iptal oldu.Bütün bir yıl yazın çıkacağın tatilin hayalini kurmuşken birden bulunduğun şehirden kıpırdayamayacağını  algılamakta zorlanıyor insan.Ülke bu haldeyken sen çıkamadığın tatile mi üzülüyorsun diyerek burun kıvıranlar; haklısınız ama bu konu üzerine sanırım cilt cilt kitap yazılır.Merak edenler okul kitaplarını inceleyebilirler….O yüzden bu derin mevzuları, “görmezden gelme çabalarımız bohçası”na tıkıp,kaldığımız yerden devam edecek olursak..Çok şükür İzmir deydik ve hafta sonlarımızı il sınırları içinde değerlendirebiliyorduk.Bilgisayar tek hobisi olan oğluşum, Köln deki uluslararası bilgisayar oyunları fuarına gitmek istiyordu.Ben izin alamadığımdan baba oğul birlikte gitmelerine karar vermişken, 15 Ağustos da izinler açıldı.Yurt dışı turlarına birlikte çıktığımız arkadaşlarla anında iletişime geçtik  ama doktor olmanın giderek zorlaştığı ülkemde öyle hemen izne ayrılmak mümkün değildi tabi.Hastaların aldıkları muayene randevularını onların onayı olmadan iptal edilemediğinden üç aile bizimle birlikte izne çıkma girişiminde bile bulunamadı.Girişim diyorum çünkü esas bundan sonra hayli sıkıntılı bir süreç bizi bekliyordu.Önce nöbetlerimi organize ettim.Sonra başhekimliğe yurt dışı izin dilekçemi götürüp verdim.Yurtdışı izinlerinin en az 15 gün önceden dilekçelerini vermek gerektiğini, benimse 4 gün öncesinden istek yaptığımı,kendileri imzalasalar bile sekreterliğin asla imzalamayacaklarını söylediler.Bende onlara bu söylediklerinizde haklısınız ama on beş gün öncesinde izinler açık değildi ki istemiş olabilseydim, bu olağan üstü bir durum dedim ve imzamı alıp kuzey sekreterliğin yolunu tutum.Aynı konuşmalar orada da bir kaç yerde geçti tahmin ettiğiniz üzere ve sabah 8:30 akşam üzeri 17:00 arası tüm kapıları çalıp sekreterlikten yazımı çıkartıp sağlık müdürlüğüne gönderttirebildim.Ertesi gün tüm gün Sağlık Müdürlüğün de yazımın çıkması için uğraştıktan sonra ; elime tek bir sayfa beyaz kağıtta yurt dışına çıkmasında sakınca yoktur yazısını verdiklerinde bunun için mi üç gün sabahtan akşama kadar süründüm dedim.Ne gibi bir sakınca olabilirdi ki zaten lisede iyi bir üniversiteye girebilmek için  çalış, tıp fakültesinde doktor olmak için çalış, uzmanlık sınavını kazan sonra tekrar asistanlık ve uzman olmak için çalış.Sonrada mesleğini en iyi şekilde icra edebilmek için çalış …biz doktorların başka bir şeylerle uğraşacak zamanlarımı var sanki..Belgeyi aldık ama bakalım çıkabilecekmiyiz havaalından ,sıkıntı yaşamadan uçağımıza binebilecekmiyiz…üç şehirde otellerin ücretini öde, uçak biletlerini al, araba kirala ve sonra hepsinin uçup gidebileceği korkusu..Tabi ki o gece neler olacağını bilemediğimiz için heyecandan uyuyamadık.Bizden önce çevremizde de kalkışma sonrası hiç yurt dışına çıkabilen olmadığı için ,kaderimizde ne varsa o diyerek havaalanına uçuşumuzdan beş saat önce gittik.Önceden yeşil pasaportlu olmak bir ayrıcalık iken o gün yaşamda her şeyin nasıl hızla değişebileceğini anladık.Tek biz yeşil pasaportlu olduğumuz için bizi bir kenara oturtup güvenlik kontrolü için beklememizi söylediler.Bu sırada tüm yolcular bize vebalıymışız gibi bir bakış atarak rahatça uçağa bindiler.İyi ki uçuşumuz İzmir-Stutgard arasıydı,İstanbul dan uçmamız gerekseydi sanırım saatlerce bekleyebilirdik.Yirmi dakika sonra polis memuru sorun yok uçağa binebilirsiniz dediğinde bu seyahat bütün bunlara değer miydi diye düşünerek yolculuğumuza başladık🙄Yaklaşık 3 saat süren yolculuğumuz sonrası havaalanına indiğimizde yeşil pasaporta sahip olmanın çilesinin bitmediğini anladık.Yine bizi ayrı bir kenara çekip ,otel rezervasyonlarımızın ,kiraladığımız araç ödeme bilgileri ve dönüş uçuş bilgilerimizi inceledikten sonra bizi Alamanyalarına 1 haftalığına kabul ettiler.😀dscn0776Stutgard Havaalanından kiraladığımız aracımıza binerek, otelimize gittik.GPS sistemi sayesinde otelimize kolayca ulaştık.Ve araç içi GPS sisteminin Türkiye de olmamasına hayıflandık.img_3890

Bu arada kiraladığımız araç Mercedes in Türkiyede olmayan bir modeli olduğu için, resmini ilgilenenler için koydum.Benimkiler de aracı beğendiler ayrıca…😄dscn0780Otelimiz şehrin ana merkezine yürüme mesafesindeydi ve her yönüyle çok keyifliydi..Weindteige otelin en ilginç yanı balıklarıydı.dscn0788

Otelin kahvaltısı muhteşemdi

Otelin kahvaltısı muhteşemdi

     Gelelim Stuttgart a; Baden Württemberg eyaletinin başkenti, 600.000 kişilik nüfusuyla Almanya’nın altıncı büyük şehriymiş .Hala Almanya’nın en çok Türk bulunduran şehirlerinden. Türkiye’den düşük fiyatlı uçuşlarla gelmek de buraya ulaşmak adına kolaylık sağlıyor.

     Bir yanıyla yemyeşil bir doğa ve bunlarla bütünleşen tarihi binalar diğer yandan göz dolduran kocaman bir metrapol.Almanya’nın endüstriyel anlamda en aktif şehri .DSCN0804

Porsche, Mercedes-Benz, Bosch, SAP gibi  büyük markaların şirketlerine ev sahipliği yapmasından dolayı” Stuttgart gezilecek yerler listesi”nin büyük çoğunluğu haliyle endüstriyel müzelerden oluşuyor. Yani burası tipik bir Alman şehri.DSCN0794Deniz yok ,nehri ve çevresini de turistik alanlar ile değerlendirmemişler ve bütün bu karasallığa rağmen meydanda hissettiğim o huzur nereden geliyor acaba diye kendime sorduğumda ; sanırım insanlardan yansıyan içsel dinginlikten  sonucuna vardım ve uzun süredir de bu huzuru bulabilmek için yurt dışına çıkmak istediğimi algıladım.

Sonuç olarak turistik çok bir özelliği olmayan bu şehri dolaşırken yine de zevk alacaksınız.Sözcü ve Aydınlık gazetelerinin de satışını görmek ayrı bir hoşluk yaratacak ruhunuzda da ayrıca…DSCN0792

     Otelimizden çıkıp yürüyerek şehrin en büyük meydanına geliyoruz.

    SchlossplatzDSCN0833

    Yeni Saray(Neues Schloss) ın ortasında yer alan alan, askeri amaçlı kullanıldıktan sonra 1918 de halka açılmış.Şehrin en işlek bir o kadar da en huzurlu olan bu meydanın da Württemberg Kralı 1. Wilhelm in 60. doğum günü anısına dikilmiş,Concordia Heykeli ve Melek Çeşmesi bulunuyor.   Bahçe ve çeşmelerden oluşan bu alan insanı muhteşem hissettiriyor.Kafelerde oturanları,çimlere uzanan insanları ve bisikletle dolaşan insanları saatlerce sıkılmadan izleyebilirsiniz inanın ki..DSCN0820Stuttgard resimlerine bakıldığında görünen kısım da işte burası.Yani burayı görmeden gitme şansınız yok zaten☺IMG_3876

   Württemberg Dükü Charles Eugene tarafından 1746-1807 yılları arasında inşa ettirilen Neues Schloss, Ludwigsburg Sarayı ile birlikte dönüşümlü olarak kraliyet ikametgâhı olarak kullanılmış.DSCN0815 Kent merkezindeki en görkemli bina olan barok stili sarayın bir kısmı günümüzde finans ve eğitim ile ilgili resmi kurumların ofislerini barındırıyor. 2. Dünya Savaşı’nda zarar görmesi nedeniyle 6 yıllık restorasyon çalışmasıyla günümüzdeki haline kavuşan tarihi yapıyı rehberli turlara katılarak ziyaret edebilirsiniz.DSCN0817

Bizim içini gezecek vaktimiz mi yoktu ,yoksa bahçeden ayrılıp içeri mi girmek istemedik  bilemiyorum artık.😂

    2005 yılında açılan Kunstmuseum Stuttgart,DSCN0835 küp şeklindeki binasıyla  çok dikkat çekici. Neues Schloss ın manzarasına sahip. Pazartesi hariç haftanın 6 günü ziyaret edebileceğiniz bir müze barındırıyor.Müzenin 5.000 m²’lik sergi alanında Alman sanatının eşsiz örneklerini barındıran 15.000 parçalık bir koleksiyon sergileniyor. Gösterimi yapılan çalışmalar arasında Otto Dix, Willi Baumeister, Fritz Winter, Wolfgang Laib, Ben Willikens gibi sanatçıların eserleri görülebiliyormuş ama ben içini gezmedim.Ön kısmından tren istasyonuna doğru yürürseniz Königsstrasse nin büyük bölümünü yürümüş olursunuz. 

   KönigsstrasseDSCN0818

     Araç trafiğine kapalı olan bu alan Stuttgart ın en uzun ve en işlek alış veriş caddesidir.Hatta Almanya’nın da en uzun ikinci caddesiymiş.Yaklaşık 1.2 km uzunluğunda ki bu caddeye bağlanan irili ufaklı sokaklarda araç trafiğine kapalı.

Şehrin en hareketli alanı olan bu caddede çok sayıda şık mağazalar yer almakta.Bu caddenin ortalarında Königsbau alış veriş merkezi bulunmaktadır.

DSCN0825Burada ki mağazaları gezebileceğiniz gibi restaurantlarda bir şeyler atıştırabilirsiniz.DSCN0827

DSCN0830

Tren Garı

DSCN0831

Etrafı hendeklerle çevrilerek savunma amaçlı kullanılan (Old Castle Stuttgart) DSCN0801adlı kalenin geçmişi 10. yüzyıla kadar uzanıyor. Württemberg kontunun ikametgâh olarak seçmesinin ardından, kent merkezinde yer alan tarihi yapı genişletilerek saray olarak kullanılmaya başlanmış.DSCN0808DSCN0806
Sarayın bir bölümü günümüzde Württemberg dönemini anlatan eserlerin sergilendiği Landesmuseum Württemberg Müzesi’ne ev sahipliği yaparken, avlusunda bulunan kilise halen ibadete açık tutuluyor.DSCN0807

  Marktplatz-SchillerplatzDSCN0811

Burası da şehrin tam merkezinde ancak şehrin hengamesinden bir an için kaçıp, Cumartesi günleri kurulan çiçek pazarıyla rengarenk olan, sizi eskilere götüren ufak  bir meydan.DSCN0810Alman şair, filozof, tarihçi ve drama yazarı Friedrich Schiller’in anıtıbu meydanda yer aldığından ismini almış.DSCN0813Meydanın çevresinde Stiftkirche (kilise), Prinzenbau (Baden-Württemberg Adalet Bakanlığı binası olarak kullanılıyor) ve Altes Schloss (Eski Saray) gibi tarihi binalar yer alıyor. DSCN0812

Baş mimar Christian Friedrich von Leins gözetiminde 1864-1876 yılları arasında inşa edilen kilise Johanneskirche (St John’s Church) Stuttgart-FeuerseeFeuersee (Ateş Gölü) kenarında bulunuyor. Gotik tarza sahip dini yapının ana binası 2. Dünya Savaşı’nda büyük oranda kullanılamaz hale geldiği için savaş sonrası dönemde tekrar inşa edilmiş. Yeniden inşası sırasında zarar görmüş gotik kubbeleri daha modern bir tasarımla değiştirilen kilisenin kulesi, savaşın yarattığı yıkımı hatırlatması için kasıtlı olarak yarım bırakılmış.

   Wilhelmsplatz

     Burası yan yana dizili kafelerin ve restaurantların bulunduğu sevimli bir meydan.Yemek yemek için  iyi alternatifler var.

   Duke Charles Eugene’in emriyle 1764-1769 yılları arasında inşa edilen Solitude Kalesi (Schloss Solitude);6-schloss-solitude  Yazlık ikametgâh ve av köşkü olarak kullanılmış. Konumu sayesinde çevresindeki kasabaların ve kırsal alanların muhteşem manzarasını  görmek mümkün. Geçmişte pek çok önemli siyasi kararın alındığı tarihi yapı günümüzde bir akademiye ve müzeye ev sahipliği yapıyor.

  Şayet bit pazarına meraklıysanız doğru Karlsplatz’a.

   Wilhelma Hayvanat-Botanik Bahçesi wilhelma-zoo-stuttgart-03Şehrin kuzeyinde ki bir şato içinde yer alan bahçe 1919 yılında botanik kısmı,1951 de de ilk hayvan sergi kısmı açılmış.İçinde 1200 hayvan ve 6000 bitki türü bulunmaktaymış.Özellikle çocuklu bir aileyseniz tüm gününüzü bura da geçirebilirsiniz.Tabi bizim hiç bu kadar uzun zamanlarımız olmuyor yurt dışında☹  Park 365 gün açık.Sabah 8:30 da açılan parkın kapanışı mevsimlere göre değişkenlik gösteriyormuş. Buraya metroyla gelmek isterseniz Stuttgart Arnulf – Klett –Platz’dan U 14 metrosuna bindiğinizde 8 durak sonra Wilhelma durağında ineceksiniz. Yolculuk yaklaşık 8 dakika sürüyormuş.

    Neckar Nehir TuruFloss_im_Gruenen_original

   Vaktiniz varsa bu tekne gezisi ile üzüm ,şarap bağlarını görebilirsiniz.Buralarda daha çok Trollinger,Dornfelder,Lemberger şaraplarının üretilmekteymiş,bunları tatmak hoş olurdu sanırım.

     Porsche Müzesi porsche-normal

Müze Zuffenhausen’de bulunuyor. İlk olarak 1976 yılında Porsche fabrikasının yanında açılan müzenin 5.600 m²’lik sergi alanında prototip ve klasik modelleri içeren 80 araçlık bir koleksiyon bulunuyor.Müze girişi 8 Euro.

Müzeye gitmek için Stuttgart tren garı (tief) tarafından S6 ‘ya binip, 4 durak sonra yani  12 dakika sonra Neuwirtsh. (Porscheplatz)’da inebilirsiniz.

Daha önceden rezervasyon yaparsanız Porsche deneyimi de yaşayabilirsiniz.

Müze çıkışında da Porsche lisanslı ürünlerini bulabileceğiniz bir mağaza ve restaurant var.

Müzenin karşı tarafında da müzeyi gezdikten sonra Porsche almaya niyetlenirseniz  Porsche satış ofisine gidebilirsiniz.😆 Biz mersedes kiraladığımız için mersedes müzesini gezdik,porsche müzesini gezmek istersiniz diye size yazdım.😁

 Veee geldik bu şehrin gezi planımıza  katılmasının en büyük nedeni olan Mercedes MüzesiDSCN0887

Müzeye altınızda arabanız yoksa nasıl gideriz derseniz Stuttgart Hauptbahnhof’ta (Merkez Tren Garı) Kirchheim istikametine doğru giden S1 Bahn’a binip, yaklaşık 7 dakikalık seyahat sonrasında Neckarpark durağında inip , yaklaşık 10 dakika yürürseniz Mercedes str.de bulunan Müzeye gelmiş oluyorsunuz.Şayet yok ben yürümek istemiyorum diyorsanız bu durumda yine Kirchheim istikametine giden S1 Bahn’a binip yaklaşık 4 dakika sonra Bad Cannstatt durağında inin, yaklaşık 3 dakikalık yürüme sonrası otobüs duraklarına geleceksiniz. Buradan da 56 numaralı otobüs ( İstikamet: Wagenburgstrasse) ‘e binerseniz Mercedes Benz Müzesinde inebilirsiniz.
  DSCN0885Otomobil endüstrisinin 130 yıllık gelişiminin sergilendiği Mercedes-Benz Müzesi, 2006 yılında açılmış. Daimler fabrikasının ana girişinin hemen yanında bulunan müzede Mercedes markalı 160 klasik otomobil sergileniyor. 16.500 m²’lik kapalı alana sahip tesiste araba sergilerinin yanı sıra otomotiv endüstrisi ile ilgili belgesellerin gösterildiği salonlar, alışveriş mağazası ve restoran bulunuyor.DSCN0875

Müzede, ilk dikkat çeken şey binanın kendisi. Öyle ki, müzede otomobil tarihi turları dışında mimari turlar da düzenleniyor.Bir çok tasarım ödülü almış bina.Müze pazartesi günleri kapalı olmakla birlikte diğer günler 09.00-18.00 saatleri arasında açık.Müze giriş ücreti 8 euro ve akşam 16:00 dan sonra ücreti yarıya düşüyor.DSCN0848

DSCN0849

“Ben atlara inanıyorum. Otomobil, geçici bir hevesten başka bir şey değil…” İmparator 2. Wilhelm.

Müze spiral şeklinde dizayn edilmiş. Biletlerinizi aldıktan sonra, size verilen kulaklıklarla birlikte asansöre biniyorsunuz ve asansör sizi en yukarı kata çıkarıyor.

DSCN0859

1885 ilk benzinli motor üretiliyor.

İlk araba sevgiliye hediye edilmiş.

İlk araba sevgiliye hediye edilmiş.

İlk arabanın bulunuş hikayesiyle birlikte , dolana dolana  aşağıya doğru inerek günümüze ulaşıyorsunuz. Koridorlardan aşağı doğru kıvrılırken de duvarlar da tarihçeyi okuyap,yıl yıl dünyada ki önemli olayları tekrar gözden geçirebiliyorsunuz.DSCN0851

 Her dönemde yapılmış her otomobilin de istisnasız örneği var.  Bodrum katta ufak sinevizyon salonu ve süper bir müze dükkanı bulunuyor. Burada bir Formula 1 aracı da fotoğraf çektirmek isteyen ziyaretçilere açılmış durumda.DSCN0853DSCN0855

Müzede efsane ve koleksiyon bölümü bulunmaktadır. İlk Mercedes markalı otomobil Emil Jellinek tarafından verilen bir sipariş sonucu yaratılıyor. Daha yollarda neredeyse hiç içten yanmalı otomobil yokken Jellinek 36 adet otomobil üretilmesi için sipariş veriyor. Ancak bir şart koyuyor: Adriana Manuela Ramona adındaki kızının lakabı bu otomobillere verilecek. Yani Mercedes olacak.💙💛💚💜DSCN0876Müzede ayrıca belli bir ücret karşılığında simülatörden de faydalanabiliyorsunuz.DSCN0874
 
Müzeyi gezdikten sonra mağazadan da alışveriş yapabilir, cafesinde dinlenebilirsiniz.DSCN0873
 
Benim gibi arabalara karşı çok zaafı olmayan birisinin bile bu müze etkilediğini söylemek ilginizi çeker sanırım.Hele genetik olarak ilgi alanları otomobil olan, hangi yaştan olursa olsun erkekler varsa grupta keyiflerini siz düşünün.
  Mercedes-Benz Arena,mercedes-benz-arena_0

VfB Stuttgart Futbol Kulübü’nün maçlarını oynadığı stadyum , ilk olarak 1933 yılında Neckarstadion adıyla açılmış.  Uluslar arası maçlarda 55.000 seyircinin alındığı tesiste futbol maçlarının yanı sıra konserler de düzenleniyor.

Fernsehturm-Televizyon Kulesi

Burası da Stuttgart’ı tepeden görmek isteyenler için ormanların içinde yemyeşil bir alan.DSCN0834

Çelikli betondan yapılma ince borularla inşa edilen ilk yapı .Dünyanın ilk betonarme telekomünikasyon kulesi unvanına sahip yapı .Stuttgart’ın güneyindeki Degerloch İlçesi’nde yer alıyor. 1954 yılında yapımına başlanan ve 1956 yılında hizmete giren kulenin kırmızı uyarı ışıklarının hemen altında bulunan 3 adet dönen ksenon lambaları özellikle akşamları hoş görünüyor.Bu kule 2014 senesinde yangından dolayı oluşabilecek bir sorundan kaynaklı olarak kapatılmış ancak sorunlar giderildikten sonra 2016 Ocak itibariyle tekrar kullanıma açılmış. Kulede ayrıca alışveriş yapabileceğiniz bir hediyelik eşya dükkânı bulunuyor.Fernsehturm_1

Bu kule toplam 217 metre yüksekliğinde, yukarısında seyir terası bulunmakla birlikte bir restaurant da bulunuyor.

Kule ücreti kişi başı 7 Euro.  Stuttgart Hauptbahnhof Arnulf-Klett-Platz’dan U7’ye bindiğinizde 7 durak sonra Ruhbank( Fernsehturm) durağında inerseniz yaklaşık 10 dakika da ulaşabiliyormuşsunuz.

  1843 yılında Kraliyet Sanat Okulu’nun da bulunduğu tarihi bina içerisinde açılan sanat müzesi Staatsgalerie Stuttgart (State Gallery)staatsgalerie-stuttgart  1984 yılında James Stirling’in tasarımını yaptığı yeni binasına taşınarak ulusal bir müze olmaktan çıkıp, Avrupa’nın alanında en önemlilerinden birisi olmuş. 20. yüzyıl modern sanat akımının en önemli temsilcilerinden olan Pablo Picasso, Oskar Schlemmer gibi ressamların tabloları bulunuyormuş ben görmedim ama ilgilenenlere duyurulur.😊

Almanya’da nasıl Münih’in Oktoberfest’i meşhursa, Stuttgart’ın da ilkbahar döneminde Frühlingsfest’i meşhurmuş. Burası Avrupa’nın en büyük ilkbahar festivalinin kutlandığı yermiş. 2017 senesi itibariyle bu sene 79. kutlanacak. Nisan ve Mayıs ayının belli bir aralığında gerçekleşen bu festivale belkide denk getirebilirsiniz gezinizi.

Bol vaktiniz varsa Max Eyth See yi görebilirsiniz.Neckar nehrinin yanında ki yapay bir göl olup,dolaşıp temiz hava almak için ideal bir alan.

Yeme içme;

Willemsplatz da ki Bistro Einstein,II Promodoro ve Murrhardter Hof

Rotebühlplatz da Sushi Circle

Marktplatz da Alte Kanzlei ,Scholz,Cafe Planie nin kek ve turtaları

Schlossplatz da Künstlerbund cafe

Kriegsbergstr üzerinde ki Meksika restoranı Hauptbahnhof

Calwer Str. deki Calwer Eck gece hayatı içinse S-bahn hattının üzerinde ilerleyen ve Königstrasse ye paralel Theodor Heuss Str deki sosyetik kulüplere takılabilirsiniz.

Bu kadar Stutgard yeter diyerek mercedesimize atlayıp mercedesimizi ana vatanından ayırıyoruz. …..

 

ST PETERSBURG – SANKT PETERBURG (PETER İN ŞEHRİ)

Published by:

St-Petersburg-599569     Henüz Rus uçağını düşürmemiş olduğumuzdan vizesiz gidebildiğimiz zamanlardaki beyaz gecelerden bahsedeceğim.)))):  Bizler beyaz büyülü geceleri St petersburg gibi sanat ve tarih kokan bu şehirde gördük ama bizden sonraki Türkler bunu başarabilir mi bilmiyorum))):

    Türk Hava Yollarının İzmir-İstanbul uçuşunda bir saatten fazla gecikme yaşanınca bağlantılı sefer olan İstanbul -St Petersburg uçağına son dakikada yetiştik.Pulkovo havaalanına inince”havaalanı diyorum ama bizim ilçe otogarlarımızdan bile küçük ,sevimsiz bir yer” ortamı gördüğümüzde ki ilk şaşkınlığımızı atlatamadan ,bizimkilerle birlikte seyahati planladığımız diğer iki ailenin de bavullarının İstanbul dan kalkan uçağa yetişemediğini öğrendik.Bu tür hikayeler hep başkalarının başına gelir sanırsınız ya işte öyle bir şaşkınlık içinde ve doğru düzgün ingilizce konuşulmayan bir ülkede derdimizi anlatmaya çalıştık.Yaklaşık 3,5 saat süren bu  sıkıntılı  zamanın sonunda THY nın görevlileriyle anlaştığımızı düşünerek ,bu süre boyunca bizi kapıda bekleyen ve otelimize götürecek olan minübüse de, iyi bir bekleme bedeli ödeyerek yaklaşık onyedi km lik mesafedeki şehir merkezine kırkbeş dakika gibi bir sürede varıp Helvetia Hotel e ulaştık.34385709

    Eğer araba kiralamadıysanız bizim gibi ;taksiye binecekseniz taksi simsarlarına dikkat edin diyorlar. Bu yüzden, mutlaka fiyat sormanızı ve taksinizi havaalanındaki kapının yanındaki deskten almanızı tavsiye ediyorlar. Bunun yanı sıra, kapının önünde duran otobüslerle de hemen 15 dk lık mesafedeki metro istasyonuna gidip  çok daha ucuz yolla gideceğiniz yere varabilirsiniz.Otobüse arka kapıdan binip önden iniyormuşsunuz. Para ise inerken veriliyormuş. (Otobüs 30 RUB + Metro 28 RUB)

   Otel girişimizi yaptıktan sonra bellboy valizimizi almaya gelince nedendir bilinmez hepimizi bir gülme krizi tuttu.Yabancı ülkede olmanın en iyi yanı açıklama yapmaya gerek kalmıyor (:  İyi yan demişken bir tane daha aklıma geliverdi;  odaya geçince yerleşmek yada ne giyeceğiz diye uğraşmak durumunda değildik.Bu kadar iyi yan yeter diyenler içinde üzülmesinler; sıcak bir ülkeden geldik ve temiz bir şeyler giysek iyi olurdu.)): Tabii ki tahmin ettiğiniz üzere, soluğu hemen hemen tüm gezimizin, maalesef ki  vaktimizin büyük bir kısmını ayırmak zorunda kalacağımız; alış veriş merkezinde aldık.DSCN0605DSCN0607DSCN0608

Otelimiz  .görülmesi gereken mekanların çoğunu içeren, şehrin en ünlü caddesi Nevsky Prospect in ara sokağındaydı..Prospect cadde anlamında kullanılıyor,Nevsky ise milli kahramanları Alexander Nevsky den geliyormuş.

Nevsky’de yürümek için öyle bir amacınızın olmasına gerek yok sadece gezinmeniz bile keyifli. O tarihi dokunun içerisinde  yürürken insan kendini bir film setinde hissediyor. Özellikle havanın karardığı anı yakalayabilirseniz masalımsı bir filmin içinde sanırsınız kendinizi.1

  Şehrin kuruluşu çok eskilere dayandığından her yer tarih kokuyor.  1703 de Çarl 1. Petro (deli petro) tarafından Rus Çarlığının Avrupa ya açılan kapısı olması amacıyla kurulup,planı bile kendisi tarafından çizilen  şehir; 200 yıl başkentlik yapmıştır ülkesine.1918 yılından sonra Çarlık Rusya nın başkenti Moskova olmuştur.1893 de Lenin proloterya hareketini burada başlatmış;Dünyanın bütün işçileri birleşin! …. DSCN0618DSCN0623DSCN0617

   1917 de Şubat ve Ekim devrimleri bu kentte yaşanmış.İsmi de Rus İç Savaşı (1918-24 yılları) arasında Petrograd olarak değiştirilmiş.Bolşevik ihtilali sonrası Lenin in ölümünden sonra Stalin şehrin adını onun anısına Leningrad olarak değiştirmiş.1991  de yapılan halk oylaması ile adı tekrar St Petersburg olmuş.DSCN0614

  Neva Nehri deltasında kurulan şehir aslında büyük bir bataklık alanın dönüştürülmesi ile oluşturulmuştur. Kent merkezindeki pek çok bina Amsterdam’da olduğu gibi çamur alanlara saplanmış direkler ve tahtalar ile kuvvetlendirilmiş temellere inşa edilmiştir. 

5 milyon nüfuslu şehrin bizimle saat farkı 1 saat ileridir.

Para birimi Rus Rublesi (RUB)  1 euro 40 rub ediyor.Türk lirasına çevirmedim malum sürekli değişiyor.DSCN0698

Moskova nın 715 km kuzeybatısında yer alan şehir Avrupa nın 4. büyük şehri. Logada gölünden doğan Beyaz denizi Baltık denizine bağlayan 74 km lik Neva nehrinin 30 km si şehirden geçiyor. Özellikle 2.Dünya Savaşı sırasında bu nehir tek yaşam kaynakları olmuş; toplam 29 ay sarılan ve kuşatılan şehir, Adolf Hitler’in emriyle sürekli olarak top ateşine ve bombardımana tutulmuştur. Savaş, kenti büyük hasara uğratınca Leningrad ve onun varoşları, takip eden on yıllık sürede eski kroki üzerinde yeniden inşa edilmiştir.Yani bugünkü kimliğini İtalyan mimar Domenico Trezzini tarafından 1716 yılında Vasilievsky Adası merkez alınarak tasarlanan hali ile kazanmıştır. 95 kanal ,12 ada ve 400 köprüye sahip şehirdeki  21 köprü günde iki kez açılıp kapanıyor. Şehir 1439 m2 olmakla birlikte esas şehir alanı 605m2. DSCN0696

Dostoyevski, Puşkin, Anna Akhmatova ve Rimsky-Korsakov‘un evleri de müze olarak kullanılmaktadır.DSCN0694
 
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski‘nin romanları Suç ve Ceza ve Ezilenler de bu şehirde geçer.
St. Petersburg, 40’dan fazla tiyatroya ev sahipliği yapar. Dünyaca ünlü Mariinsky Tiyatrosu, geleneksel kent kültürünün merkezidir. Alexandrinsky Tiyatrosu, St. Petersburg’daki en eski drama tiyatrosudur. Klasik Rus Draması’ndan en önemli örnekler burada gerçekleştirilir. Mussorgsky Opera Evi, kentin ikinci en büyük müzikal sahnesidir. Akimov Komedi Tiyatrosu, komedi oyunlarının sahneye konduğu en önemli yerdir. Bolshoy Kukla Tiyatrosu, çocuklara özgü oyunlarıyla ön plana çıkar. Müzikal Salon (Musical Hall), hafif müzik performanslarının kentteki en önemli merkezidir.DSCN0673
Bosse’s House (Bosse’nin Evi), Karnaval, Buz Sarayı, Lensoviet Kültür Sarayı, Belediye Kültür Merkezi, Oktyabrsky ve The Philharmonia kentteki büyük ve modern konser alanlarıdır.
Kent çok sayıda sanat galerisine ev sahipliği yapar. Ross Fotoğraf Galerisi, Art-Gorod, D–137, Mikhaylov Galerisi, Palitra Galerisi ve Anna kentin sanat merkezlerindendir.DSCN0621
Kışın, tiyatro ve film festivalleri kenti olan St. Petersburg, yazın eğlence mekânlarıyla bambaşka bir atmosfere sahip olur. Beyaz Geceler Dans Festivali, Russian Winter Festival, Goodbye Russian Winter Festival ve Osenie Ritmy (Sonbahar Ritimleri) Uluslararası Caz Festivali kentte düzenlenen en önemli festivallerdendir.Şehirdenki 50 den fazla müze genelde 10:00 gibi açılıp 14-16:00 gibi kapanmaktadır.Bu kadar kitabi bilgiden sonra artık gezmeye başlayalım((:  DSCN0674
     Geceden yıkayıp kuruttuğumuz giysilerimizi giyip;bayanlar alışveriş merkezine ,erkekler havaalanına şeklinde iş bölümü yaparak güne başladık.Elleri boş dönen erkeklerimizi ellerimiz dolu karşılayarak ne kadar sevindirdik bilemem ama 2007 yılında en pahalı şehir seçilen Petersburg da alışveriş yapma ayrıcalığını buruk bir şekilde tatmış olduk.(((: Sıkıntılarımızı bir sonraki güne erteleyip kendimizi Nevsky Prospect caddesine attık.
 
     Beloselsky-BelozerskySarayı1701_detail_page

     Kırmızı renkli neo-barok saray , korint stili duvar ayakları ile ünlü saray halen kültür merkezi ve balmumu müzesi olarak kullanılıyor.DSCN0613  Devamında Aniçkov Köprüsü nü geçiyoruz.

DSCN0615

Anichkov köprüsü üzerinde grubumuzun erkekleri(: Arka fonda Kukolki tiyatrosu

   Cadde üzerinden ilerlerken sağda Singer House  u görebilirsiniz.

 Kitaplar Evi (House of Books) olarak da bilinen Singer House , Petersburg’un önemli simgesel binalarından biri. 1904 yılında Singer firmasının gökdeleni olması için tasarlanmış ancak, Petersburg yasalarınca Kışlık Saray (Winter Palace)’dan daha yüksek bina yapmak yasak olduğundan mevcut boyunda bırakılmış. 1919 yılında bir yayınevine tahsis edilen bina, şehrin en büyük kitapçısı olmuş . 2004-2006 yılları arasında yenilenmiş. Kitapların çoğu Rusça ,fakat güzel matruşkalar var.Kitapçı çok gerekli olmasa da içinde ki kafeye mutlaka uğranmalı.DSCN0628

    Singer Binası  önünden Nevsky Caddesinden yürüyüp Saray Meydanı’na (Palace Square) (Dvortsovaya Meydanı) na gelebilirsiniz yada arka tarafına doğru ilerleyip dökülen kanlar kilisesisine geçebilirsiniz.Biz Saray Meydanına doğru yürüdük….PalaceSquare

    Kışlık Saray ve yarım daire şeklindeki bakanlık binalarıyla çevrili meydanın merkezinde 1812 yılındaki savaşa ait 42.5 metre yüksekliğiyle dünyanın en yüksek sütunu olan Alexander Sütunu var.Fillandiya dan 1832 de getirilmiş sütun üçbin işçinin uğraşısı ile dikilmiş.Sütun 60000 ton ağırlığın da olmasına rağmen hiç bir şekil de bir desteği yok.Kendi ağırlığı ve matematiğin muhteşem kullanımı ile dik duruyor.Yani bu mühendislik harikası sütun neden matematik okuyoruz diye soran gençlere gösterilebilecek en güzel örneklerden biri.Tepesinde haç tutan meleğin yüzü Napolyon ordularını yenilgiye uğratan 1. Alexandra ya benzemekte.Zaten bu galibiyetin 20. yılı şerefine dikilmiş. Ayrıca bakanlık binalarından birinin üzerinde Napolyon savaşlarındaki iki tekerlekli savaş arabalarının figüre edildiği zafer arkı var.En önemli yapısı Zimleyt Vorey 1754-1762 yıllarında yapılmış ve Rus İmparatorları yüzelli yıl burada yaşamışlar.Şuan müze olarak kullanılıyor.Saint_Petersburg_Palace_Square_Alexander_Column_IMG_6534_1280

    Hermitage meydanı da denilen Dvortsovaya Meydanı etkileyici genişlikte çok ta eğlenceli bir meydan Meydanda at arabaları ile gezinebilirsiniz, ginger ( Segway ) e binebilirsiniz, Peter ve Katerina kostümleri giymiş kişilerle fotoğraf çekilebilirsiniz. Oturup bir şeyler içerken tüm bunları seyredebilirsiniz. Enerjinizi depolayın ki muhteşem bir müze gezisi sizi bekliyor:

   State Hermitage (Ermitaj) Müzesi

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

    Dünyanın en eski ve büyük müzelerinden olan Ermitaj (Ruslar öyle diyor), 1764 yılında Çariçe II.Katerina  nın Berlin den yaklaşık 200 adet sanat eserlerini  satın alması ve bunları koymak için kışlık sarayın yanına başka bir saray yaptırması ile kurulmuş .Kendinden sonra gelen Romanovlarda kolleksiyonu zenginleştirmiş, ancak  halka açılması 1852 yılını bulmuş .Rus barok tarzında, İtalyan asıllı mimar E.B. Rastrelli tarafından yapılmıştır. Altı adet tarihi bina içeren müzede yaklaşık 3 milyon sanat eseri sergilenmekte. ( Dünyanın en büyük resim koleksiyonuna sahip müze, bu nedenle Guinness Rekorlar Kitabı’ndadır.)DSCN0632 1945 adet pencere 1750 adet oda var.Bu odaları gezmeniz için 25 km yol yürümeniz gerekmektedir.Her esere 1 dk ayırsanız yaklaşık 10 yıl bu sarayın misafiri olmanız gerekiyor diyorlar ((:  DSCN0642Tüm müzeler gibi pazartesileri kapalı ,diğer günlerde 10:00-18:00 arası gezilebiliyor.Yaklaşık giriş  17.95 US $ . 12 yaşından küçük çocuklarınız için bilet almanıza gerek yok. İçeride 15 Türk Lirasına , Türkçe basılmış “Hermitage” ve “St.Petersburg” kitapları alabilir, ödemeyi de Türk lirası olarak yapabilirsiniz.Girmeden kendinize Türkçe bir müze haritası alıp kendiniz gezebilirsiniz.Gişe kuyruğu çok uzun o yüzden önceden internetden bilet almayı unutmayın.500 rubleye kulaklık kiralayabilirsiniz.sergilenen bütün eserlerin yanında bir kod var , o kodu bu cihaza tuşluyorsunuz başlıyor anlatmaya.Tabi ki Türkçe yok. ):Hermitage-Museum-St-Petersburg-Inside-hermitage-stairs-Русия-–-Санкт-Петербург-и-Москва-1920x1080

Birinci katta ;     İsa’dan önce 5.-4.yüzyıllara ait Pazırık Höyüklerinden Parçalar,İlkel Kültür ve Sanatlar Salonları,Eski Mısır Kültürü ve Sanatı Salonu,Doğu Kültürü ve Sanatı Salonları,Antik Dünya Kültürü Salonu ve Salonları,Mücevherat Galerisi bulunuyor.DSCN0630
 İkinci katta ;      Kışlık Saraydaki Tören Salonları ve Oturulur Odalar,Rus Kültürü Sanatı ve Salonları,15.- 18.yüzyıllar Fransız Sanatı Salonları,15.-18. Yüzyıllar Alman Sanatı Salonları,16.-18. Yüzyıllar İngiliz Sanatı Salonları,Hollanda, İtalyan, İspanyol, Flaman Sanatı Salonları bulunuyor.DSCN0634
  3.katta ise;       19 ve 20 yüzyıllar Fransız Sanatı Salonları,Alman ve diğer Avrupa Ülkeleri Sanatı Salonları,in, Hindistan, Endonezya, İran, Suriye, Bizans Sanatı Salonları, 20.yy İtalyan Sanatı Salonları bulunmakta.DSCN0633
Rusya’da öğrencilerin ve  genç askerlerin müze gezmesi zorunluymuş. 1970’lerde Afgan Savaşı’nda kolları bacaklarını kaybetmiş Rus askerlerini  hastanede ziyaret edip  sanatın güzelliklerini anlatmışlar! Fazla söze gerek var mı?DSCN0671

Müzenin bodrum katındaki depolarda saklanan, çok kıymetli eserleri farelerin gazabından korumak için kedileri burada besliyorlarmış. Müze kurulduğundan beri hiç şikâyet etmeden hizmetlerini sürdüren Hermitage kedilerine saygıda kusur edilmiyor ve bugün 80’e yakın kedinin barındığı müzede çalışanlar, her yıl Hermitage Kedi Günü adı altında düzenlenen bir etkinlikle minnettarlıklarını gösteriyorlarmış. Bu haftada okullarda kedi temalı resim yarışmaları, kedi kitapları sunumu, makale yarışması ve çocuklara yönelik tiyatrolar düzenleniyormuş.Ne şirin insanlar değil mi….DSCN0651
DSCN0652
DSCN0659Benim gibi yarım yamalak da olsa yağlıboya resimle uğraşan biri için tahmin edersiniz ki burası tam bir cennet..Ama değil 10 yılı ,10 saatimi bile ayıramadım.DSCN0657Bu müzenin benim için farklı bir yeri daha oldu: Plastik ve Rekontriktif Cerrahi Profesörü olan eşimin muayenehanesine yakışır bir resmin benzerini ona yapıp hediye etmek istedim:Jules Joseph Lefevre  nin resmi tam istediğim gibiydi.Bire bir  kopyalamaya çalıştım.Çalıştım diyorum çünkü bir ay sabah sekiz akşam sekiz çalıştığım halde resmi bitiremedim.Sonra Lefevre nin resmi altı yılda tamamladığını öğrenince ;altı yılımı versem bende şaheser çıkarırdım fikrine kapıldım. (((:  Sizlerin fikirlerini de alalım tabi ki….

Mary-Magdalene-in-a-Grotto

Mary Magdalene in a Grotto – Jules Joseph Lefevre – Hermitage Museum

Resmi orjinal boyutundan azıcık büyük yapmışım ama…((:

Resmi orjinal boyutundan azıcık büyük yapmışım ama...Ayrıca dünyanın en eski halısı bir Türk halısı ve burada sergilenmektedir.Adı:Pazırık.180-200 cm boyutlarında ki halı ;Altay da ki göçebe Türkler tarafından yapılmış,2500 yıl buzulların altında kaldığı için orijinal halini koruyabilmiş.Scythiancarpet

 

 Literary Kafe(Edebiyat Kafe)litkafe-4

 Petersburg’un ana arteri Nevski Caddesi üzerinde Moyka Kanalı ile Zeleni Köprüsü’nün kesiştiği noktadayız . Puşkin’in ölümü ile sonuçlanan düelloya gitmeden önce kahvesini içtiği kafe.Hermitage Müzesine beş dakika uzaklıkta.Saint Petersburg, Russia, 25/07/2005. Wolf's Bakery, now called the Literary Cafe, where Alexander Pushkin ate his last meal before dying in a duel over his wife's honour. A mannequin of Pushkin's last meal is in the entrance hallway.

 Herşey George Charles d’Anthes adlı Rus ordusunda görevli bir Fransız subayın bayan Natalya Puşkin’e yazdığı imzasız aşk mektupları ile başlıyor Puşkin mektupların sahibini öğrenince düelloya davet ediyor ve düello yapılıyor . Puşkin d’Anthes’i omuzundan vuruyor , kendisi karnından vuruluyor Yaklaşık otuz duelloya katıldığı halde bunda ölümcül yarayı alıyor ve iki gün sonra evinde ölüyor . Ölümü Rusya’da halk arasında büyük öfke yaratıyor ve d’Anthes sürgüne gönderiliyor . İçeri girip bir kahve molası verebilirsiniz.

Dökülen Kanlar Kilisesi (Church of the Savior on Spilt Blood )DSCN0717

 Çar II. Alexander’ın 1881’de uğradığı suikastle ölümcül yara aldığı yere yapılmasından dolayı halk arasında “Kanlı Kilise” olarak anılmaya başlanmıştır.Şehrin simgelerinden biri.Çar arabasıyla geçerken yanında bomba patlıyor ve araba sarsılıyor bunun üzerine olayı kınamak isteyen Çar arabadan indiğinde ikinci bir bomba patlayıp Çarı öldürüyor.DSCN0716 Bu suikastın anısına kurulan kilisenin sınırlarına çarın arabayla geçtiği yerleri katabilmek için Griboedov kanalı daraltılarak kilise sınırlarına dahil edilmiştir. 5 kubbeli olan kilisenin, 81 metre yüksekliğindeki en yüksek kubbesi suikastin gerçekleştiği yılı temsil ederken, 67 metre uzunluğundaki ikinci kubbe çarın öldüğü zamanki yaşını ifade eder. Kilisenin içi İncil den sahnelerden oluşan,7500 m2 lik mozaik  alanla dünyadaki tek kilise imiş.İmiş diyorum çünkü ben içini gezemedim.DSCN0710

Kilisenin içerisine giriş 450 RUB.

Kilisenin hemen yanında bulunan Mikhailovsky Parkı da sevimli bir mola için uygun.

eray

    Gündüz ayrı gece ayrı bir güzellikte…. ve ben şu ana kadarki gördüğüm en etkileyici kilise ilan ediyorum kendilerini.((:

    St. Isaac Katedrali st-isaacs-cathedral-during-the-white-nights-in-st-petersburg

   Muhteşem Pedro, Aziz İsac ile 19 mayısta doğmuş ve alan onun adına ithaf edilmiştir.Yapımı kırk yıl sürmüştür.1800 lü yıllarda Spilled Blood Kilisesi yapılmadan önce en ihtişamlı klisesiymiş.DSCN06761930 da kapanıp yıllar sonra müze olarak açılmış.Şimdi sadece özel günlerde dini törenler için kullanılmakta.Altın kaplama kubbeleriyle muhteşem görünüyor.Tabi 100 kg altın nereye kullanılırsa muhteşem görüntüsü verir.114 ton ağırlığında, 48 sütuna sahip. 14000 kişi aynı anda ibadet edebiliyor.Mimarı Auguste de  Montferrand  adlı Fransız otuz yaşında yapıyor ve yapıtını kubbeli katedraller arasında dördüncü sıraya sokuyor.101 metre yükseklikte.Ortasında Çarl 1. Nicholay heykeli var.Dış cephesinde dev kırmızı tuğlalar kullanılmış.DSCN0677

Kulelerden şehir manzarası harika görünüyormuş. Şehri kafamızda canlandırmamız için faydalı olur diye düşündüm ama üçyüz basamak çıkmak zor geldi.Size zor gelmezse 350 RUB ödeyerek çıkabilirsiniz.

    Kazan Katedrali(Cathedral of our lady of Kazan)Kazan-cathedral

   1801-1811 yılları arasında, Roma’daki San Pietro Bazilikası’ndan esinlenilerek, mimar Voronihin’in projesi temel alınarak yapılmıştır.Kilisenin kubbesi 80 metre uzunluğunda ve bir dönem zamanın en yüksek kubbelerinden biriymiş. Nevsky caddesinde güzel bir gezinti yapmaya çıktığınızda cadde üzerinde yer alan bu kiliseyi gördüğünüzde etkileyici bulacağınızdan eminim.saint_petersburg_koporye-kazansky_sobor_cathedral_our_ladyDevrimden sonra kilise özelliği yok edilen katedral tüm Sovyet dönemi boyunca Ateizim Müzesi olarak işlev görmüş. Halen dini evlilik merasimlerine ev sahipliği yapmakta ve aynı zamanda şehrin önemli bir görsel müzesi olan katedral, Sovyet döneminde dahi bağımsızlık sembolü özelliğini yitirmemiş, öyle ki Alman işgaline karşı Büyük Anayurt Savaşı (2. Dünya Savaşı) sırasında Sovyet askerleri, Kutuzov’un kabri başında vatana ve Leningrad’a bağlı kalacaklarına dair ant içmişler.DSCN0627Napolyon’un Rusya’yı işgali sırasında direnen Rus ordularının başkomutanı Feldmareşal Mihail Kutuzov’un naaşıda 1813’de Katedral’e defnedilmiştir. (General Kutuzov bir dönem İstanbul’da Rus Elçiliği de yapmıştır.)1876 da ilk politik gösteriler burada yapılıyor.Kominizm döneminde kapatılıp müze yapılıyor hatta .

   Vasilyevski Adası , Denizcilik Müzesi ve Rostral SütunlarıDSCN0675

   Vasilyevski adası aslında  Petro tarafından şehrin kalbi olarak planlanmış.Ama sellerden dolayı sürdürememişler.İki adet bordo sütun eskiden deniz feneri olarak kullanılmış.Şuan dekor amaçlı kullanılıyor.Yunan ve roma mimarisinden esinlenerek yapılmış.

    Petherof Sarayı ve Bahçeleri (Peter in Avlusu)Peterhof-Palace-and-Grounds

 

    Bizim deli, rusların büyük, ingilizlerin ise çılgın dediği, ama bana kalırsa “büyük”sıfatının daha doğru olacağını düşündüğüm Rus çarı Petro’nun sarayını anlatmadan önce neden büyük sıfatını daha çok yakıştırdığımdan bahsedeyim:3937341365491960 24 yaşında tek başına çar olduktan sonra Petro 1697 de iki yıl süreli bir Avrupa turuna çıkıyor. Petro Mikhaylov takma adını kullanarak Fransa-Hollanda-İngiltere ve Almanya’da tersanelerde çalışıyor ve geri döndüğünde buralardan öğrendikleriyle, tersaneler inşa ediyor.Böylelikle muhteşem bir donanma ve modern rus ordusunu kuruyor. Hayatı boyunca gördüğü tüm güzel eserleri bu şehirde yaptırıyor.imagesÖzellikle bu sarayın bahçesindeki dev fıskiyelerin ne elektrik ne de pompa sistemi ile çalışmakta olduğunu,helazon seklinde açılan delikler nedeniyle suyun kendi mekanik kuvveti ve yerçekimi sayesine döndüğünü ve basınçla fışkırışını hayranlıkla izlerken deli kelimesini aklınızdan siliveriyorsunuz.Tabiki sıkıntılı bir süreç var çar oluncaya kadar geçen sürede ,bunlarda onun çılgın yanlarının oluşmasında etken sanırım.Hatta Streltsiler tarafından ailesinin ve arkadaşlarının katledilmesinden dolayı Moskova yı sevmediği bu yüzden başkent olarak St Petersburg u yapmaya çalıştığı ,yüzündeki tikinde o zamanlar oluştuğu söyleniyor .

Kıyafet devrimi yapmış; Şalvarı yasaklamış,çatal bıçak kullandırmış,sakal erkeklik sembolü olmasına rağmen yasaklanmış.Direnenlere ağır vergiler yükleyip Sibirya ya sürdürmüş.Din yasaklanmış.Yetmiş yıl boyunca kimse ibadethaneye gidemeyince bastırılmış duygular 1987 den sonra dışa vurulmuş ve klise patlaması yaşanmış.2.Dünya savaşı sırasında dokuzyüz gün kuşatma altında kalan kenti eski haline getirmeleri otuz yıllarını almış.Avrupa nın barok ve rokoko tarzının rus klasiği ile karışımından ortaya çıkan bir şehir.Verdiği davetlerde yemeklere demir leblebiler koyar , insanların kırılan dişlerini çekermiş . 2.27 lik uşağı ”burjuva” ölünce merak edip iskeletini çıkartmış . Dişler ve iskelet de Kunstkammer’de.Avrupa’da gezerken o zamanın ünlü anatomi uzmanlarından Frederik Ruysch’un seminerlerine katılmış ve Rusya’ya döndükten sonra Ruysch’un 2000 parçalık cenin kolleksiyonunu satınalmış . Petersburg’ta bunları sergilemiş , meraklısı olmayınca sergiye gelenlere bedava votka dağıtarak ”sanatsever” sayısını artırmış . Bugün Petersburg’ta Kunstkammer’de bu kolleksiyonu görebilirsiniz .Hala bedava votka var mı bilemiyorum.Peterhof Panorama from palace

    1709 yılında Rusların İsveç’e karşı kazandığı Poltova Savaşından sonra , Ruslar için büyük bir tehdit ortadan kalkmış ve Büyük Petro ,bu zaferi kutlamak için  Baltık Denizi kıyısına sarayı yaptırmaya karar vermiş .Saray , 1714-21 yılları arasında Jean Baptiste Le Blond isimli bir mimar tarafından yapılmış . Resmi açılış tarihi 1723 . Daha sonraki dönemlerde yenileme ve değişikliklerle bugünkü halini almış .607 hektarlık bir arazi üzerine kurulmuş olan saray havuzlar , çeşmeler , heykeller , çardaklar ve küçük yazlık evlerle süslenmiş . Rusya’nın çeşitli bölgelerinden ve Rusya dışından ağaçlar getirilerek dikilmiş .Büyük çeşme , 22 kilometre uzaklıktaki Ropşa tepelerinden gelen yeraltı suları ile çalışıyormuş . Çeşme denilen havuzun  içinde 37 yaldızlı bronz heykel , 64 çeşme , 142 fıskiye bulunuyor .Saraya ilk girdiğiniz bahçeyi ücretsiz gezebiliyorsunuz… Burada; Mejeumni Çeşmesi, Neptün Çeşmesi ve Meşe Çeşmesi’ni görebilirsiniz…

729ebf6772

Büyük Çeşme

   Büyük çeşme saraydan Baltık Denizine kadar uzanıyor.

6134_596

Samson Heykeli

Çeşmede bulunan aslanın ağzını yırtan Samson heykeli (aslan İsveç’i , Samson Petro’yu simgeliyormuş ) bu başarıyı sembolize ediyormuş .

Saray ile baltık denizi arasında bulunan iç bahçe, sarayın önünde yer alan fıskiyelerden denize dik uzanan kanal ile ikiye bölünüyor bir tarafı adem, diğer taraf havva tarafıdır. iki tarafta da bir çok fıskiye bulunur. fıskiyeler yazın saat 6’da kapandığı için bahçeyi gezmeye en geç 3’te başlamak gerekir ..Çocuklu olanlar veya engelli olup araç kullanmak zorunda olanlar için kolay yollar yok. Gitmeden önce mümkünse çocuk arabası, sırt çantası gibi eşyalarınızı aracınızda bırakın; çünkü bunlarla saraya giriş yasak.Excursions-in-St-Petersburg-Peterhof-Grand-Palace-and-Lower-Garden Özellikle aşağı bahçelere de inerken merdiven kullanılıyor.Bunun dışında, saray için eğer üstünüzde uzun ceket vs. gibi birşey varsa onları da girişte vestiyere bırakarak ayaklarınıza naylon galoşlar giyiyorsunuz.Sarayın içinde resim çekmek yasak .İstemeden de olsa,eğer orada gösterilen şeyleri çevreleyen ip kordonlara yanlışlıkla dokunursanız alarm ötmeye başlıyormuş. Durumun tüm sevimsizliğine rağmen  gerçekten görün diyorlar.İsterseniz sarayın bahçesinde araçlarla dolaşabiliyorsunuz. İngilizce anlatım da yapıyorlar.

Excursions-in-St-Petersburg-Peterhof-Monplaisir-palace-and-Lower-Garden Sarayın bahçesinde Monplaisir denilen baltık kıyısındaki küçük evi Petro çok severmiş . Burası çok yakın arkadaşları ile eğlenip sarhoş oldukları yermiş .1770 yılında bize karşı yaptıkları ve zafer kazandıkları ve 11000 askerimi kaybettiğimiz ;Çeşme savaşında ki donanmamızın cayır cayır yanışının resmedildiği ,Çeşme odasını göremediğimiz için çok da üzülmedik; diye teselli bulduk kendimize…Chios_aivaz

     Bu saraya ulaşım:

    Birinci yol Hermitage sahilinden Peterof’a kalkan Meteor ( Hidrofil ) isimli hızlı feribotlar. Bu feribotlar sizi Peterof Sarayı’nın rıhtımına götürüyor. ( Tek yön 600 RUB, gidiş dönüş 1100 RUB ). Rıhtımda indiğinizde saray için bilet gişeleri mevcut. ( Bahçe girişi 350 RUB, Saray Girişi 450 RUB ).İkinci yol Petersburg’tan Baltık istasyonundan trene biniliyor . Novi Petergof durağında inip 10 dakika süren bir otobüs yolculuğu ile saraya ulaşılıyormuş .Üçüncü yol ise Metro ile 1 numaralı kırmızı hattı kullanarak güneydeki Antovo istasyonuna gidip. Oradan direk metro çıkışında son durağı olan Peterhof minibüslerine binmek. Bu rota ortalama 1 saat sürüyormuş.Özellikle minibüs yolculuğu, halkın aslında nerelerde yaşadığı, binalar, yaşam alanları hakkında fikir sahibi olmanız için  faydalı bir yolculuk olabilir.( Metro 28 RUB + Minibüs 70 RUB ). 

Metro demişken biraz da St. Petersburg metrosundan söz etmezsek olmaz.IMG_3956 Öncelikle girişte  otomatlardan veya gişelerden 28 RUB karşılığı jeton alıyorsunuz. Türkiye’dekilere göre çok daha hızlı olmasına rağmen yaklaşık 2 dk süren dik mi dik bir yürüyen merdiven seyahati yapmanız gerekiyor.IMG_3974 Her merdivenin en altında küçücük bir kabinde  oturan operatör görevliler var. Metroya indiğimizde resmen ağzımız açık kaldı. IMG_3973Gördüğümüz her istasyon dev avizelerle süslü, varaklı, kemerli tavan yapıları ile bezenmiş durumda. Yani St. Petersburg’a gelip herhangi bir istasyonu görmezseniz bilin ki çok şey kaçırmışsınız demektir.im-c145-w954-049_DSC_9392__12801024_1

   Peter ve Paul Kalesi ( Peter and Paul Fortress )324_image

DSCN0688

Petrogradskaya bölgesinin karşıdan görünümü

  Neva Nehri’nin kenarında Tavşan Adasının üzerinde ( Adanın ismine yakışır bir tavşan heykeli de kütüğün üzerinde adaya girerken sizi karşılıyor ) yer alan, ve bu ada sadece kendine ait olduğu için de ihtişamına ihtişam katan kale ; 1703 yılında ahşaptan yapılmış ve bu tarih şehrin doğum günü olarak kabul edilmiş,
DSCN0689   Daha sonraki yıllar tuğlaya çevrilmiş.Kalenin kuruluş amacı İsveç ordularını engellemekmiş ama İsveçliler buraya kadar hiç gelememiş.Kışın Neva nehri donduğundan yürüyerek geçebilirsiniz adaya diyorlar ama ben o zaman diliminde orada olmak istemezdim doğrusu.3796380-Iconostasis-of-Peter-and-Paul-Cathedral-01900 lerdeki Rus devriminde ve sonrasında ünlü isimlerin tutsak edildiği eski bir cezaevi haline çevrilmiş.Maksim Gorki ve Dostoyevski de burada yatmış. Bunun dışında, Büyük Peter’in oğlu Aleksey, Lenin’in ağabeyi Alexander ve Troçki de hapisanenin sakinleri içinde yer almış. Ortasında Peter ve Paul Katedrali’ne ev sahipliği yapan kale şimdilerde ise günde binlerce turistin akın ettiği, bir yapı haline dönüşmüş.Peter and Paul Cathedral angelÇan kulesi helezonunun tepesinde bulunan melek heykeli ile şehirdeki en yüksek (122.5metre) yapı olmuş. Çan kulesi 2001’de yapılan 51 değişik ses veren çanları ile ünlü. İhtilalden sonraki tüm Rus hanedanlarının mezarı burada bulunmaktadır.Özellikle 2. Nikola ve ailesi burada yatmaktadır.peter_paul_cathedral_3Kalenin, nehrin geniş kısmına açılan kapısı Ölüm Kapısı olarak da biliniyor. İdam mahkumları buradan suya atılırmış. Şimdiyse şehre karşı güzel bir manzarayı izlemek için hoş bir yer haline gelmiş..private-tour-peter-and-paul-fortress-in-st-petersburg-in-st-petersburg-139255

Girişler her yerde olduğu gibi burada da 4 ayrı bilete tâbi. Kombine bilet alıp 370 RUB ödediğinizde içerideki dört bölüme de giriş almış oluyorsunuz . Özellikle Katedral ve cezaevi bölümlerini mutlaka görün diyorlar bizim vaktimiz olamadı bakalım belki  başka zamana .Bunun yanında kale içerisinde yer alan ortaçağ işkence müzesine de girmek isterseniz, girişi de 250 RUB 

  Mariinsky Tiyatrosumariinsky_opera_house_f191212_3

   1860 yılında açılan Mariinsky tiyatrosunda zamanında Kuğu Gölü, Fındıkkıran ve Uyuyan Güzel gibi çok önemli eserlerin galaları yapılmış. Tiyatronun orijinal binasına ek olarak bir de Mariinsky II olarak bilinen daha modern bir tiyatro var. Eski adı Kirov olan tiyatroda, haziran ayının sonu ve temmuz ayının başında Beyaz Geceler’e özel bale ve opera performansları gerçekleştiriliyor.

Saint Petersburg - San Pietroburgo - Gennaio 2010 - inverno - Mariinsky Theatre - teatro Mariinsky - interni

2000 koltuklu ;görkemli balkonlar,rengarenk tavanlar ile bu muhteşem salon, ziyaretçilerini seneler  öncesinin ihtişamlı günlerine götürüyor. Beyaz ve uçuk yeşil renklerinde dış cephesiyle Neoklasik bir yapı olan eski tiyatro binası Rus balesinin doğup geliştiği yer.. St.Petersburg’a gelmeden bir ay önce biletlerin temin edilmesini öneriyorlar.Bilet için https://www.europera-ticket.com/events/en/226/Mariinsky-Theatre-Tickets.html adresinden yararlanabilirsiniz.

  KunstkameraKunstkamera

Büyük Pedro’nun Rusya’da kurduğu ilk müze olan Gariplikler Evi bu binanın içinde bulunuyor. iki başlı fetuslar, deniz kızı bebekler gibi normal dışı olgular varmış koleksiyonunda.Görmek isteyenlere giriş 200 RUB8df1fa511cb6dc62bf337ff543e1e294

 Donanma Binası6869446

Büyük Pedro nun İsveçleri yenerek Baltık sahillerini geri alması anısına bu bina yapılmış.Rusya’nın Baltık Denizindeki ilk tersanesidir. Bu neo-klasik yapı, eskiden Büyük Petro’nun tersanesinin bulunduğu yerde durmaktadır. 1704 yılında yapılmıştır. Mimar, Andrey Zaharov’un projesine göre  inşa edilmiştir. Rus Donanması: 1711 ve 1917 yılları arasında: buradan idare edilmiştir ve Donanma Binası, bugün Denizcilik Okuluna ev sahipliği yapmaktadır.500 m genişliğinde , altın kaplama kubbesiyle dikkat çekicidir.Altın kubbesi, 2. Dünya Savaşında Alman bombardıman uçaklarından korunmak için siyaha boyanmış.Altın kaplamalı kubbenin önünde altın yaldızlı gemi şeklindeki rüzgar gülü şehrin sembolü olarak kabul edilir. Bina Rusya’nin deniz gücünün büyüklüğünü de sembolize etmekte. 

 

    Yeme-İçme

   Borsch çorbası,Smetana,shchi (lahana balık çorbası),Bilini(pancake),baharatlı feta, Buğday Kasha, , domuz eti, ren geyiği eti kızartması, ekşi soslu sıcak çorbalar, tuzlu mantar, kızartılmış ördek eti ve etli jöleli Pelmeni, kentin başlıca lezzetlerindendir.

   Borsch çorbası kışın bizim menümüze keyifli bir şekilde eklendi  .Y

ağlı boya resimden daha iyi yemek kopyalıyabiliyorum galiba ((:

   Kazan Katedrali civarındaki “Mamaliga” da çok iyi ancak rezervasyon şart.4d9f601014ec0255061284

    22-13  adlı restoran  rengarenk çinileri ve farklı tarzı ile gönlümüzü fethedecek. Restoranın yemekleri de ortamı gibi güzel.22-13-st-petersburg

Sr Isac Kateralinin çevresinde Teplo  tavsiye ediliyor.Şehir merkezine ve Kazansky Sobor’a yakın bu restoranın adı Rusça’da “sıcaklık” anlamına geliyor. Nispeten küçük restorana bu adın neden verildiği, samimi atmosferi ve güler yüzlü çalışanlarıyla karşılaşıldığında anlaşılıyor. Aralıklarla değişen menüde geleneksel Rus yemekleri önemli yer tutuyor.

Adres: 45 Bolshaya Morskaya Ulitsa, St. Petersburg

teplo-st-petersburg-2

Şehrin en meşhur zincir krepçisi olan Teremok ( Tepemok diye yazılıyor )  da bizim bildiğimiz krepin içine binbir çeşit malzeme seçeneği ekleyerek yemek haline dönüştürüyorlar. Ruslar da öncesinde 1 çorba ardından da krep yiyerek 3 öğünlerini geçiriyorlar. Krepler 140 RUB teremok-st-petersburg 

Dve Palochki isimli bir sushi restoranında akşam yemeğinizi yiyebilirsiniz. St. Petersburg’ta o kadar çok sushi restoranı var ki. Ortalama yemek fiyatları 300-700 RUB. Hermitage restoran şık ama pahalı.
caption

Emelya,Voctoçni,Bazar,Kartoşka gibi fastfoodcularda Rus mutfağının örnekleri var.Bira alkol sınıfına girmediği için buralarda mevcut.

Udachny Vysstrel Restaurant

Palkin

St Petersburg’daki en eski restoranlardan biri. Tarihi bir atmosferde yemek yemek isterseniz, biraz fazla para ödemeyi de göze alıyorsanız Palkin’e uğrayın. Geleneksel Rus yemekleri yiyebilirsiniz.

Adres: 47, Nevsky Prospekt, St. Petersburg

Khochu Kharcho

Meşhur Gürcü restoranı. Gebzhalia, Gaviçi, Garşo gibi otantik Gürcü yemekleri yemek için iyi bir yer. Fiyatlar ve servis güzel.

Adres: Sadovaya ul. 39/41, St. Petersburg

Gogol

Küçük odalardan oluşan mekan sıcak ve samimi. İyi İngilizce konuşan personel ve kaliteli servis. Yerel ezilmiş kırmızı berry içeceği denenebilir.

Adres: 8 Malaya Morskaya Ulitsa, St. Petersburg

Staraya Tamozhnya

Vasilevsky Adası’nda, Kunstkamera’ya yakın bir tarihi binada bulunan bu restoran, yüksek fiyatları ve resmi atmosferiyle şehrin iş adamlarının ve varlıklı ziyaretçilerinin tercihi. 

Adres: 1, Tamozhenny Pereulok, St. Petersburg

Russian Empire

Şehrin en eski malikanelerinden biri olan Stroganov Sarayı’nda bulunan Russian Empire, Rusya’nın en seçkin restoranı olma şöhretine sahip. Çarlık menülerindeki tariflere göre hazırlanan havyar, ıstakoz ve istiridyeler, Gianni Versace’nin tasarladığı porselen tabaklarda sunuluyor. Restoranın şarap mahzeni, Avrupa’nın en iyi koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapıyor.

Adres: 17, Nevsky Prospect, St. Petersburg

Taleon Club

St. Petersburg’un güzel mekanlarından biri. İçinde Taleon Restaurant, Victoria Restaruant, Cigar Lounge, Artrium Lounge ve Lobby Bar gibi birkaç ayrı mekan var. Bir casino da bulunuyor.
Adres: Eliseyev Hotel, Moika River Emb House 59

Le Borshch

Şehir merkezinde bulunan ve iki ayrı salona sahip bu restoran özellikle Moyka Nehri’ne hakim manzarasıyla ve Rus-Fransız mutfaklarının füzyonu olarak tanımlanabilen menüsüyle dikkat çekiyor.

Adres: nab reki Fontanki 11, St. Petersburg

Miasorubka

Bir Moğol ızgara restoranı olan Miasorubka’nın menüsünde tabii ki et yemekleri çoğunlukta. Malzeme seçimi konusunda çok sayıda tercihe sahip olan müşteriler aynı zamanda yemeklerinin hazırlanışını da izleyebiliyor.

Adres: 11 Ulitsa Malaya Morskaya, St Petersburg

Tinkoff

Rusya’da, tüm büyük şehirlerde şubesi bulunuyor. Bu restoran ve bar zincirinin ünü biralarından geliyor. Aromalı biralarının hemen hepsi denenebilir. İki şubesi var.

Adres: 1-7, Kazanskaya Street, ve 1-23, Varshavskaya Street

Magrib

Restoran, kafe ve gece kulübünü aynı adreste bir araya getiren Magrib, işlemeli yastıkları ve nargileleriyle bir Kuzey Afrika esintisi taşıyor. Popüler dans pisti ve birçok farklı mutfaktan örnekler bulunduran menüsüyle dikkat çeken Magrib’in canlı atmosferi, şehrin yerlilerini olduğu kadar ziyaretçilerini de kendine çekiyor.

Adres: 84 Nevsky Prospekt, St. Petersburg

1913 restaurant

Teressa Restaurant :Kazan katedralinin arkasındaki binanın teras katında olduğundan manzara güzel ve dünya mutfağından örnekler sunuyorlar.

Coffee Shop önerilen yerler.

Canlı müzik için ;Gribeyedov,dans etmek için;Opium,DJ performansı için;Red club vede Striptiz kulübü istersenizde Golden Dolls öneriliyor.

Votka için gram üzerinden sipariş alınıyor.Dilomat,Russian Standart,Fivestar en gözdelerinden.Pertsouka :biberli votka,Limonnaya:limon aromalı votka,Klukvennaya :kızılcık aromalı votka dilerseniz denenebilir.Ruslar baltık birası ve Ermeni votkasını çok tüketiyorlar.Kvas, bira gibi tadı olan Morc ise cranberry aromalı Rusların neredeyse tamamının tercih ettiği  bir içecek .

Shopping World ve Bolshoy Gostry Dvar en önemli alış veriş merkezleri.

Kuznechy pazarı şehrin merkezinde,Dökülen Kan kilisesinin  arkasında kurulan pazarda en uygun alışveriş yapılacak yerler.

St. Petersburg bir çok kanaldan oluşan Venedik gibi bir şehir. Bu kanalların tamamında bot turu yapan firmalar görebilirsiniz. Herhangi birini tercih edebilirsiniz.DSCN0692 Bu firmalarda 2 tip tur yer alıyor. Tüm gün devam eden 1 er saatlik kanal turları ve gece 00:00 da hareket eden meşhur Neva nehrindeki köprülerin açılma turları. ( 600 RUB ). Bot turu gerçekten harika bir sehir izlenimi sunan, sizi rahatlatan çok keyifli bir aktivite. Bizim turumuz yaklaşık 2 saat sürdü ve bayıldık. Muhakkak yapmanızı tavsiye edeceğim bir aktivite diyebilirim.Hermitage ın oradan kalkan teknelerle kişi başı 300 Rubleye de tur yapabilirsiniz. Üşüdüğünüzde battaniye veriyorlar.

  Aurora Zırhlısı4309599953_f5ba5ccf03_z

  Adını Roma Şafak Tanrıça sının adından almıştır.Aurora, 1918 Bolşevik devriminin başlaması ve 4 savaşa katılan tarihi bir gemi olmasından dolayı önem arz etmektedir.   Ekim devriminin ilk habercisi olan top atışı bu gemiden yapılıyor. Ve bu top ateşiyle kışlık saraya karşı hareket başlıyorGemi mürettebatı kırmızı bayrağı ilk çekenler olarak anılıyorTop hala gemide.. 1957 yılından itibaren müze olarak hizmet vermektedir.Ruslar; tek top attı ama Rusya hala yıkılmaya devam ediyor diyorlar….Topu görmek lazım((:

İmparatorluk Porselen Sarayı ve Müzesi

Müze, fabrika kurulduktan bir yüzyıl sonra 1844 yılında hizmete açılmıştır. Müzede Rus ve   Avrupalı ustalar tarafindan yapılmis 35.000 eser bulunmaktadir.

Yeri: Obukhovskoy Oborony 151  Metro “Lomonosovskaya”

Çalışma saatleri:  Salı’dan  Pazar’a 10:30 –  18:00 arası

    Mermer Sarayı(Marble Palace)

Mimar A.Rinaldi tarafindan 18.yüzyılın baslarinda insaa edilen saray Erken klasizmin bir orneğidir ve memer ve granit dis cephesi ve ic mimarisiyle donemi icinde yüksek artistik değere sahiptir.

Yeri: Millionnaya ul. 5/1  Metro “Gostiny Dvor”

Çalışma saatleri:  Pazartesi ve Çarşamba’dan  Pazar’a 10:00 –  18:00 arası (Salı günleri kapalıdır)

    Rımsky-Korsakov Müzesi

1844-1908 tarihleri arasında yaşamış ünlü kompozitor Rimsky-Korsakov anısına düzenlenmiş 4 oda bulunmaktadir. Kompozitorun eşyalarını bulunduran müzede iki adet konser salonu bulunmaktadır.

Yeri: Zagorodny pr. 28,  Metro “Vladimirsakaya”

Çalışma saatleri:  Çarşamba’dan Pazar’a 11:00 – 18:00 arası.

                              Pazartesi, Salı ve her ayın son Cuma günü kapalıdır.

    Oyuncak Müzesi

Müzede 16.yüzyıldan bugüne Avrupa, Afrika, Asya ve Amerikadan getirilmiş 1500 oyuncak bulunmaktadır.

Yeri: Reki Karpovki nab. 32,  Metro “Petrogradskaya”

Çalışma saatleri:  Salı’dan Pazar’a 11:00 – 18:00 arası.

                              Pazartesi, ve her ayın son Salı günü kapalıdır.

    Merkezi Denizcilik Müzesi

1709 yılında Büyük Petro tarafindan kurdurulmustur. Dünyanin en büyük denizcilik müzelerinden biridir. İçerisinde Rus denizciliğinin kurucusu Büyük Petro’nun botuda dahil olmak üzere 700.000 üzerinde eser bulunmaktadır.

Yeri: Birzhevaya pl. 4,  Metro “Nevsky Prospect”

Çalışma saatleri:  Çarşamba’dan Pazar’a 11:00 – 18:00 arası.

 Rus Politik Tarihi Müzesi

1919 kurulmustur. 27 odalı müzede Rusya’nın 300 yıllık tarihi sergilenmektedir. Bu müzenin devamı olan Rus Politik Polisi Tarihi müzesi Admiralteyskiy Pr. 6 adresindedir.

Yeri: Kuybysheva ul. 2-4, Metro “Gorkovskaya”

Çalışma saatleri:  Persembe hariç hergün 10:00 – 18:00 arası.

 Leningrad Savunması Anma Müzesi

Müzede 2. Dünya savaşı sırasında 900 gün Alman kuşatması yaşanan ve dış dünyayla ilişkisi kesilen şehirdeki tarih sergilenmektedir.

Yeri: Soljanoy per. 9, Metro “Chernyshevskaya”

Çalışma saatleri:  Persembe haris hergün 10:00 – 17:00 arası.

                                      Her ayın son Persembe günü kapalıdır.

 Leningrad Savunması Kahramanları Anıtı

Anit 2. Dünya Savaşında şehrin güney kuşatmasının yapıldığı noktada bulunmaktadır. Anıtın altında 2 adet oda ve odalarda ölenlerin isimlerinin yazılı olduğu 900 bronz anıt bulunmaktadır.

Yeri: Ploshchad Pobedy, Metro “Moskovskaya”

Çalışma saatleri:  Çarşamba hariç hergün 11:00 – 18:00 arası.

 Dostoyevski Müzesi

Dostoesvsky’nin yaşadiği yer müzeye çevrilmiştir. Müzede Dostoesvsky’ye ait eşyalar ve mobilyalar sergilenmektedir.

Yeri: Kuznechny per. 5/2,  Metro “Vladimirskaya”

Çalışma saatleri:  Haftanın her günü Pazartesi hariç 11:00-18:00

 Rus Edebiyatı Enstütüsü Müzesi

Rus edebiyat eserleri açısından  zengin müze aynı zamanda Rusya’nin en eski müzelerinden biridir.

Yeri: Makarova nab. 4,  Metro “Vasileostrovskaya”

Çalışma saatleri:  Haftanin hergünü Cumartesi ve Pazar hariç 11:00-16:00

 Demiryolları Müzesi

1813 yılında buhar lokomotifleri, arabalar, köprüler, vagonlar ve orjinal teknik parçaları sergilemek icin kurulmustur. Demiryolları ve gelişimini gözler önüne seren bir muzedir.

Yeri: Sadovaya ul 50,  Metro “Sennaya Ploshchad ”

Çalışma saatleri:  Cuma ve Cumartesi hariç hergün 11:00-17:00pu

 Gatchına

Gatchina park ve saray kompleksi erken Rus klasizminin en iyi örneklerindendir. Alçıyla süslenmiştir ve görüntüsü İngiliz kalelerini anımsatmaktadır. Gatchina parkı Rusya da peyzaj uygulanmış ilk parktır.

Yeri: Krasnoarmensky pr Gatchina

Çalışma saatleri:  Pazartesi hariç hergün 10:00-18:00

                               Her ayın ilk Salı günü kapalıdır

 Pavlovsk

Sonradan Car Paul I olan Buyuk Prens Pavel icin 18.yüzyıl sonunda yazlık rezidans olarak yaptırılmıştır. Sarayın parkı sadece Rusya’da degil Avrupa’da da en büyük parklardan biridir.

Yeri: Sadovaya ul 20, Pavlosk

Çalışma saatleri:  Cuma hariç hergün 10:00-18:00

 DSCN0609    Eşimin sıfır telefonunun anında ortadan kaybolması,dört gün boyunca bavullarımız olmadan vaktimizin çoğunu alışveriş merkezlerinde harcamamız,görülecek onca şey varken sadece dışarıdan bir göz atmak....bir şehre ait  bu kadar sıkıntılı anılarınız oluşmuş olmasına rağmen geriye dönüp baktığınız da yüreğinizde hala muhteşemdi duygusu uyandırması tuhaf bir ironi olsa gerek..Ama gerçekten muhteşemdi((:  

     Ve ekip Moskova ya giden hızlı trene biner…..

BIRTH OF VENUS – Venüs’ün Doğuşu

Published by:

image

       Botticelli nin Venüsün Doğuşu nu bilmeyen yoktur sanırım.Bakan her  göz ,bence mutlaka kendince bir güzellik yakalamıştır bu ünlü tabloda.Güzellik tanrıçasının doğuş teması ilgi çekici ama beni  temadan çok daha fazla etkileyen Boticelli nin insan vücudunda orantısızlıklarla birlikte zamanın güzellik anlayışında muhteşem bir yapıt ortaya çıkarmasıydı.Nedenini daha fazla irdeledikçe ;belkide bir neden aramaya gerek yok… Niye sürekli Botticelli…galiba ben bu adama taktım ((:

Sandro Botticelli

Sandro Botticelli

Küçük Fıçı’ lakabıyla anılan ünlü İtalyan ressamın bu lakabı, aslında  kuyumcu ağabeyi Antonio Filipepi’ye aittir. Ancak resim eğitiminden önce ,ağabeyinin yanında çıraklık yaptığı süreçte asıl adı  Alessandro di Mariano di Vanni Filipepi olan Botticelli de aynı lakap ile anılmaya başlanmıştır., Fra Lippo Lippi’nin yanında resim ve geometri dersleri almıştır. Yudit Öyküleri ilk yapıtlarından olup ,eski ahit hikayelerinden ressamların sıklıkla resmettiği bir tanesidir bu öyküler.Öyküyü kısaca anlatmak yerine resmine bakmak size yeterli gelecektir sanırım.

Judith’in Bethulia’ya Geri Dönüşü

Müneccim KrallarınTapınması ve şu an Louvre müzesinde sergilenen Madonna da o dönemde ünlenmesini sağlayan yapıtlarıdır.

Sandro-Botticelli-mecusilerin-tapinmasi

Müneccim KrallarınTapınması

 

1480’de, Sistina Şapeli’nde, kendi fresklerini çizmeye başlamıştır. İlk çalışmalarında dinsel, mitolojik  etki görülse de, Botticelli, aslında güzelliğe tutkun bir sanatçı olarak ön plana çıkmıştır. Çevresi tarafından da bilinen kaygılı mizacı, sanatına yön vermesinde etkili olmuş. Döneminin sanatçılarından, tablolarındaki zengin ayrıntıları, uzun boylu ve ciddi insan ifadeleri ile fark yaratmayı başarmıştır. 1482’te, ünlü şair Angelo poliziano nun venüsün doğuşunu anlattığı şiirden etkilenerek yaptığı ‘Venüs’ün Doğuşu’ adlı eseriyle sanırım kariyerinin en üst basamağına çıkmıştır. Resmin Castello için çizildiği söylendiği gibi, bazı kaynaklar da Muhteşem Lorenzo(Lorenzo di Pierfrancesco ) nun resmi sipari ettiği yönündedir.Fakat bu sipariş edilen tablonun şu an konuştuğumuz tablo olmadığını belirtenler de var.  Giuliano di Piero de Medici nin Simonetta Vespucci ye olan aşkının anısına çizildiğini söyleyenler de pek haksız sayılmaz:Vespucci, deniz kenarında yer alan ve o bölgedeki inanışa göre Venüs’ün doğduğu yer olan Portovenera adındaki bir kasabada yaşıyordu. Botticelli de aslında eskiden de Medici’nin metresi olan Vespucci’ye aşıktı.Hatta bu yüzden bir çok resimdeki kadın figürlerine model olarak Vespucci yi seçmiştir.Kim bu Vespucci ?? sizde merak ettiniz tabi ((:

Piero di Cosimo nun fırçasından bakalım Vespucci ye

unnamed

   Güzelliğiyle ünlü bir kadın olan Simonetta Vespucci  14 yy in Floransa’sında eşsiz güzelliğiyle ün salmıştı. Çok genç bir yaşta, 23 yaşındayken tüberkülozdan ölen Simonetta yaşadığı dönemde birçok Floransalı şair ve ressama esin kaynağı olmuştur.Bunlardan biri de Botticellidir.Onun ölümünden yaklaşık dokuz yıl sonra bu muhteşem tabloyu yapmış.Bana göre en güzel Simonette yüzü  de onun kidir.images (1)

34 yıl sonra; Botticelli nin ölmeden hemen önce Simonetta’nın ayakları ucuna gömülmeyi isteği yerine getirildi. Her ikisi de Floransa’daki Chiesa d’Ognissanti kilisesinin bahçesinde yatıyorlar.Botticelli nin diğer bir çok eserinde işte bu duru güzelliği görebiliyoruz bunlardan bir kaçına bakalım.Botticelli-Primavera images (2) Madonna del Mare Sandro Botticelli

   Konuyu çok dağıtmadan dönelim Venüs ün doğuşuna :Roma Katolik geleneğine uygun sanat eserlerinni üretildiği bir zamanda ve yerde çizilmiş olan tablonun teması açıkça pagan etkileri göstermektedir. Ressamın pagan etkisine sahip birçok başka eserinin Girolamo Savonarola tarafından yaktırılmış olmasına rağmen bu resim ortadan kaldırılmamıştır. Bunda Botticelli’nin Lorenzo de’ Medici ile olan yakın dostluğu sebebiyle kilisenin bu eseri sapkın ilan etmemesinin rol oynadığını ve birazdan açıklayacağım Hristiyanlığa atıf yapışını belirtiyorlar. 

   Yapıtta, tanrıça Venüs’ün bir deniz kabuğundan doğduğu ve çıplak güzelliğiyle etrafındakileri büyülediği an resmedilir. Botticelli’nin Venüs tasviri, diğer sanatçılardan farklı olarak biraz erotiktir. Göğsünü ve cinsel organını tam kapatamamış olması dikkat çekicidir. Bu kapatma biçimi sonra birçok heykeltraş tarafından taklit edilmiştir.

image

Knidos Venüsü‘nün kopyası olan Capitoline Venüsü

    Yunan Mitolojisinde  Kronus, babası Uranüs ‘ü hadım edip cinsel organını denize atar. Sonuçta deniz döllenmiş olur ve Venüs denizden doğar. (Aphros köpük demek yunancada).Aphrodit bir deniz kabuğunun içinde yol alarak Kıbrıs’ın güney batısındaki Baf (Paphos) kıyılarına  karaya çıkar. Venüs bu tabloda, bir denizkabuğu üzerinde denizden yükselip, sol taraftaki sol tarafta yer alan Zephyr(batı rüzgarı tanrısı) ve ona sarılmış olan Chloris estirdikleri batı rüzgarı ile su üstünde yol almasını sağlanmış,Zefirus’un da nefesiyle kıyıya taşınmıştır. Zefirus Yunan mitolojisinde baharı simgeleyen tatlı ve hafif batı rüzgarının adıdır. Ayrıca rüzgarlar Venüs’ün üzerine, ortası altın renginde güller dökmektedir.Tabloya ilham veren antik dönem eserlerinde denizkabuğu, vulvayı simgeler. Çıplak olarak betimlenen Venüs’ün yanında, mevsim tanrıçaları olan Horae’den biri bulunur ve elindeki çiçekli pelerin ile tanrıçanın üzerini örtmeye çalışır.   Horai Latin Mitolojisinde mevsimleri simgeyen tanrıçalardır. Zeus’un da kızlarıdır.Bu resimde görünenin de ilkbaharı temsil ettiğini anlayabiliriz. Üzerindeki giysi ve elinde Venüs için hazırlanmış kıyafet ilkbahar çiçekleri ile bezelidir.Horai’nin boynunda Venüs’ü temsil eden mersinden bir çelenk asılı iken gövdesinde ise yine Venüs’ün simgesi güllerden bir kemer yer almaktadır.Zefirus’a sarılı duran yarı-çıplak kadın ise sonradan Flora’ya dönüşecek olan Chloris’tir. Çiçek tanrıçasıdır ve baharın simgesidir. Zefirus bir peri kızı olan Chloris’i kaçırmış ve sonradan da onunla evlenmiştir.Venüs’ün üzerine çiçek desenli bir pelerin örtmek için ona doğru uzanmaktadır.

Tanrıçanın imkânsız uzunluktaki boynu ve sol omzundaki anatomik olarak mümkün olmayan açıya rağmen muhteşemliğinden başta bahsetmiştim. Kimilerine göre bu eser, abartılı ve orantısız insan formlarından dolayı maniyerizm tarzındadır.Tabloda Venüs’ün duruşu, Praxiteles’in Knidos Venüsü  heykelinin yanı sıra, Praxiteles ekolünü takip eden biri tarafından yapılan bir başka bronz Venüs heykelinin M.Ö. 1. yüzyıldan kalma mermer kopyası olan Medici Venüsü’nü de andırır.

images (3)

Medici Venüs

      Botticelli’nin eseri yapmaktaki tek amacı Pagan dinine ait sembolleri seyirciye sıralamak veya Klasik Yunan’a dair bir hikayeyi resmetmek değildir. Aslında Rönesans döneminde özellikle yaygın olan Pagan inanışı ve Hristiyanlığı bir araya getiren bir sentez yaratma amacındadır. Bu gözle bakacak olursak: Venüs aşk tanrıçasıdır ve doğuşu ile dünyaya güzellik getirmektedir, aynı Venüs gibi Hristiyanlık da dünyaya güzellik sunmaktadır. Dolayısıyla bu güzelliği (Venüs’ü, ama aynı paralellikte Hristiyanlığı) takdir edenler ulvi ve kutsal amaçların peşinden gitmektedir. Dönemin Floransa’sında yaygın olan bu inanış Klasik Yunan ve Hristiyanlık düşüncelerini bir araya getirmektedir. Dolayısıyla Venüs’ü konu alan bu eserin bir dini amaç içerdiğini görebiliriz.

    Bu dini amaçla uyumlu olacak şekilde resmin genelinde bir ilahi altın rengi ışığın hakimiyeti göze çarpar. Bu altın rengi ışık varlığını sağ kenardaki portakal ağacının ve bitkilerin yapraklarında, deniz kabuğunun üzerinde ve giysilerdeki yansımalarda göstermektedir.Ayrıca portakal Hristiyan ikonografisinde temizlik ve masumiyeti temsil eder. Sanırım bu özellikler sayesinde bu eseri görebilme şansımız var.

   Turla gittiğim için benim şansım olmadı ama Floransa daki Uffizi Galerisini de görmek lazım diyorum.

 

Nerelerdeydim???

Published by:

image      Merhabalar yaklaşık üç ay aradan sonra;  bana çok daha uzun gelse de ☺️ tekrar birlikteyiz. İstemeden neden ara vermek zorunda kaldım; kim bilir  belki merak eden birileri olabilir diye açıklamak istedim.😄 Evet daha önce kendimden bahsederken anestezi uzmanı olduğumu belirtmiştim. Doktorculuk oynamayı seviyorum, insanlara bu şekliyle yardım edebilmeyi de seviyorum ama biraz ülkemin yapısal değişimi, biraz da yeni dünya düzeniyle ilgili olarak sanırım artık insanlara ulaşmakta zorlanıyorum. Bu yüzden biraz geri planda kalarak mesleğimden de çok uzaklaşmadan farklı bir şeyler yapmak istedim. İş yeri hekimi olmak istedim ve bunun için bir sınava hazırlandım. Bu hazırlık süresinde çok uğraşarak ayarlaya bildiğim tüm boş zamanlarımı da kaçınılmaz olarak bu sınav için harcadım…

      Şu an doğru muydu değil miydi bilemiyorum ama bildiğim şey; vardır her yaşadıklarımızın bir nedeni….

     Tam olarak algılayamadım ama aklıma Özdemir Asaf ın kedi şiiri  geldi. Yansak da bu oynamalarda önümüze çıkan ilk yumakta unutmak ve gölgelerimizin büyümesiyle yitirdiğimizi düşündüğümüz halde yitirmediğimiz anılarımız…hepsi hayatımıza değer katan parçalar…ah nasıl da güzel anlatmış Özdemir Asaf

Mum Alevi ile Oynayan Kedinin Öyküsü

Bir mum yanıyordu bir evin bir odasında
O evde bir de kedi vardı.
Geceler indiğinde kendi havasında
Mum yanar, kedi de oynardı.

Mumun yandığı gecelerden birinde
Kedi oyunlarına daldı.
Oyun arayan gözlerinde
Mumun alevi yandı,
Baktı,
Mumun titrek alevinde
Oyuna çağıran bir hava vardı.

Oyunlarını büyüten kedi büyüdü
Kendi türünde çocukcasına,
Döndü dolaştı, yavaş yavaş yürüdü
Geldi mumun yanına, oyuncakcasına.
Bir baktı, bir daha, bir daha baktı
Mumun alevinin dalgalanmasına
Uzandı bir el attı.
Bıyıklarını yaktırmadan anlamayacaktı..
İlk kez gördüğü mumun yakmasına
İnanmayacaktı.

Kedi, oyunlarında büyüyordu,
Mum, üşüyordu yanmalarında.
Zaman ikili yürüyordu
Aralarında.
Bir ayrışım görünüyordu
Birinin yanmalarında
Öbürünün oynamalarında.

Kedi oyunlarında büyüyordu,
Yitirerek gitgide oyunlarını.
Mum küçülüyordu yanmalarında,
Yitirerek gitgide yakmalarını.

Oynarken büyüyen kedi yanacak,
Aydınlatırken küçülen mum yakacaktı.
Küçülen yaka-yaka aydınlatacak,
Büyüyen yana yana anlayacaktı.

Bir mum yanmasından
Ve bir kedi oyunundan
Kaldı sonunda
Bir gecenin tam ortasında
Bir evin bir odasında
Göz-göze susan
İki insan.

Mum yandı bitti,
Kedi büyüdü gitti.
Oyunlar karıştı gecelerde
Suskun uykusuzluklara.

O iki insandan, sonunda
Birinin anılarında kedi,
Birinin dalmalarında mum
Kaldı gitti.

Nerede bir mum yansa şimdi,
Nerede oynasa bir kedi,
Birbirine yansıyor, karışıyor gölgeleri..
Bugün dün gibi oluyor,
Dün bugün gibi.
Mum ellerimi tırmalıyor,
Belleğimi yakıyor kedinin elleri.

 

EZE KÖYÜ-DAHA GÜZELİ VAR MIDIR?

Published by:

Nice den arabamıza atlayıp,Eze köyüne doğru yola çıktık.Ortaçağdan kalma bu çok özel olduğunu düşündüğümüz köyü görmek için hepimiz yani ,çocuklar dışındakiler😊çok heyecanlıydık.Deniz kenarından süzülerek giderken önümüze çıkan muhteşem manzaralara hayran kaldık.Doğanın sürekli katledildiği bir ülkeden gelen bizler;doğanın bu kadar güzel korunduğu koyları ve yerleşim yerlerini görünce sanırım biraz hüzünlendik.IMG_8272IMG_8335

IMG_8393İşte tam bu güzelliklerle büyülenmişken Eze ye vardık.Hemen önümüzde ki otoparka arabamızı bırakmak istedik; fakat en gözde sezonda olmamızdan dolayı yer bulamadık.Bizde biraz uzak da olsa yolun kenarlarında konulabilecek ilk yere arabamızı bırakarak ,turizm enformasyon bürosuna uğrayıp ,haritamızı aldıktan sonra köyü tırmanarak dolaşmaya başladık.IMG_8420

 14. Louis tarafından İspanya savaşı sırasında,1706 yılında tüm duvarları yıkılmış en son 1860 Nisan ayında Fransa’ya ait olduğu ilan edilmiş ve o tarihten bu yana da dünyanın her yanından turist akınına uğrayan bir yer. Kasaba önceleri, haçlı seferleri döneminde kendilerini batı olarak lanse eden bölge insanlarının, müslümanlara verdikleri genel ad olan Afrika’dan gelen Sarazenler’den korunmak amacıyla inşaa edilmiş. IMG_83751388’de Savoy Düklerinin yönetimine girmiş. 1543’te ise Kral I. François döneminde, Kanuni ‘nin gönderdiği Osmanlı kuşatmasına maruz  kalmış.Fransa Kralı I. François, Şarlken’e karşı Osmanlılar’dan yardım isteyince, Kanuni Sultan Süleyman  Barbaros’u  Fransa’nın Akdeniz kıyılarına göndermiş. Barbaros ise  Toulon’da Fransız donanmasıyla birleşerek 1543’te Nice’i ve Eze’i almış. Eze her ne kadar kartal yuvası gibi zirvede olsa da tarihi boyunca savaşlara, istilalara, yıkımlara uğramaktan  kurtulamamış. Hal böyle olunca da bir sürü kültürün varlığı ile inanılmaz bir mozaik çıkmış ortaya.

   Deniz seviyesinden 429 metre yukarıda kurulmuş Eze…..Anlayacağınız üzere sıkı bir tırmanış bizi bekliyordu…

   Kale girişi ile Eze’ye de girmiş olduk. Nereden gidelim diye sıkıntıya girmeyin,dar ve taş yollar sizi  zirveye kadar götürüyor.eze-8  Kendinizi bu sokakların gönlünüze hitap eden çekiciliğine bırakarak gezmek en güzeli.Tarihi Bronz Çağa dayanan duvar kalıntıları,rengarenk çiçekler, her köşesinde bir hikaye, bir güzellik…dsc04190   Karoların üzerinde yürürken sanki tarih ayaklarınızın altından akıyor. Sokaklar sağlı sollu hediyelik eşya satan dükkanlar, butik oteller, sanat galerileri ile  dolu o yüzden hemencecik tepeye varamıyorsunuz.
Oteller ise dışardan taşduvar görünse de içlerinin çok şık olduğunu tahmin edebiliyorsunuz.Beklenildiği üzere gerek konaklama gerekse kahvaltı ücretleri bütçeleri zorlayacak kadar da yüksek.
Bu otellerden en ünlüsü “Chateau Eze”; biz yapamadık ama belki siz muhteşem terasında bir kahve molası verebilirsiniz.
images   Eze’nin dar sokaklarını filozof Nietzsche’nin 1883’de tırmandığı ve ünlü eserlerindenolan ” Böyle buyurdu Zerdüş” ü Eze’de yazdığı söylenmekte.Kalenin giriş kısmında “Nietzsche Yolu”yazan bir tabela göreceksiniz. Orası Nietzsche‘nin yürüyüş rotasıymış.indirHer gün bu patika yoldan aşağı, denize kadar inermiş  Nietzsche ile aynı sokaklarda yürüdüğünü bilmek insanı biraz daha heyecanlandırıyor.

  Alfred Hitchcock, Grace Kelly ve Cary Grant’ın oynadığı, Kelepçeli Aşık romantik gerilim filmini 1955’de burada çekmiş.

    Köyün içerisinde Eze’nin ilk aristokrat ailesi olan Riquier ailesinin de evi var, ailenin geçmişinin 14. hatta 13. yüzyıla kadar dayandığı biliniyor. Evin 1930 yılından bu yana sahibi olanlar son olarak eve İtalyan stili bir çeşme yaptırmış, 1952 yılında evlerin içerisine su tankları gelene kadar köyün neredeyse büyük çoğunluğu su ihtiyacını bu çeşmeden sağlamış.Bu çeşme Le palnet denilen bölgede.img_6165

 Köy  adını  Tanrıça İsis’ten  alıyormuş. M.Ö. 2000  civarında Romalılar tarafından  köye yerleşilmeye başlanmış.Nüfus, kışın 100 kişiyi bulmazken  yazın 3000 kişiye kadar çıkıyor.    IMG_8421         Zirvedeki saat kuleli Sainte-Croix Chapel’i de 14.yy da yapılmış.Bu kilisede 15-16 Nisan 1860’ta Éze’in Fransa’ya katılması oylanmış.

Klisenin bahçesinden manzara

Klisenin bahçesinden

     IMG_8435Chateau  de la Chevre  d’ Or..Yani  Altın  Keçi Şatosu..Bu isim ,  köyün  hazinelerini  çalmak isteyen haydutlara karşı  köyün  arka sokaklarında  yollarını  kaybettiren keçilerden geliyor. chateau-chevre-or-eze    Bir de İsveç  kralı Prens William 1923-1953  yılları  arasında  bu  köydeki  Eze Şatosunda kalmış.

    Chapelle  des  Penitents  Blanc  köyün  aynı  zamnda en eski  binası.  Eskiden köy  halkı  toplantılarını  burada yaparmış.

  Gezerek köyün en tepesine çıktığınızda sizi Eze nin botanik bahçesi karşılıyor.İçeride fazladan bir şeyler görebileceklerini düşünmeyen grubun erkekleri, bir şeyler içmek için bir yere oturdular.Bayanlar olarak tabi ki bahçenin içini merak ettik.Merak pek iyi değildir derler ama bizi çok memnun etti.😃Kaktüsden ziyade manzara nefis ,görmeye değer.1949 yılında köyün en tepesinde  kurulmuş olan bu egzotik botanik IMG_8422parkı ve heykelleri 6 euro  vererek  gezebilirsinizIMG_8423. Özellikle  kaktüs  sevenler deniz  kızı heykellerini de  görerek bu bahçeden çok haz alacaklardır.

Bu heykelleri, bütün hayatı boyunca feminizmdeki büyüyü araştıran, Jean-Phillippe Richard adlı bir heykeltraş yapmış. Heykeltraşın yarattığı tüm kadın heykellerinin hepsinin altında bir edebi sır saklı..IMG_8389

IMG_8369            Yukarı çıkarken önünüze ilk çıkan heykel; Margot isimli  deniz kızının  atında  şöyle yazar  :  “Beni  takip et  genç  adam  ve  sırlarımı  öğren..         Hemen  hemen…”IMG_8379    Barbara:”Rüzgar benim bedenime dokununca değişir”IMG_8385     Chloe:”Nerede doğduğumu bilmiyorum ama şu an yaşadığım yer burası”

IMG_8388       Marina:”Birinden diğerine benzer farklı olur .En eşsiz,şey”IMG_8391

         Tanrıça İsis”Beni tanıdın mı,ben aynıyım şimdi de farklı”

     En tepe de bulunan üç heykel :Anais”Tanrıça olarak cesaret edemem,deniz kızı olarak yapamam,kadın olarak benim.”

      Rose”Sessiz sözler eğer mutluluğu bilmeseydim sana ve sana yeterli olmaya bakardım.”

      Melisande”Kim beni hayal etti,kim beni yarattı,kime evet dedim.”IMG_8378

IMG_8376Kalenin arka kısmında ünlü Fransız aktörü Francis Blanche’ın de yattığı mezarlığı ve dağlar arasından süzülerek akan otoyolu izleyebilirsiniz.IMG_8372  Eze’in tepesinden St-Tropez’i hatta Korsika Adası’nı bile görebilirsiniz. IMG_8359

     Ulaşım;

      Nice den Eze ye trenle gidildiğinde  köyün alt kısmı  yani deniz kıyısı bölümün de  inmiş  oluyorsunuz.  Yukarıya  çıkmak  oldukça  zahmetli diyorlar. Garibaldi  meydanı  yakınlarında ki  bir  duraktan  82 numaralı otobüse binerseniz;  1.5 euro  ödeyerek manzarayı seyrede seyrede gidip, tam  köy  meydanında inebiliyormuşsunuz.IMG_8384

  Köyün kendine ait küçük bir sahili var; Mala Beach.Deniz maalesef çakıl ve sahilin eni çok dar. Yiyecek içecek alabileceğiniz bir yer ve de kabin yok. Sadece bir özel plaj var.IMG_8373

   Elle parfüm imalatının yapıldığı tarihi ve yerel parfüm fabrikası Fragonard‘ ın Eze şubesini gezebilir, parfüm, sabun, krem, aromatik yağ  alabilirsiniz.hatta Fragonard’ın parfümlerin içeriğini öğrenebileceğiniz, hangilerinin size yakışabileceği konusunda danışmanlık alabileceğiniz ve yapım aşamalarını görebileceğiniz bir müzesi bile var.Köydeki diğer parfüm fabrikası ise Galimard. Her iki fabrikanın da kuruluşu 250 yılın üzerinde. İmalatta kullanılan  güllerin bir bölümünün Isparta’dan gönderildiğini duymak insanın gururunu okşuyor. Parfüm müzesini saat 08.30-18.30 arasında ücretsiz gezebilirsiniz.

IMG_8370

Gördüğüm en şirin köydü;tepede,bir tarafında muhteşem dağ manzarası ,bir tarafında da Akdeniz in göz alabildiğince maviliği…tabi tüm bunların yanında özenle korunmuş olması sanırım en kısmını ,benim adıma açıklamakta…Güzeli gören gözler nedense aynı hazzı başkalarının da almasını istiyor.İşte bu yüzden görmelisiniz diyorum.😉

GÜNEY FRANSA’ NIN İNCİSİ-NİCE

Published by:

IMG_7805    Görür görmez aşka inanıyorsanız eğer, ben bu şehre işte böyle birden aşık oldum..Sonuç olarak;güzel İzmir’imi kısa bir süre için bile de olsa , bırakıp yaşayabileceğim başka bir şehir bulmuş oldum.😃Hem cıvıl cıvıl hem huzurlu,hemde dingin bir şehir..nasıl mı? Görmek lazım diyorum…

    Şehir, ismini Yunan Zafer Tanrıçası “Nike” den almış, önceleri “Nikaia” olarak bilinirken, sonradan “Nıce” olmuş.  3000 yıl önce İzmir-Foça’dan yola çıkan denizciler, buraya gelip bu şehri kurmuşlar.Yani anlayacağınız üzere aramızda ki kan bağı da beni içine çekmiş olabilir.😃Hatta şehirdeki en ünlü yerlerden biri olan “Avenue des Phoceens”: “Foçalılar Caddesi” olarak isimlendirilmiştir.Liguria bölgesinde zamanla önemli bir liman haline gelen şehir: MS.7’nci yüzyılda “Cenova Birliği”ne katılır. 800’lü yıllarda ise, bölgede “Emevi” istilası görülür.Uzun yıllar İtalyanların hakimiyeti altında kalan şehir;Fransa, İtalya’ya göre daha zengin ve güçlü olduğundan 1860 yılında yapılan referandum ile Fransa’ya bağlanmış.Tabiki bu güzel yeri sadece Fransız ve İtalyanlar değil,Osmanlılar da ele geçirmeye çalışmış.800px-Landing_in_Villefranche1543 yılında Barbaros Hayreddin Paşa 110 kişilik bir donanmayla İstanbul dan yola çıkar. Niyeti akdenizde İspanyolların hakimiyeti altında bulunan liman şehirlerini ele geçirmektir. Ostia, Messina gibi İtalyan şehirlerini bombalar, Marsilyadan sonra Savoi düklüğünün hakimiyeti altındaki Nice şehrini kuşatır ve bir kaç gün içinde de şehri ele geçirir. Fakat şehirde bulunan kalenin savunmasını kıramaz. Tam dirençleri kırılıp, askerler teslim olmak üzereyken kalenin surlarında bir kadın belirir (Catherine Segurana) .800px-Catherine_Segurane_monument_NiceCatherine “ben bu askerleri popomla yenerim” diyerek poposunu açıp levendlere gösterir. Bizim askerler de “tövbe estağfurullah” diyip arkalarını dönerler.  Bu anı fırsat bulan fransız askerleri de kalenin kapılarını açıp saldırıya geçerler ve kuşatmayı püskürtürler. Kaleyi almaktan ümidini kesen Barbaros Hayreddin Paşa da kuşatmayı kaldırmak zorunda kalır.  Kimi yerde Barbarosun kuşatmayı kaldırmadan önce Catherine’yi bulmak için şehirdeki bütün kadınları gemilere bindirip İstanbul’a getirdiği de söylenmektedir. Kuşatma Catherine yüzünden mi yoksa kışın gelmesi sebebi ile mi kaldırıldı bilinmez ama sonuçta Osmanlı donanması Nice’i alamaz. Segurana ise Fransanın milli kahramanlarından biri olmuştur.tumblr_nwby8wXE4I1ugxfn9o1_500Günümüzde, hala, şehirde içinde bir Osmanlı top güllesi bulunan duvar görülür. Ayrıca: liman yakınlarında “Catharine Segurane Anıtı” bulunmaktadır. Her yıl: 25 Kasım tarihinde “St. Catherine Günü” yani zaferlerini kutlamaktadır.IMG_7796

     1890 yılına gelindiğinde ise, İngiliz aristokratisi, iklimini çok beğendikleri bölgeye yerleşmeye başlarlar.

     Şehir günümüzde, Fransa’nın beşinci büyük şehridir. Yaklaşık 1.000.000 civarında nüfusu barındırır.İngilizlere antipatileri olmadığı için yalnızca Fransızca konuşma sıkıntısı yok bu şehir de.Ayrıca Fransa nın diğer şehirlerindeki  gibi soğuk Fransızlar yerine,güler yüzlü sempatik ve yardımsever insanları görünce şaşırmayın…Tabi ki bunda uzun yıllar İtalyan sempatikliği ile yoğrulmuş olmasının  etkileri var.😉Bu nedenle; o dönemden kalma evlerde tipik İtalyan mimari özellikleri görülüyor. Konuşmayı ve yakın iletişimi seven İtalyanların yaptığı, birbirine yakın binalar ve pencereleri kepenkli evler yanyana sıralanmış

.small-group-evening-tour-and-dinner-in-monte-carlo-from-nice-in-nice-123546

                                                                        Şubat ayında şehri canlı tutmak adına her yıl büyük bir olaya dönüşen’karnaval’ düzenliyorlar.Geçmişi 13’ncü yüzyıla kadar uzanan bu karnaval uluslar arası düzeyde yapılır ve büyük figürlerin geçit töreni, cadde partileri, her yerin çiçeklerle süslenmesiyle bilinir.Temmuz ayında da gayet eğlenceli geçtiği söylenen ‘caz festivali’ ve Mayıs ayında Fete de la Cuisine var. Şehir bu gibi dönemlerde ekstra keyifli oluyormuş biz göremedik maalesef…

     Nice’te konaklamak için çok fazla seçeneğiniz var, çünkü küçük bir şehir olduğu için şehrin göbeğinde konaklamaya çalışmasanız da her noktaya kolaylıkla ulaşabilirsiniz.

     Eğer bizim gibi şehirleri yürüyerek gezmek konusunda psikopatlık derecesine ulaştıysanız çok yüksek ihtimalle neredeyse hiç toplu taşıma aracı kullanmayacaksınız.

    Nice Havaalanı’ndan şehir merkezine ulaşmak, gideceğiniz noktaya göre taksi ile yaklaşık 25-35 euro civarı tutuyor. Otobüs için bilet fiyatları 1-1,5 euro civarında ve otobüse bindiğinizde şoföre ödeme yapabiliyorsunuz.26 yaş altı “young adult” kategorisine dahil olduğu için indirim var,

    Promenade des Anglais(İngiliz Gezinti Yolu)

promenade_des_anglais_0210 

    Sahil boyunca, batıdaki havaalanına kadar uzanan yol. Bölgeyi meşhur eden İngilizler tarafından, bu isimle anılmaktadır. Bu yol üzerinde  çok sayıda restoran, otel ve kafe bulunmaktadır. Bu yol: 1822 yılında, burada bulunan küçük patikanın yerine, İngilizler tarafından sağlanan para desteğiyle yapılmıştır.

Promenade tarafında hem halk plajları hem de özel plajlar var. Özel plajlar için ücret ödemeniz gerekiyor, karşılığında şezlong, havlu gibi ihtiyaçlarınızı karşılıyorlar. Sahil şeridi kumdan değil, taşlardan oluştuğu için özel plaj mantıklı olabilir.En favori 

Bu yol da yürümek bir gelenek. 1822’de İngiliz kolonisi tarafından deniz kıyısı ve Baie des Anges (Melekler Körfezi) boyunca gezinmek için yapılmış bu yol. Yaklaşık beş kilometreIMG_7779Çeşitli güzel oteller de sahil boyunca ardı ardına sıralanmış burada. Nice’in hatta Cote d’Azur’un sembolü sayılan Hotel Negresco‘da bu yol üzerinde yer alıyor.Bu sahilde ki en göze çarpan yapıdır kendileri.Nice-Discovery-Riviera-Tours-010Otel de gezilir mi demeyin çünkü Negresco sizin bildiğiniz otellerden değil .Öncelikle oldukça pahalı bir otel olan Negresco Orson Welles’ten, Pablo Picasso’ya, Salvador Dali’den Michael Jackson’a kadar birçok ünlüyü ağırlamış. Bunun yanı sıra özellikle lobi bölümü boydan boya inanılmaz sanat eserleriyle dolu küçük bir sanat galerisi tarzında. 5265864105_9cb89c40fc_bBelle Epoque mimari tarzında yapılmıştır. Düğün pastasına benzeyen, pembe kubbelidir. Yapı: 1912 yılında, Niermans tarafından kurulmuştur. Yapıda, özel dekorasyonu bulunan 121 oda ve 24 suit oda bulunur. Fransız sanatının en parlak dönemi olan, 12. Louise modern sanat dönemi temsil edilmektedir. Son yıllarda, 2003 yılında bu yana burada 5 yıldız konforunda bir otel bulunmaktadır.

    Otelin kendinden başka hikayesi daha ilginç;Negresco’nun sahibi Madame Augier, vasiyetinde Negresco’nun tüm kazancının evsizler, sokak hayvanları ve hayvan hakları için kurulmuş bir derneğe bağışlanmasını istemiş. Zaten otelde birçok lüks otelin aksine evcil hayvanınızla konaklama şansınız da var, hatta insanları buna teşvik edebilmek adına odaların bazıları hayvanların da içinde konaklayabileceği şekilde düzenlenmiş. Otel’in Gustav Eiffel’in yaptığı cam tavanı çok etkileyici. Her kat Fransız tarihinde farklı bir dönem referans alınarak tasarlanmış ve dekore edilmiş. Öyle sıra dışı bir otel ki kahvaltı salonunun ortasında devasa bir atlı karınca var.Klise gezmekten sıkılanlar için çok cazip…

      Vieux Nice

4bb34b533e00216773103d46f9e60108Buraların eski şehir bölgesi. Bu sokaklarda çok güzel mağazalar, galeri gibi duran dondurmacılar, kahve ve pastalarına karşı konulamayacak kafeler, sizi bekliyor. Buradaki binalar, evler apartmanlar, panjurlar, panjurlardan sarkan rengarenk çiçekler ve sokak lambaları öyle güzel ki hiç bir şey yapmasanız bile aylak aylak dolaşın aralarında.IMG_7795IMG_7772IMG_7771Sokakları gezmekten yorulduğunuzda Rue Droit’deki Nice’in en fantastik patisserie’si Espuno’yu bulun.  O an canınız ne çekerse yolda yemek üzere alın.Özellikle meyveli tartlardan bolca alın,çünkü biz yolda yemek için aldığımız meyveli tartlara sadece üç metre kadarcık dayanabildik.😂

   Cours Saleya

IMG_7768

Tartışmasız bir şekilde bu pazar şu güne dek gördüklerimiz arasında en sevimli olanlarından biriydi. Burası hem meyve sebze, hem küçük hediyelikler, hem tatlı tuzlu atıştırmalıklar hem de bölgeye özgü sabun ve tuzlar alabileceğiniz oldukça güzel bir pazar. Aslında çiçek pazarı olarak biliniyor ,akşamları da el sanatları sergileniyor. Birde pazartesi günleri antikaların da bulunabildiği bir pazar kuruluyor burada. Etrafı restoranlar, kafeler, dondurmacılar, pastanelerle dolu. Buradan ayrılmak istemeyeceksiniz. Pazar alışverişine gelen Nicelileri izlemek, eski evlerle çevrili bu alanda geçmişe bir yolculuk gibi…12516727     Lokasyon olarak pazar Old Town’un göbeğinde bulunuyor.Hafta içi 17:30’a kadar, hafta sonu 1:30’a kadar kurulu oluyor.Pazar kalkınca yerini ,restaurantların masa ve sandalyeleri alıyor.Yemek yemek veya bir şeyler içmek için ideal.

       Place Rosetti

84119816.DKGHUAAy

       Vieux Nice’de dar sokakların açıldığı en güzel meydanlardan biri Place Rossetti meydanı.Trafiğe kapalı şehrin kalbi.. Bu meydanda 17. yüzyıldan kalma ve süslemeli kubbesiyle ünlü Cathédrale de Ste-Réparate görülmeye değer.5c26c1fcaa7a4ab5f98a939970a95c55_1361443209_l

     Chepelle de la Misericorde

95_4d63a53eb5028_439e456a238a9f6b8ac623553280ca54ee98a259    Adeta bir kilise cenneti olan Eski Nice’te barok mimarinin en ünlü ve göz alıcı eserlerinden biri mutlaka ziyaret edilmesi gereken etkileyici bir şapeldir.Bu barok tarzı kilise: 1970 yılında inşa edilmeye başlanılmış ve özellikle mimari yapısı ilgi çekmektedir. Yaldızlı çizgilerle yapılmış süslemeler ilgi çekiyor..

     Eski Müzik Enstrümanları Müzesi’ne ev sahipliği yapan Palais Lascaris bu bölgede.

    Place Massena

    IMG_7786Her şehrin bir en ünlü meydanı varsa, Nice’in en popüler ve turistik olanı da kuşkusuz Place Massena. Jean Medecin Avenue dahil Nice’in birçok önemli caddesinin orta yerine yer alan, restoranlarla ve mağazalarla çevrelenmiş bu meydan hem turistik açıdan hem de lokaller tarafından gayet popüler bir geçiş noktası.IMG_7787 Meydan öyle bir tasarlanmış ki tarihi doku aynen korunarak kaykay ve paten kayanlardan bisiklete binenlere, yürüyüş yapanlara kadar herkes düşünülmüş.Gündüz soğuk su buharı fışkırtan fıskiyeleri ve de akşamları ışıklandırılmış hali ile çok keyifli bir alan Kış döneminde, özellikle Aralık ayı civarında Massena Square inanılmaz güzel süsleniyormuş.İnternetten indirdiğim resim bunun kanıtı sanırım.HOTEL-NICE-ELLINGTON-MARCHE-DE-NOEL-MASSENA-©-OTC-NICE1 Christmas pazarı, dev bir dönme dolap ve kocaman, ışıklandırılmış bir yılbaşı ağacı..görülmeye değer ne dersiniz?

IMG_7782

Fontaine du Soleil

  Meydanın tam orta yerinde yer alan ihtişamlı heykel ;Yunan mitolojisinden bildiğimiz mitolojide müziğin, sanatın, güneşin, ateşin ve şiirin tanrısı olan sarışın ve yakışıklı Apollon’a ait.Tepesinde dört adet at var.Heykelin etrafında ise Yunan Mitolojisinden esinlenerek yapılmış bronz 5 adet heykel, farklı gezegenleri temsil ediyor: Dünya,Mars,Venüs,Saturn ve Merkür.IMG_7801

   Meydanda şöyle bir kafanızı kaldırırsanız tepenizde 7 adet oturan insan figürünün yer aldığını göreceksiniz. “Conversation a Nice” aslı bu eser Katalan sanatçı Jaume Plensa’ya ait ve 7 kıtadan 7 insanı sembolize ediyor.Nice de ki sohbet isimli bu eser değişik toplumların birbirleriyle sohbetlerini yansıtıyor.Heykeller gece değişik renklerde aydınlatılınca daha sevimli görünüyor. Açıkcası gündüz çok sempatik gelmediler bana…

    Sonuç olarak Massena meydanı çok eğlenceli bir buluşma noktası. Apollo heykelinin meydanı ikiye böldüğünü varsayarsak sağ ve sol tarafında iki adet sulu alan mevcut. Bu alanlardan bir tanesinde belirli aralıklarla yerden çıkan fıskiyerden meydanın ıslatılması yoluyla ayna etkisi yaratılıyor.Yaz aylarında iseniz fıskiyelerin altından şehri seyredin….

   Castle Hill

IMG_7775

 “Kale Tepesi” şeklinde çevrilebilecek Collin de chateu.Buradan meşhur Nice sahil şeridi manzarasını Old Town görüntüsü ile karışık izleyebiliyorsunuz.Tabi ki  de harika fotoğraflar elde ediyorsunuz.Gelelim işin en zor kısmına ;kaleye çıkmak.😊 Yorgunluktan öleceğinizi düşündüren merdivenleri tabi ki de tırmandık ve de daha kötüsü ,tepeye çıkınca diğer taraftan çıkış için bir asansör olduğu aklıma geldi.Asansörün çalışmaması tahmin edebiliyorsunuz ki beni linç edilmekten kurtardı. Bir diğer etmende görülen manzaranın muhteşemliğiydi.Tüm yorgunluğumuza değdi.IMG_7797   Eğer ayarlayabiliyorsanız küçük trenle çıkmak en mantıklısı.Akşamüstü saatlerinde orada olursanız ,hem gündüz hemde ışıklandırılmış halini görebilirsiniz. Tepede ki  parkı gezerken şehrin doğu sahil tarafını da fotoğraflayabilirsiniz, özellikle Nice’in kalabalık döneminde denk geldiyseniz buradaki sakinlik sizi dinlendirebilir.IMG_7808

St Nicholas Rus Katedrali

nice_146

    İngiliz soyluların sık sık Fransız Rivierası’nı ziyaret etmeye başlamasının ardından Nice’e ulaşan tren yolunun da tamamlanmasıyla birlikte Rus soyluları da Nice gidiyor ve bu bölgeyi beğeniyorlar. Ardından çeşitli anlaşmalar yapılıyor ve katedralin burada kurulmasına karar veriliyor.Mimari açıdan Moskova’daki St Basil’s Katedralini andırıyor.Dış görünüşünde masalsı bir hava var.Rusya dışında bulunan en büyük ortadoks klisesi.Vaktiniz varsagezebilirsiniz.Burası şehir merkezinin biraz dışında kalıyor, dolayısıyla bulunduğunuz noktada toplu taşıma kullanmayı değerlendirebilirsiniz. Ancak eğer tren garı yakınlarındaysanız oradan yürüme mesafesi.

     Museum of Modern and Contemporary Art

DSCN2835

    İlgi çekici,görülmeye değer bir müze.

1990 yılında devletin teşvikiyle kurulmuş olan Modern Sanatlar Müzesi, “yeni Avrupa realizmi” ve “Amerikan pop art” sanat yaklaşımlarından izler taşıyan eserleri barındırmaktadır.

    Museedes Beaux – Arts (Modern Sanatlar Müzesi)

nice-france-musee-jules-cheret-july-2000

 

   Güney Fransa’nın 17. yüzyıl ile 20. yüzyıl arası en iyi sanat koleksiyonlarından birini barındırmakta olan, neo-klasik mimarinin göz alıcı örneklerinden Musee des Beaux – Arts, 19. yüzyılda bir Ukrayna prensesine malikâne olarak inşa edilmiştir.

   Fransız sanatının empresyonistlerden post empresyonistlere değin bir panoramasını sunan müzede Rodin heykellerine rastlamak da mümkündür.

   Tramvay ile gidecekseniz Garibaldı durağında, 4,7,9 ya da 10 numaraları otobüslerden biriyle gidecek olursanız Klein/Defly duraklarından birinde inerek kolayca ulaşabilirsiniz. Zaten binayı görünce burası olsa olsa modern sanat müzesi olur diyeceksiniz.

   Pazartesileri kapalı, diğer günler 10:00-18:00 arası açık.

   Adres: Place Yves Klein. Ücret: 6 Euro.

    Musee Matisse

musee_matisse_1

   Şirin kıpkırmızı bir villa içerisinde ,sanatçının resim, heykel, seramik gibi birçok farklı alanda çalışmasının yanı sıra müzeye bağışladığı ya da miras bıraktığı eserleri de yer almaktadır.

    1917 – 1954 yılları arası Cimiez tepelerindeki evinde yaşamış olan ve burada ölen ünlü ressam Matisse, ölmeden önce en güzel eserlerinden oluşan büyük bir koleksiyonu çok sevdiği bir şehir olan Nice’e hediye etmiştir. Matisse hayattayken, kendisinin de desteği ile kurulduğu için çok daha işlevsel bir müze olmuş.Bağışlarla da giderek zenginleşen müze, ünlü ressamın 1890 yılından itibaren yaptığı tüm çalışmaların bir özeti niteliğinde. Ayrıca sanatçının heykeltıraş yönünü sergileyen heykel eserlerini de müzede ziyaret etmek mümkün.

   Adres: Avenue des Arenes de Cimiez. 15, 17, 20, 25 numaraları otobüslerden herhangi birisi ile “Les Arenes/Musee Matisse” durağında inmeniz gerekiyor. Toplu taşımasız ulaşmak çok güç, çünkü çok yokuş.

     10:00-18:00 arası açık. Giriş 6 ya da 10 Euro 

   Musee Chagall

indir (3)        Beni sadece sevgi ilgilendirir ve sadece sevdiğim şeylerle ilişki halindeyim diyen Marc Chagall ın eserleri, özellikle hikayeleri ile birlikte inceleyerek okuduğunuzda gerçekten çok etkileyici.    

     36 Avenue Dr Menard üzerine yer alıyor. Bu da Cimiez tarafında olduğu için Musee Matisse ve Musee Chagall’ı aynı güne denk getirmeniz gayet mantıklı olur. Matisse yakınındaki duraktan buraya ulaştığınız istikamete doğru giderseniz kolayca ulaşabilirsiniz.

       26 yaş altı indirim uygulanıyor,unutmayın.

     Parc Phoenixphoenix-parc-floral-de

     Nice’in en popüler şehir parklarından bir diğeri. İçinde Asya Sanatları Müzesi, Avrupa’nın en büyük seralarından biri ve botanik bahçesi mevcut. Vaktiniz varsa uğrayabilirsiniz.

     Parc Floral du Phoenix ve Musee des Arts Asiatiquesparc-phoenix-1-640x480

    1990 yılında açılmış olan Parc Floral du Phoenix, bir hazineyi andıran doğası ile Nice şehrinin övünç kaynaklarından biridir. 7 hektarlık bir alan üzerine kurulu olan Parc Floral du Phoenix üzerinde dünyanın en büyük camdan evi; paha biçilemez “Diamant Vert” (yeşil elmas) bulunmaktadır.

     Duvarları 7 tropik iklimi oluşturan bir yapıya sahip olan bu camdan ev içerisinde dünyanın en nadir bitkileri, ayrı iklim çeşitlerine ait olsalar da tek çatının altında yetiştirilebilmektedir.

    Adeta bir doğa hazinesi olan bu dev parkın içerisinde bir hazine daha yer almaktadır: Ünlü Japon mimar Kenzo Tange tarafından dizayn edilmiş Asya Sanatları Müzesi (Musee des Arts Asiatiques), yapay bir göl üzerinde yüzer bir hâlde inşa edilmiştir. Sayısız tropik kuşa ev sahipliği yapan müzede, kabile dönemi ilk insanlarından kalan el yapımı çanak, çömlek ve savaş aletleri, çağdaş sanat eserleriyle birlikte harmanlanarak sergilenmektedir.

   Her cuma gününün “Asya günü” olarak kabul edildiği müze içerisinde o günlerde Asya kültürüne yönelik adetler yaşatılmakta ve enstantaneler oluşturulmaktadır.

    Espace Ferrero

    Nice’in modern sanat konusunda başarılı olduğunu kanıtlar nitelikteki bir diğer galeri. Öğrencilere ücretsiz, Place Gautier üzerinde bulunuyor ve girişi 10 Euro.

    Musee des Beaux-Arts de Nice: Nice’in güzel sanatlar müzesi. İçeride birçok Fransız sanatçının eserlerini bulabilirsiniz. Avenue des Baumettes üzerine yer alıyor.

      Monument aux MortsMonument-aux-morts

    Akdeniz’in masmavi sularının yanında bir kuğu gibi bembeyaz göğe doğru yükselen bu görkemli anıt, Birinci Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden 4000 Nice vatandaşının anısını yaşatmak için inşa edilmiştir.

     Tamamı beyaz taş kullanılarak ve kabartmalar eşliğinde süslenerek inşa edilen göz alıcı anıt, Fransa’da bulunan bu tarz anıtların en büyüklerinden biri konumundadır. Anıtın ortasında yer alan küllerin bulunması gereken vazoda, hayatını kaybeden askerlerin kayıt numaraları yer almaktadır.

     Musee International d’Art Naif (Uluslararası Naif Sanat Müzesi)nice-musee-art-naif-batiment

1973 yılında Fourny Max ve ressam eşi Francoise Adnet tarafından kurulan müze, uluslararası birçok naif sanatçının eserlerinden oluşan çok değerli dev bir naif sanat eseri koleksiyonuna sahiptir.

   Eğitim görmemiş amatör ressamların eserilerine verilen isim olan naif sanat eserlerine karşı olan tutkusu Fourny Max’i Fransa’nın sayılı sanat koleksiyonerlerinden biri hâline getirmiştir.

   Müzelerde genellikle rastlanılan sanat eserlerinin aksine Fourny Max, naif sanatçıların özgürce yarattığı Nuh’un gemisi, halk şarkıları, atasözleri, ağaç heykelleri gibi sanatın çok çeşitli dallarına ait öğeleri koleksiyonuna katmıştır.

   L’Operaxl_avatar
    Opera, güzel ve tarihi bir binada yer almaktadır. Rue Saint François de Paule bölgesindedir.
Denizin hemen karşısında, kent dokusuna uygun olarak yapılan opera binası, daha önce, yangında yok olan tiyatro binasının yerine yapılmıştır. Tasarımda özellikle barok stiller kullanılmış.

        Alışveriş

     Place Rosetti civarın da Alziari. Burası zeytin ve zeytinyağı ile ilgili her şeye sahip.Oliver de aynı güzellikte.Place Massena’nın sağında ve solunda yer alan sokaklar alışveriş için hoş yerler. Avenue de Suède ve Avenue de Verdun Rue Paradis’de  bir çok Fransız markasına rastlayabilirsiniz.

   Place Masena’ya çok yakın bir çikolata dükkanı var. Adı Maison-Auer. Özellikle portakal kabuklu çikolata çubuklarını öneriyorlar.

    Eğer eviniz için alışveriş yapmak isterseniz, görmeye alışık olmadığınız tarzda dekorasyon fikirleri ve objeleri için Place Massena yakınındaki L’etoile de l’Opera mağazasına uğrayın. Çok ilham verici bir mağaza açıkçası. Evinizde uygulayabileceğiniz bir sürü yeni fikirle çıkarsınız kesin oradan.

    Kıyafet alışverişi için 3 ana seçeneğiniz var;

    Avenue Jean Medecin: Burası Nice’in en büyük alışveriş caddesi olduğu gibi turistik anlamda da en popüleri ama çok da büyük bir özelliği olduğunu söyleyemeyeceğiz, ancak yine de Türkiye’de bulunmayan 3-5 markaya ve yol üzerine mola verebileceğiniz kafelere denk gelebilirsiniz. Ünlü Galeries Lafayette de bu cadde üzerine bulunuyor.

     Rue Massena: Bu cadde, Avenue Jean Medecin’in çok yakınında bulunuyor ve şehrin ana alışveriş caddelerinden bir diğeri. Yine çoğunlukla bildiğimiz markalardan, kafelerden ve fast food restoranlarından ibaret.

   Rue Paradiso: Burası yukarıdaki diğer iki caddeye kıyasla daha pahalı tasarımcıların (Chanel, Armani vb.) ve markaların bulunduğu, biraz daha küçük bir sokak.

      Nerelerde yiyelim ve içelim?

       Çiğ sebze ve tuna balığı ile hazırlanan “Salade niçoise”, nohutlu çıtır gözleme “Socca”, biber,kabak veya patlıcan dolması “Farcis”, ançuez ve soğanlı tart “Pissaladière”, zeytinyağında kızartılan sebze garnitürü “Ratatouille”, kabak çiçeği dolması “Beignets de fleurs de courgettes”, taze deniz mahsülleri, kruvasan, dondurma, Rose şarap.Bölgenin en leziz şarapları “Bellet” bağlarında üretilen üzümlerden yapılır. Bellet Şaraplarından “beyaz” ve “gül” şarabını öneriyorlar.Yemek derseniz, bu şehirde muhteşem bir salata yapıyorlar “Nice salatası” nı deneyin. Zeytinyağlı bu salata içinde: pişmemiş sebzeler bulunur ve iki ekmek parçası arasında yenilir.

  • Görkemli opera binasının yanıbaşında bulunan Bistrot de L’Opéra geleneksel bir Fransız restoranı.
  • 1956 yılından beri hizmet veren ve Rue Masséna’da yer alan Taverne Masséna güzel bir tercih olabilir.
  •  Deniz mahsüllü güzel bir öğle yemeği için önerimiz; Rue Masséna’da yer alan Boccacio.
  • Aynı cadde üzerinde bulunan Restaurant Le Milo’s dünya mutfağıyla yaklaşık 40 yıldır hizmet veriyor.
  • 1908 yılında açılan ve Garibaldi Meydanı’nda bulunan Café de Turin’de her türlü deniz mahsülünü taze yiyebilirsiniz. Günün her saati dolu olan restoranda akşam yemeği için önceden rezervasyon yaptırmanız şart.
  • Güzel bir havada, Akdeniz’e karşı keyifli bir yemek yemek istiyorsanız La Réserve’i atlamayın! Mutfağın esas yıldızı deniz mahsülleri olsa da et yemekleri ve hamur işleri de oldukça başarılı.
  • Nice’in en iyi dondurmacısı olan Fenocchio’da 30’un üzerinde sorbe ve 50‘nin üzerinde dondurma çeşidi bulunuyor.
  • Cours Saleya’da yemek için Le Safari’yi deneyin. Nice’teki muhtemelen en iyi pizza burada. Ö
  • Nice’te canınız Fransız usulü midye yemek isterse L’Abbeye iyi.
  • Place Rossetti civarında deneyebileceğiniz başka bir restoran da La Maison. Sevimli bir pizzeria.
  • L’Ane Rouge: Deniz ürünleri çok iyi. Özellikle bir balık çorbası yapıyorlar. Nice’te efsane olmuş. 
  • La Claire Fontaine
  • Zucca Magica: Çok iyi vejetaryen restoranı. İlla vejetaryen olmanıza gerek yok. Et, balık, pizza ve makarnadan sıkıldıysanız buradaki yemekler size çok iyi gelecek.
  • La Merenda: Menüsü olmayan, küçük bir restoran. Her gün tahtaya günlük menülerini yazıyorlar. 
  • La Brasseria du Cours Pazar yerinin orda bulunuyor.Yukarıda saydığım restaurantların çoğu öğlen kapalı olduğu için burada yedik;ortam ve yemekler güzeldi.
  • Sadece geceleri açılan ve en eski barlarından biri olan La Trappa’da birşeyler içmek de keyifli

    UlaşımIMG_7201

     98 numaralı otobüs ile şehre 4 Euroya gidebilirsiniz. Havaalanından tren metro vb yok. Cannes ve Grasse gibi ana şehirlere otobüs olmakla beraber eğer başka bir noktaya gidecekseniz en iyisi şehirden aktarma yapmak. Elinizde valiz olması çok problem yaratmayacaktır ve aldığınız bilet 1 gün boyunca geçerlidir Otobüs her yere 1 Euro iken tren ise 3-5 Euro tutabilir.

   Pek çok merkezde petite train denen küçük şehiriçi gezi trenleri veya gezi otobüsleri ile kişi başı 5-7 euro arası bir bedel ödeyerek 1 saate yakın gezebilirsiniz. İsterseniz bazı duraklarda inip bir sonraki tren gelene dek keşif yürüyüşleri yapabilirsiniz.

   Ev kiralama

İnternetten Nice Apartments Vacation Rentals gibi kelimeleri aratırsanız karşınıza çok sayıda alternatif çıkacaktır.  Bunlarla gerek önceden ödeme yaparak gerekse son anda yapacağınız mesajlaşma ile vardığınızda ödeyerek anlaşabilirsiniz. İnternette kiralayacağınız evin tüm fotoğraflarını görecek ve aynen yazılı özellikler ile karşılaşacaksınız. Elbetteki ne kadar erken davranırsanız en iyi evleri kaparsınız. Şehrin eski kısımlarındaki eski evler dahi içleri yenilenerek kiraya verildiğinden konaklama için romantik alternatifler olabiliyor.

     Bu bölümü neden bu kadar detaylı anlattım?

Yazları şöyle bir aylığına gidip orada yaşamak ne kadar güzel olurdu değil mi?Van Gogh ne demiş;

“Resmimi hayal ederim ve daha sonra hayalimi resmederim. “iş artık resmetmeye kaldı.😍

 

MONACO-MONTE CARLO-Lüks içinde uzun yaşayanların ülkesi

Published by:

monaco_2   Cote d’Azur gezimizin, grubun gençleri tarafından en çok görülmeyi beklenilen şehri Monte Carlo idi.Tabi ki nedeni lüks ve beraberindeki muhteşem araba ve yatları görmekti.Burada geçireceğimiz süre çok kısıtlı olduğundan arabamızı şehrin merkezine yakın bir otoparka park edip yürüyebildiğimiz mesafeleri görüp dönmeyi planladık.Otopark bulma konusunda hangi otoparkta kaç kişilik yer kaldığını gösteren ışıklı panolar çok işe yaradı doğrusu…IMG_9770

 

     Monaco Vatikan’dan sonra Dünya’daki ikinci küçük bağımsız devlet. Kara sınırları Fransa ile çevrili olan bu ülke de Fransızların sayısı Monakolulardan daha fazla.Monaco nun kumarhaneleriyle bilinen zengin bir semt-şehri ise Monte Carlo dur . Monako dünyada en yüksek yaşam süresine sahip ülkesidir. 35.500 nüfuslu Monaco’nun 25.000’i Monte Carlo da yaşamaktadır.IMG_8340IMG_8345Resmi dili Fransızca; fakat İtalyanca da konuşulmaktadır. İngilizce ise Monako’daki Amerikalılar, İngilizler, Kanadalılar ve İrlandalılar tarafından konuşulur. Ulusal dil Monako dilidir; fakat bu dil küçük bir topluluk tarafından konuşulmaktadır. Monarşiyle yönetilen iki kilometrekare büyüklüğünde bağımsız bir prenslik.Bu iki kilometre kareyi de denizi doldurarak elde etmişler😊

    Antik çağlardan beri doğal bir liman olan ve dik kayalıklarla korunan Monako, lüks turizminde dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer alıyor.

IMG_9771

     Monaco vatandaşlarından veya ülkede yaşayanlardan gelir vergisi almıyor. Bu ülkede sadece bir daire tutarak oturma belgesi alabiliyorsunuz. Böyle olunca Avrupa’nın zenginleri ülkede yerleşmek için birbiriyle yarışıyor.Tabi ki milyon dolarları gözden çıkarmak gerekiyor.Belki bir gün böyle bir amaçla gelebiliriz ama şimdilik gezmekle yetinelim diyoruz😊

     Gezilecek yerler yürüyüş mesafesinde olup 2 saat ayırmanız yeterli oluyor.

     Monaco – Ville, La Condamine, Monte Carlo ve Fontvieille olmak üzere toplam 4 ana bölgeden oluşmaktadır.

      Tabi ki ilk olarak ünlü casinosunu anlatalım.IMG_8349     1863 yılında ünlü Mimar Charles Garnier tarafından yapılan Monte Carlo Casino’su, bugün de Monaco’yu ziyaret eden turistlerin mutlaka görmek istediği yerlerden biri. İçeriye, kumarhanelerin bulunduğu bölüme girmek isterseniz şık bir kıyafet giymeniz gerekiyor.Bizler sadece giriş bölümüne bakıp çıktık. Kumarhanenin içinde bir opera binası (Grand Théâtre de Monte Carlo),IMG_8348IMG_8352IMG_9774 yakınlarında da Uluslararası Spor Kulübü (1932) vardır.

     

 

 

 Monte Carlo Casino’sunun önünde, Monaco’nun ve Fransız Rivierası’nın en ünlü kafesi Cafe de Paris bulunuyor.İster casinonun önünde dikilerek isterseniz de bu cafe de kahvenizi yudumlayarak son derece lüks arabaların resmi geçit törenini izleyebilirsiniz.

IMG_8350

     Görülmesi gereken yerlerden biri olan Grimaldi Forum 2000 yılında tamamlanmış. Burası fuar, kongre ve toplantı salonu olarak kullanılıyor. Oldukça modern bir mimarisi bulunan yapının içinde ayrıca şık restaurantlar da bulunmaktadır.Monte Carlo Balesi ve Filarmoni Orkestrası’na ev sahipliği yapan Grimaldi Forum’da sürekli olarak düzenlenen sergileri gezebilirsiniz.2728755-3861847

    Grimaldi Forum a çok yakın Mimar Yasuo Beppu tarafından tasarlanan Japon Bahçelerini ni de gezerek sahil kenarından ilerleyebilirsinizJapanese-Gardens Japanese Gardens (1 of 1)IMG_9767

     Ulaşım

    Nice’ten Monaco’ya Hat: 100 ile ulaşabilirsiniz. Monte Carlo durağında inebilirsiniz.

    Otobüs Ücreti: 1.5 Euro

     Nice’ten SNCF Tren hattı ile de Monaco’ya ulaşmak mümkün.Gezilecek Yerler yürüyüş mesafesinde olup 2 saat ayırmanız yeterlidir.

    Eski Şehir bölümü

    monaco2   Bu bölgede Monaco Kraliyet Ailesinin yaşadığı saray bulunuyor. Monaco Kraliyet Ailesi yani Grimaldi Ailesi, Fransız Rivierası’nın en köklü ailelerinden biri. Grimaldi adı bu bölgede bir çok yerde karşınıza çıkıyor.Monaco Kraliyet Ailesi’nin yaşadığı saray bölümü, içine girmeseniz bile mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Her gün 11:55’te saray muhafızlarının nöbet değişim törenleri yapılıyor.   Yemek yenilebileceği ve bir şeyler içebileceği bir çok kafe ve restaurant bu bölgede bulunuyor. Hediyelik eşya alabileceğiniz mağazaları ve kalabileceğiniz oteli de bu bölgede bulabilirsiniz.

 

Sarayın karşıdan görünümü

Sarayın karşıdan görünümü

IMG_8347
Eski tarihi sokaklarda dolaşıp saraya doğru yürüdüğünüzde, Monte Carlo Port Hercule Limanı’nın ve Monte Carlo Casinosu’nun da bulunduğu bölgeyi seyredip fotoğraf çekebileceğiniz muhteşem bir manzara sizi bekliyor olacak.
Monaco Eski Şehir bölümü bir yarımada şeklinde olduğundan, diğer taraftan Port de Fontvielle bölgesini seyredip fotoğraflarını çekebilirsiniz.

 

 

 

 

   Formula 1 Monaco Grand Prix’e, her yıl on binden fazla sporsever katılıyor. 1911’de düzenlenen Monte Carlo rallisinden bu yana, Monaco’nun sakin, sessiz sokakları 1929‘dan beri her Mayıs ayında dünyanın en hareketli ve özel yarış pistine dönüşüyor ve bu yarışları milyonlarca kişi izliyor. monaco-grand-prix-overview   Monaco denince akla gelen bir başla spor dalı ise futbol. Monaco, dünyanın en başarılı futbol takımlarından birine sahip.

     Place du Palais: (Princely Palace-Prenslik Sarayı)

  Monaco Prenslik Sarayı 18. yy’da yapılmış ve yaklaşık 35-40 dk sürelerle rehberli olarak gezilebiliyor.Palais-du-Prince

    Okyanus Müzesi

İçinde 4000’in üzerinde deniz canlısını barındıran Okyanus Müzesi, çok uzun bir süre ünlü Kaptan Cousteau tarafından yönetilmiş.
Giriş Ücreti : 15 Euro1348758078

     Monaco KatedraliKathedrale_Notre-Dame-Immaculee

13. yy’da burada bulunan Kilise’nin üzerine kurulan Katedral 1875 yılında inşa edilmiş. Prenses Grace’in mezarı burada bulunuyor.

    Monaco Okyanus Müzesi hariç, Monaco Gezilecek Yerler listesindeki Eski Şehir Bölümüne 2 saat ayırabilirsiniz.IMG_9764

    Monaco Port Hercule Liman Bölgesinde yürüyüş yaparak milyon dolarlık lüks yatları görebilirsiniz.

   Limandan kalkan teknelerle Monaco’yu denizden keşfetme şansını da yakalayabilirsiniz.

   Konaklama

   Konaklama yapabileceğiniz yerler genellikle Cote d’Azur ve Provence olarak da adlandırılan Fransız Rivierası’nın en pahalı ve lüks otelleri. Bu nedenle, bölgeyi ziyaret eden turistler genellikle Nice’te konaklayıp günü birlik burayı ziyaret etmeyi tercih ediyorlar.  Monaco’ya en yakın havaalanı da Nice’te bulunuyor.

   Apartman daireleri kiralanabiliyor günlüğü 70 eura, haftalık olunca daha da ucuza geliyor.

   Monaco Fontvieille Gezilecek Yerler Bölgesi bulunuyor. Burası tamamen denizden kazanılarak yapılmış bir bölgedir. Burada alışveriş merkezi ve restaurantlar bulunuyor. Mc Donalds gibi uygun fiyatlı bir restaurant ve Carrefour gibi marketleri burada bulabilirsiniz.IMG_9768

   Buradaki küçük marinanın çevresinde restaurantlar ve kafeler sıralanıyor. Yürüyüş yapan, restaurantlarda yemek yiyen ve kafelerde zaman geçirenleri buralarda görebiliyorsunuz. Monaco’nun diğer büyük Port Hercule Marina’sının çevresine göre bu bölge biraz daha sakin.Formula 1 yarışlarının olduğu zamanlar normal olarak aşırı kalabalık oluyormuş.

    Ekip doktor olunca hemen gözümüze çarpan otomatik eksternal defibrilatör ayrıntısını da çekmeden edemedik.IMG_8366    Bölge dağlık bir yer olduğu için üst sokaklar deniz seviyesinden yukarıda kalıyor. Neredeyse her sokak başında ya da bina içinde üst sokaklara çıkmak için asansörler var.IMG_9763

      Hem sürenin kısa olması hemde buraya geliş amacımızın farklı olmasından dolayı biz plajları ile hiç ilgilenmedik.Halk plajlarının yanında Miami Plage veya Monte Carlo Beach club gibi özel plajları var.Muhtemelen rezervasyon şarttır ve fiyatlar şehrin lüks görünümüne yakışır düzeydedir.

      Yeme içme

    Buddha Bar tavsiye ediyorlar,gece bar havası da güzelmiş. Michelin yıldızlı bir çok restaurant önerileri var ama bunları denemek için gerekli zaman ve cesaret bizde olmadığından isterseniz onları başka bloglar dan edinebilirsiniz.IMG_8281

     Kısa zaman dilimi ve de çoluk çocuk muhabbetinden biz Mc Donalds tercih ettik.Ortamını görünceye kadar hoşnut kalmadım bu karardan ama içeri girince fikrim birden değişti.Monaca için en sıcak günlerin birinde,güneşin tam tepede olduğu vakitte,hem deniz manzaralı hemde buz gibi bir ortam harikaydı.Reklam gibi oldu ama alkol satışının olması da başka bir artı oluşturdu.😜  

   Ağzımız açık arabaları ve yatları seyrettikten sonra kendi dünyamıza dönmenin daha sağlıklı olduğunu düşünüp,binek otomobilimize atladık ve Nice ye doğru yola çıktık.Otomobil diyorum ama gördüklerimizden sonra başka bir isim bulmak gerekir dedim.Sizce de öyle değil mi?

Tüm gezi boyunca evimiz gibi kullandığımız arabamızın da resmini koymadan geçmeyelim

IMG_8351

    


 

 

BOTTİCCELLİ-CEHENNEM-DANTE

Published by:

sandro botticelli inferno     Dante Alighieri nin üçlemesinden biri olan Cehennem ,Cennet ve Araf dan daha çok dikkat çekmiş ve bu yüzden bir çok ressam tarafından yorumlanmıştır..Her ne kadar fantastik bir kurgu gibi olsa da anlatılanların İncil de yer alması ile insanları içine çekmeyi başarmıştır.İnsan sınırlarının yoğun görsel temsilini içeren bu epik şiir yüzyıllardır insanları nasıl etkilediyse sanırım ben de bundan nasibimi aldım….

    Alessandro di Mariano di Vanni Filipepi, bizim bildiğimiz şekliyle Sandro Botticelli de bu etkiyi yüreğinde hissetmiş ki  Dante Alighieri’nin meşhur ”İlahi Komedya“sını kendisini 10 sene neredeyse tamamen bir yere kapatarak resimlemiştir. Resmettiği Cehennem’in günümüzde hala tartışıldığı Botticelli, 1445’te İtalya’da dünyaya gelmiş ve son nefesini henüz 65 yaşında iken memleketinde  vermiştir.

Sandro_Botticelli

Sandro Botticelli

     Ölümden sonraki hayatı anlatan şimdiye kadar yapılmış bana göre en korkutucu tablo budur.Cehennemin her katını tek tek tasvir etmiştir.Tabloya konu olan bu  muhteşem eseri ve yaratıcısını öncelikle tanımak gerektiğini düşünüyorum:Eserin orijinal adı “Komedya” olmakla birlikte daha sonra, 1360 yılında Giovanni Boccacci tarafından başına “İlahi” kelimesi eklenerek Hristiyanlaştırılmıştır.

Botticelli tarafından yapılmış Dante portresi. Botticelli Dante'nin başlığına bir defne dalı yerleştirmiştir. Bunu Dante'nin ustalığının sembolü olarak yapmıştır

Botticelli tarafından yapılmış Dante portresi. Botticelli Dante’nin başlığına bir defne dalı yerleştirmiştir. Bunu Dante’nin ustalığının sembolü olarak yapmıştır

      Yaratıcısı;Dante Alighieri; 1265 yılında doğup 1321 yılında ölen İtalyan Rönesans Hümanisti, şair, dil kuramcısı ve politikacıdır. Köklü ve asil bir aileden gelen şairin asıl adı Durante degli Alighieri dir. Ailesinin güç ve saygınlık kaybetmesinden babasını sorumlu tutmuş ve hiçbir eserinde babasından bahsetmemiş olmasına rağmen;

Beatrice Portinari

Beatrice Portinari ve kırmızı şapkasıyla Dante

B

Beatrice  düğünde

 

Dante ismi geçince  aklımıza gelen isimlerden biri olan Beatrice den eserlerinde sıkça bahsetmiştir.Dokuz yaşında bir kez gördüğü  Beatrice e aşık olan Dante nin bu aşkı İlahi Komedyanın temellerinin atılmasına etken olmuştur. Onsekiz yaşında ikinci kez karşılaştığı ve unutamadığı , uzaktan hayranlık duyduğu Floransalı kadın, Beatrice’in genç yaşta ölmesi yine şairin hayatında önemli bir etken olmuş .

Dante'nin platonik aşkı Beatrice Mezarı (Mektup bırakılan bölümü)

Dante’nin platonik aşkı Beatrice Mezarı (Mektup bırakılan bölümü)

Bu ölüm şiire olan bakış açısını değiştirmiş, aynı zamanda edebiyata sımsıkı tutunmasına ve sürekli çalışmasına neden olmuştur. Eserlerinde Beatrice’ i genellikle ölümlü bir insan modeli yerine ölümsüz ilahi bir görünüm içinde anlatmıştır.

     

-beatrice

Beatrice

 Aldığı eğitim hakkında kesin bir bilgi olmayan şairin, öğrenmeye açık yapısı ve meraklı olması nedeniyle kendi kendini geliştirdiği varsayılmaktadır. Genç yaşta büyük tutkuyla içine girdiği edebiyat sevdası onu, Yunan ve Latin eserlerini  okumaya itmiştir. Dante aynı zamanda resim, astronomi ve felsefeyle de ilgilenmiştir.Dante, İlahi Komedya’yı İtalya’nın Orta çağ ile Rönasans arasındaki geçiş döneminde yazmıştır. Bu yüzden o döneme dair geçişler görülür. Yüce Şair” ya da “İtalyan Dilinin Babası” gibi adlandırmalarda yapılan Dante ;Bir dönem Floransa yönetiminde söz sahibi konumuna gelmiş ve siyasi ortakları sonrasında sürgün cezasına çarptırılmışlardır.Bu sürgün, Komedya’nın birçok bölümünde Dante’nin sürgününün kehanetlerinden, Dante’nin siyasi görüşlerine ve bazı düşmanlarının sonsuza kadar lanetlenmesi şeklinde tesirini gösterir..İtalyan anadilinde yazılan ilk önemli edebi yapıttır. Dante’nin zamanında İtalya’da eserler çoğunlukla Latince yazılmakta olduğundan bu önemli bir ayrıntıdır.. Sürgüne kadar ki hayatını Floransa’da geçiren Dante, sonrasında birçok şehir gezip son olarak Ravenna şehrinde yaşamaya başlamış ve orada hayatını kaybetmiştir.

botticelli cehennem

     

Malebolge'nin dokuzuncu hendeği, bacakalrı topraktan dışarı doğru çıkan, yarıya kadar tepetakla gömülmüş günahkarlarla doluydu."

Malebolge’nin dokuzuncu hendeği, bacakları topraktan dışarı doğru çıkan, yarıya kadar tepetakla gömülmüş günahkarlarla dolu.

Daha çok lirik tarzda şiirler yazan şair ,felsefik düşüncelerinde insan ömrünü ortalama olarak 70 yıl olarak değerlendirmiş ve 35 yaşın yolun yarısı olduğunu kabul etmiştir.Şiir biçimi rastlantı eseri ortaya çıkmamıştır, diğer orta çağ çalışmaları gibi semboller ve sayılarla kuruludur. İlahi Komedya’daki her üç paragrafın son kelimesi “yıldızlar”‘dır. Mısraların terza rima uyağıyla örülü olması ve 3 parça olması Hıristiyanlıktaki teslise, Kantoların 33 kıtadan oluşması İsa Peygamberin öldüğü zamanki yaşına işaret eder. Giriş kantosuyla birlikte elde edilen 100 sayısı ise kutsal ve mükemmel sayı olarak bilinirdi.Yapıtı baştan aşağı ezoterik bilgilerin sembolizm içinde verildiği bir yapıttır. Dante sembolizmi tam anlamıyla çözülememiş yapıtının cehennem adlı bölümünde bunu kendisi şöyle dile getirmektedir: “Sağlıklı bir akla sahipseniz, şu tuhaf dizelerin arasında saklı öğretiyi kavrayınız.” Dante’nin yapıtındaki “cehenneme iniş” aslında inisiasyonlarda yaşanan bir deneyimdir. Dante’nin göklerin kat kat olduğunu belirtmesi de bir sembolizmdir. Dantenin bu yapıtında kullandığı sayısal sembolizm incelendiğinde en çok kullandığı sayılar, profesör Rodolfo Benini’nin de saptadığı gibi 3, 7 ve 22’dir. Yani Dante “İlahi Komedya” adlı yapıtını 3, 7 ve özellikle 22 sayısını esas alan bir sistem üzerine kurmuştur. 22 sayısı Kabala’da, tarotta,ezoterizmde önem verilen bir üstad sayıdır.

             Şiir birinci şahsın ağzından yazılmıştır. dante11Dante okuyucuyu ölüm sonrası bir seyahat macerasına davet eder ve Dante’nin ölümün üç krallığında Hıristiyanlıkça Paskalyanın üç kutsal gününde (Easter Triduum) 1300 yılının ilkbaharında geçer. 7 Nisan gecesi başlayan cehennem gezisi 9 Nisan günü son bulur. İmparator Augustus döneminde yaşamış, Romalı şair Virgil ona Cehennemde ve Arafta rehberlik ederken Arafın tepesinde Virgil bu görevini Dante’nin idealindeki kadın Beatrice’e bırakır. Beatrice Dante’ye rehberlik ederek onu semaya, ilahi ışığın kaynağına ulaştırır. İlk sahnede arzın derinliklerindeki cehenneme (Inferno) doğru yol alırken mitolojik karakterler ile ve Toskano’nun tanınmış eski güçlü insanları ile karşılaşır.Sonra Araf’a (Purgatorio) tırmanırken eski ileri gelen kişilerle konuşur. Bu kişiler cennete (Paradiso) girmeden önce Araf’ta beklemektedirler.

dante_hell_mcculloch

     İçinde yaşanılan dünyanın altında yer alan cehennem bir huni şekilli dehliz biçimindedir ve merkezinde isyankâr melek İblis bulunur.İnişlere ayrılmış uzun ve dar çıkıntı veya daireler şeklinde darlaşan taraçalarla arzın merkezine varır. Arzın tam merkezinde bulunan İblis aynı zamanda kâinatın da merkezindedir

Stxy ırmağı ve Philegyas. Sandalın üzerinde Dante ve rehberi Vergilius. Gustave Dore gravürü.

Stxy ırmağı ve Philegyas. Sandalın üzerinde Dante ve rehberi Vergilius. Gustave Dore gravürü.

. Burda sembolik olarak İblisin evrendeki en dünyevi ve gökyüzünden (yani cennetten) en uzaktaki yaratık olduğu anlatılmak istenirAşağıya indikçe günahlar ve azaplar artar. Dokuz kat veya daire içinde cehennemin müthiş ve korkunç bütün safhaları gösterilir.Cezayı veren Tanrı değildir.İnsanlar Araf a ve Cennet e gidebilecekken işledikleri hatalardan dolayı Cehennem e gitmişlerdir.Cehennem,İsa nın yaşamış olduğu kutsal Kudüs şehrinin altındadır.

Beni etkileyen bölümlerden biri de Cehennemin giriş bölümünde ki “kötülük de iyilik de yapmadan yaşamış olanların ruhları” varlığının anlatımıydı…

Stradanus'un Styks Nehri'ne batmış cesetler üzerinde kürek çeken Phlegyas resmi

Stradanus’un Styks Nehri’ne batmış cesetler üzerinde kürek çeken Phlegyas resmi

Bouguereau'nun iki çıplak adamın dövüşünü seyreden Dante ve Vergilius'un erotik tasviri

Bouguereau’nun iki çıplak adamın dövüşünü seyreden Dante ve Vergilius’un erotik tasviri

.

      1. daire de “vaftiz olmayan ruhlar”, 2.daire de”şehvet düşkünleri,3.daire de “oburlar”,4.daire de “cimriler ve savurganlar”,5.daire de “ağır suçlular”,6 .daire de”sapkınlar”,7.daire de “başkalarına,kendilerine,Tanrı ya saldırıda bulunanlar”,8. daire de “kadın tellalları,din sömürücüleri,rüşvet yiyenler,hileciler,hırsızlar,ikiyüzlüler,bölücüler,simyacılar,kalpazanlar”9. daire de”akrabalarına,vatanına, kendilerine iyilik yapanlara ihanet edenler “bulunuyor…
    En çok ilginç gelende 1.daire de yer alan ve İlahi Komedya da adı geçen tek müslüman ;Salahaddin Eyyubi idi..Kudüs ü Haçlıların elinden kurtarması bunda etkili oldu sanırım.

    Sen kendi yolundan git; bırak diğerleri konuşsunlar, bu eserden bir replik olup Karl Marx’ın Das Kapital ‘in birinci cildi  de bu sözle başlamaktadır.

Michelangelo' nun ikonik freski.

Michelangelo’ nun ikonik freski.

   Dante’yi Floransa surlarının dışında elinde bir İlahi Komedya baskısını tutarken gösteren Michelangelo’ nun ikonik freski. Geri planda teraslı Araf Dağı cehennem kapılarının üzerinde yükseliyor. Yani Cehennem’ in katları var. Defne yaprağı gene unutulmamış .sağda Floransa Katedrali var. Michelangelo Dante’ yi en güzel anlatan sanatçılardan biridir. Arkada cehenneme giren insanların alnına yazı yazan bir melek var. Bu Dante’ nin Cehenneminde vurgulanan bir sahne .

     20. yüzyılın en meşhur sürrealist sanatçılarından biri olan Salvador Dali de İtalyan hükümetinin, Dante’nin 700. doğum günü şerefine İlahi Komedya’yı resimlemesini istemesi üzerine 100 kadar suluboya resim yapmıştır.

   İlâhi Komedi matbaacılığın icadından evvel 600 nüsha el ile yazılarak etrafa yayılmıştı. Sonra bütün dillere çevrilmiştir. 300 den fazla tercümesi vardır.

İlahi Komedya’dan etkilenerek ortaya çıkartılan son eser Dan Brown’ın Cehennem adlı romanıdır. Kitabın kapağında Dante’nin ölüm maskesi kullanılmıştırDante.deathmask. Batı dünyasının en ünlü edebi kişiliklerinden bir tanesi sayılan Dante’ nin ölüm maskesi kullanılarak yüzünün canlandırılması için İtalya’daki bazı üniversitelerin çalışmaları olmuştur.

 

 

images (7)  Bu kadar ürkütücü bir tablo da yer almadan yaşayabilmek mümkün mü ,ne dersiniz?  😃

 

 

CANNES-Festivaller Şehri

Published by:

    Biz Cannes e geldiğimizde hava kararmıştı.Sahilden tepedeki kaleye doğru  bakınca ayışığının yarattığı manzarayla neden burası festivaller şehri sorumuzun cevabını bulmuş olduk…

IMG_8402IMG_8400

 

 

 

 

 

         Cannes kelimesini duyunca hemen aklınıza sizinde film festivali geliyor sanırım😃Fransanın güneyinde yer alan, Fransız Rivierası’nın en ünlü şehirlerinden birisi. Özellikle yaz aylarında ve Mayıs ayında ki film festivali zamanında kalabalıklaşan şehir gayet lüks ve şık. Cannes için festivaller şehri de deniliyor. Hepsi film festivali kadar meşhur olmasa da yılın her ayı mutlaka uluslararası bir fuar ve etkinlik takvimi var. Şehrin önemli gelir kaynaklarından biride bu  festival turizmi . Ama 1946 dan beri her yıl düzenlenen film festivali, şehri kış uykusundan uyandıran, sokaklara döken en büyük olay. cannes
Öncelikle her ne kadar sezon Eylül sonlarına hatta Ekim ortalarına kadar sürüyor dense de Ağustos’un son haftası bir çok ünlü mekan ve plajlar kapılarını kapatıyor. Eğer gece eğlencelerini seviyorsanız ki Cannes bunun için iyi bir seçenek diyorlar. Diyorlar dememin nedeni yurt dışı turlarına hep çoluk çocuk katılmamız ve de tabi ki gündüz çok yorulmamız dan da dolayı pek gece hayatına vakit ayıramamış olmamız.😢.Yine de dünya’nın en iyi 10 gece kulübünden biri olarak nitelendirilen GOTHA’yı görememenin üzüntüsünü bir parça yaşamadım desem yalan olur. Les Coulsses veya Disco 7 de gözdelerden.5d00c6f4-cba9-4e34-be60-e3316e6f8bbcJet sosyetenin müdavimi olduğu bu clublere gitmeden rezervasyon şart unutmayın. Bu arada Cannes’da restoranlar, gece clubleri hatta plajlar dahil hemen her yere rezarvasyon yaptırmanız gerekiyor.

Şehir nüfusu, yalnızca 70 bin kişidir. Elbette, yaz döneminde, şehirde bu rakamın çok çok üstünde insan bulunuyor. En büyük özelliği: gerek Nice ve gerekse Monaco şehirlerine yakın olması.

     Nice’ten arabayla yaklaşık 45 dakika süren yolculukla ulaşabiliyorsunuz.Araba dışında Nice’ten Cannes’a trenle de ulaşabilirsiniz. Nice Tren İstasyonu’ndan(Gare de Nice Ville) Cannes Tren İstasyonu’na yaklaşık 40 dakikada ulaşabilirsiniz.6 euro civarı.Cannes Tren İstasyonu’nda indiğinizde yaklaşık 10 dakika yürüyerek sahile ulaşabilirsiniz.

      Arabayla geldiğinizde Cannes Film Festivali’nin düzenlendiği Palais des Festivals et des Congrès binasının altındaki kapalı otoparkı kullanabilirsiniz.

      Cannes yürüyerek dolaşılabilecek kadar küçük. Ama çevre şehirleri de gezeriz derseniz o zaman trafik problemiyle karşı karşıyasınız demektir. Bizim otelimiz merkezde olunca şehirde dolaşmak çok keyifliydi.Suit Nova otel Centle Cannes konumu ve rahatlığı itibarı ile çok iyi bir seçimdi bu yüzden…Eğer yürümek istemezseniz festival binasının hemen önünden kalkan küçük trenle de şehri gezebilirsiniz.

          Sabahları sekiz gibi sahile denize girmek için yürüdüm ve inanılmaz keyif aldım;palmiyeler ve uzun kumsalın kenarında yürüyenler ,koşanlar,plajda incecik kumlara uzananlar…944546-la-croisette-a-cannes-promenade-mythiqueTam bir huzur ortamı ve sanki siz karmakarışık bir ülkeden gelmemişsiniz de orada yaşıyormuşsunuz gibi bu huzuru tüm hücrelerinizde hissediyorsunuz….Film festivalinin yapıldığı yerin tam önünde halk plajı var,şezlong yok ama duş var.Unutmadan söyleyeyim Fransız Rivierası nın en güzel plajları burada.Moda devi Coco Chanel sayesinde ünlenen kum plajları, şimdi dünya jet sosyetesinin tatil tercihleri arasında.Cannes_Boulevard_Croisette  Sahil kenarlarındaki sandalyeler çok keyifli,oturup saatlerce denizi seyredebilir insan…

      Ortaçağ döneminde: burada küçük bir balıkçı köyü bulunmaktaymış. 1030’lu yıllara gelindiğinde, burada bir şato yapılır. Aynı dönemde, hemen karşıdaki adalarda ise rahipler yaşamaktadırlar. Ancak, adanın güvensizliğinden sıkıntı çeken rahipler, ana karaya çıkarlar ve “Suquet” bölgesine yerleşirler ve zamanla, şehirde güçlü konuma gelirler. 1500’lü yıllarda, deniz ticareti yoluyla hızla kalkınmaya başlar. 1838 yılına gelindiğinde, bu kez, denizden zarar gören kara parçası için, dalgakıran yaptırılır. Dalgakıran yapımı ile, şehir hızla gelişmeye başlar, yeni evler ve dükkanlar yapılır. 

      Bu bölgenin ünlenmesinin tarihi ise:İngiliz aristokratı olan Lord Brougham, 1800’lerin ortalarında verem olan kızının tedavisi için Nice’e doğru yola çıkıyor ancak karantina önlemlerinden dolayı Nice’e alınmıyor. O da o zamanlar küçük bir balıkçı kasabası olan Cannes’e sığınıyor. Kızının bu balıkçı kasabasının temiz havası, güzel iklimi sayesinde iyileşmesinden sonra kendisine burada bir malikane yaptırıyor ve yakın dostlarını burada ağırlamaya başlıyor.Brougham’ın Cannes’ı tanıdıklarına anlata anlata bitirememesi buraya tutkuyu çoğaltıyor.Cannes-la-Croisette-et-plage

    Şehir  Eski ve Yeni Cannes olarak iki ayrı bölümden oluşuyor. Yeni Cannes, çok lüks mağazaların, otellerin, restoranların olduğu, alışveriş meraklılarının gözünü burada açtığı ve bir ucundan diğerine 20 dakikada yürünen La Croisette Caddesi. Eski Cannes ise Le Suquet denilen şehrin tepesinde bulunan mahalle.Belki birde ünlü alışveriş caddesi Rue D’Antibes de ayrı bir bölüm halinde gezilebilircannes-map9

    944546-la-croisette-a-cannes-promenade-mythique  La Croisette Bu cadde, plajların hemen önündeki büyük uzun ve palmiyelerle dolu sembolik caddesi. Film festivalinin yapıldığı Palais des Festivals’de kırmızı halılı merdivenleri de burada.Burayı önünde kırmızı halı olmasa tahmin edemezdim ,biraz hayal kırıklığına uğradık ama yinede poz vermeyi ihmal etmedik.unnamed (4)

194249b5-2bc5-4248-b8e0-d9bb6345a1eaPlaj kıyafeti yerine şık bir gece elbisesiyle poz vermeyi gönül isterdi ama…😃   

300 kadar yıldızın, el izinin yer aldığı Allée des Etoiles’i, yani Yıldızlar Kaldırımını da unutmamak gerek.Caddenin bir tarafında da ünlü markaların mağazaları, cafeler, restoranlar, ünlü oteller ve kumarhaneler yer almakta. Kısa bir mola için Hotel Carlton’ın cafesi iyi bir seçenek. yolun devamında Palm Beach tüm güzelliği ile sizi bekliyor…

      Old Town diye adlandırılan Le Suquet bölgesi Cannes’ın tepesinde yer alıyor. Oraya çıkarken daha doğrusu tırmanırken Cannes’ı farklı bir şekilde görme imkanınız da oluyor.  Eski şehre çıkışın birden fazla yolu var. Yukarı çıkarken neredeyse tüm sokaklarda hediyelik el işi eşyalar, lavanta, çiçek esansları, kokulu yağlar, sabun, zeytinyağı gibi bölgeye özel ve oldukça turistik küçük küçük bir çok dükkana rastlıyorsunuz.

       Tepeye çıkıp Castre Meydanı’na vardığınızda Notre Dame de l’Esperance Kilisesi’nihemen göreceksiniz.Buradan şehri  seyredebilirsiniz..2juin2013 (2) IMG3565

 

       Nerelerde yiyelim?

     Şehir alışveriş için çok uygun değil ama muhteşem güzel lokantaları var.İlk gece rezervasyon yaptırmaya fırsat olmadığından önümüze ilk çıkan restaurantda yedik ve çok pişman olduk ama sonraki gece Da Laura muhteşemdi.7 Rue Du Vingt-Quatre Août, 06400 Cannes, Fransa

     Baoli hem restoran hem de konsept gecelerin düzenlendiği elit bir yer.

      Kesintisiz yemek servisi yapan Mocca’yı öneriyorlar. Bizdeki Mid Point benzeri bir yermiş.                 Robertos leziz pizzaları ile ünlü.

       24 suguet restaurant da Fransız yemekleri

       Le caveau 30 da deniz lezzetleri

       3 portesde akdeniz yemekleri

       Aux Bons Enfants :Pazar yakınında ki Provence mutfağı

       Bistro Le Canallies yerel halkın gittiği bir yer.2 Rue Jean Daumas, 06400 Cannes, Fransa

 

       Le Notre de tatlı ve pastaları tadın

       Aux Bons Enfants:Burası Marche Forville’in (pazar) yakınında  3 kuşaktır aynı ailenin işlettiği bir restorn. Ne telefonları var ne web siteleri. Provence mutfağı. Günlük balık, deniz ürünleri, et yemekleri ve hepsi de pazardan günlük alınarak yapılıyor.

    Mantel:Le Suquet civarında , tipik Akdeniz mutfağı burası. 

     Rue Meynadier 746359deki küçük butik pastaneler ile keşfedilmeyi bekleyen özel butikleri de unutmayın.  Özellikle lezzetli makaronlar bu bölgede. Sokaklarda biraz kaybolup, kafelerde nefes alabilirsiniz. Fiyatlar burada diğer bölgelere göre nispeten daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

      Le Suquet tepesinde bulunan Castre müzesi, St. Marguerite adasında Musee de la Mer, rahiplerin konakladığı ve şarap yapımının sürdüğü St. Honorat adası,images   Picasso’nun hayatının bir bölümünü geçirdiği Mougins köyümougins gezip görülmesi gereken yerler.

Parc Phoenix parc-phoenix      Botanik Bahçesi, Picasso Müzesi, Parfüm Müzesi’ni de görebilirsiniz.

    Bizde bu sosyetik şehri geride bırakıp Nice ye doğru tabi ki otobandan ,yola çkıyoruz.

 

IMG_8399

 

 

ANITKABİR

Published by:

cumhuriyet-bayramı11    Bugün 29 EKİM Cumhuriyetimizin kuruluşunun 92. yılını kutluyoruz.Aslında kutlamaya çalıştığımızı düşünüyorum çünkü Cumhuriyetin bizlere sunduklarının bilincinde olan bizler hüzün doluyuz.Dileğim bundan sonraki yıllarda sadece kutlamakla kalmayıp anlamını ve değerini kavramış bir TÜRK milletini görmektir.

    Bugünün güzelliğiyle bütünleştiğini düşündüğüm , için yaklaşık altı ay önce lise arkadaşlarımız ile yaptığımız Anıtkabir gezisini paylaşmak istedim.,IMG_9200

     Anıtkabir hepimizin bildiği gibi Türk Kurtuluş Savaş nın, inkılapların önderi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürkün,Ankara  Anıttepe’de (eski adıyla Rasattepe) bulunan anıt mezarıdır.Burası bir anıt mezardan çok ülkesinin geçmişine, geleceğine ve büyük önder Atatürk’e sahip çıkan herkesin buluşma noktasıdır. Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de ölümünden itibaren 15 yıl kadar plan ve yapım çalışmaları süren anıt mezar, 1941 yılında açılan uluslararası yarışmada 47 proje arasından Türk mimarlar Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr. Ahmet Orhan Arda nın kazanmaları ile yapımına başlanmış,11 Eylül 1953 tarihinde  de tamamlanmıştır. 10 Kasım 1953 yılında Atatürk’ün naaşı buraya taşınmıştır.   

         Burada ayrıca ilk Başbakan ve ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün mezarı da  yer almaktadır.anitkabir_const

     Anıtkabir yapılmadan önce rasat (gözlem) istasyonu bulunması dolayısıyla Anıttepe’nin ismi Rasattepe idi. 906 rakımlı bu tepede, MÖ. 12. yüzyılda  Frig uygarlığına ait mezar yapıları bulunmaktaydı. Anıtkabir’in Rasattepe’de yapılmasına karar verildikten sonra bu yapıların kaldırılması için arkeolojik kazılar yapıldı. Buradan çıkarılan eserler, Anadolu Medeniyetleri Müzesi nde sergilenmektedir.Atatürk’ün yıllar önce bir gezi sırasında Rasattepe’yi gezerken ağzından dökülen ‘Bu tepe ne güzel bir anıt yeri…’ sözleri de bugün için çok anlamlı…410

    Anıtkabir in genel mimarisi Türk mimarlığında 1940-1950 yılları arasındaki “II. Ulusal Mimarlık Dönemi” olarak adlandırılan dönemin özelliklerini yansıtıyor. Bu dönemde daha çok anıtsal yönü ağır basan, simetriye önem veren, kesme taş malzemenin kullanıldığı binalar yapılmıştır, Anıtkabir de bu özelliklere uymaktadır.Ayrıca  Anıtkabir’de Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerine ve süsleme öğelerine sıkça rastlanmaktadır.

    Anıtkabir e giriş ücretsizdir. Haftanın her günü: saat: 09.00 ile 17.00 saatleri arasında ziyarete açıktır fakat özel günlerde süre değişiyor. Güvenlik taramasından geçtikten sonra içeri alınıyorsunuz.

    Anıtkabire, 2 kapıdan girmek mümkündür. Birinci kapı: Tandoğan Meydanından, diğer kapı ise, Anıttepe bölgesinde, Gençlik Caddesi üzerindedir.Tabiki ön kapıdan, yani Tandoğan Meydanı bölgesindeki kapıdan girilmesi öneriliyor, çünkü: gezinin başlangıç noktası: Aslanlı yol dur.

      Ön kapıdan yürüyerek girdiğinizde: giriş kapısından, Aslanlı yol başlangıcına kadar, 600 metrelik bir yolu yürümek gerekiyor. Aracınız ile gelirseniz: kapıda, araç ruhsatı ve kişisel kimlik belgesi bırakıldıktan sonra, hemen yan bölümde bulunan otopark bölümüne aracınızı park edebiliyorsunuz,böylelikle 600 metrelik bölümü yürümek zorunda kalmayabilirsiniz.

   Girişten alacağınız tur rehber kulaklığı ile dolaşmak çok keyifli ,rehbere gerek kalmıyor. Gönül isterdi ki bu ücretsiz olsun ve tüm halkımız bundan yararlanabilsin😔

     Ortam tabi ki çok etkileyici…Bir metre dışında duyduğun huzursuzluk ve sıkıntının yerini burada umut ,gurur ve çoşku alıyor.İnsanlar mutlu,sevecen ve samimi..Ellerinde kepleriyle öğrenciler,gelinlik ve damatlıklarıyla yeni evli çiftler,gençler,yaşlılar ve çocuklar;sevinç ve mutluluklarını Ata larıyla paylaşmak için kimbilir nerelerden gelmişler…

    Anıtkabir yaklaşık 750.000 m² lik bir alanı kaplamakta olup, Barış Parkı ve Anıt Bloku olarak iki kısma ayrılır.Bizde anıtblok daki merdivenlerde pozumuzu verip, kulaklıklarımız takıp ilerliyoruz.IMG_9176

   Anıt Blok

Toplam 120.000 m² lik bir alanı kaplamakta ve  üç bölümden oluşmaktadır:

   1-Aslanlı yol

   2-Tören alanı

   3-Mozela

     Girişte merdivenin hemen başında karşılıklı olarak “İstiklâl” ve “Hürriyet” kuleleri yer alır.

    İstiklal kulesi:

    Kulenin dışı:ANKARA-ANIT-KABİR-12

   Kadın heykel gurubu var.

  1. Kadın: Kenarda, elinde, buğday başaklarından oluşan ve yere kadar uzanan, kalın bir çeleng var. Bu çeleng: bereketli topraklarımızı temsil ediyor.
  2. Kadın: ileri doğru uzattığı elindeki kap ile: Atatürk’e, Allahtan rahmet diliyor.
  3. Kadın: ortada ve biraz geride, elini yüzüne kapatmış, Atatürk’ün ölümüne ağlıyor.

    Kulenin içi:

     Ayakta duran ve iki eliyle kılıç tutan bir gencin yanında bir kaya üzerine konmuş kartal  figürü görülmektedir. Kartal, mitolojide ve Selçuklu  sanatında gücün, istiklâl ve bağımsızlığın sembolü olarak tasvir edilmiştir. Kılıç tutan genç ise istiklâli savunan Türk milletini temsil etmektedir.

      Ayrıca kule duvarlarında yazı bordürü olarak Atatürk’ün istiklâlle ilgili şu sözleri yer almaktadır:

  • Ulusumuz en korkunç yok oluşla son buluyor gibi görünmüşken, tutsak edilmesine karşı evladını ayaklanmaya davet eden atalarının sesi, kalplerimiz içinde yükseldi ve bizi son Kurtuluş Savaşı’na çağırdı. 
  • Hayat demek savaşma, çarpışma demektir. Hayatta başarı kesinlikle savaşta başarı kazanmakla mümkündür. 
  • Biz hayat ve bağımsızlık isteyen ulusuz ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı hiçe sayarız. 
  • İnsaf ve merhamet dilenmek gibi bir prensip yoktur. Türk ulusu, Türkiye’nin gelecekteki çocukları, bunu bir an hatırdan çıkarmamalıdırlar. 
  • Bu ulus bağımsızlıktan yoksun olarak yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır, ya istiklal ya ölüm.                                                                                                                                                          Kulenin zeminindeki cam panoda: Anıtkabir maketi ve Anıtkabiri tanıtan fotoğraflar var.

      Hürriyet Kulesi:                                                                                                                                                                         Kulenin dışı:cache_30203803Erkek heykel gurubu var.1, Erkek: sağ yanda, başında miğfer var ve sırtında kaput var. Türk askerini simgeliyor.2. Erkek: yan bölümde: elinde kitabı ile, Türk gençliğini ve aydınıını simgeliyor.3. Erkek: biraz geride, yerel kıyafetleriyle, Türk köylüsünü simgeliyor.

     Kulenin içi:

     Duvardaki kabartmada: elinde Hürriyet Beyannamesi tutan melek figürü: bağımsızlığın kutsallığını, Yanında şaha kalkmış at figürü: bağımsızlığı simgeliyor.

     Atatürk’ün hürriyet ile ilgili şu sözleri yazılıdır.

  • Esas, Türk ulusunun saygın ve onurlu bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumundan yüksek bir işleme hak kazanamaz. 
  • Bence, bir ulusta şerefin, onurun, namusun ve insanlığın sürekli olarak bulunabilmesi kesinlikle o ulusun özgürlük ve bağımsızlığına sahip olabilmesiyle mümkündür.
  • Özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayandığı ulusal egemenliktir.
  • Bütün tarihsel yaşantımızda özgürlük ve bağımsızlığa sembol olmuş bir ulusuz.

     Kulenin zemininde: Anıtkabir inşaat çalışmalarına ait fotoğraflar ve yapımda kullanılan taş örnekleri görülüyor.

       Hürriyet kulesini ziyaret ettikten sonra: Aslanlı yolda ilerlemeye başlıyoruz.

       Aslanlı Yol:

       Anıtkabir’e giriş yerinden başlayarak, ortadaki Tören Meydanı’na kadar uzanan yol “Aslanlı Yol” olarak adlandırılır.Anitkabir13      Bu yol, ziyaretçileri Atatürk’ ün yüce huzuruna hazırlamak için yapılmıştır. Yola 26 basamaklı merdiven ile çıkılır. Yolun uzunluğu 262m., genişliği 12 metredir. Yolun iki yanı güller ve ardıçlarla süslüdür. Yol, traverten ile döşelidir. Bu travertenler aralıklı döşenmiştir ki buradan yürümeye çalışanlar düşmemek için yola bakmak amacı ile başları önde mağrur bir şekilde Ata larının karşısına çıksınlar diye.Yolun iki yanında ikişerli gruplar halinde 12’ si sağ yanda, 12’ si sol yanda olmak üzere 24 aslan heykeli vardır.Aslan seçilmiş çünkü, Anadolu’nun ilk uygarlıklarından olan Hititler ve Türk Mitolojisinde kudreti simgelemektedir.24 olmasının nedeni deTürklerde, 24 Oğuz boyunun olmasıdır.Büyük gücün yani Türk ulusunun, barışseverliği simgelediklerinden yatar pozisyondadırlar.Çift olmalarının nedeni de birlik ve bütünlüğü temsil etmiş olmalarıdır.

        Aslanlı yolun her iki yanı: uzun boyutlu: yaprak dökmeyen çam türü ağaçlarla çevrilmiştir. Bunun nedeni: tören günlerinde, burada yürüyen devlet protokolünün uzaklardan herhangi bir tehlikeye karşı görülmemelerinin sağlanmasıdır.

72436490   Tören Meydanı:fft99_mf5184607

     Aslanlı Yol’ un sonunda, Anıtkabir yan binalarının ve kolonların çevrelediği bir alana çıkılır. 129 X 84 m. Boyutlarında olan, dört tarafından üçer basamak merdivenle inilen 15.000 kişi kapasiteli bu alan “Tören Meydanı” olarak adlandırılır. Bu alanın zemini küp şeklinde siyah, kırmızı, sarı ve beyaz renkte traverten taşlarla döşenerek 373 adet halı kompozisyonu oluşturulmuştur. a2243ef7b    Tören Meydanı’na, bayrak direğinin bulunduğu kısımdan da merdivenlerle çıkılabilir.                                 Mozole:                                                                                                                                                                                         Tören Meydanı’ndan 42 basamaklı merdivenle çıkılan Mozole, iki katlı ve dikdörtgen planlı bir yapıdır. Bu bölüm anıtın yapılışında ağırlık merkezi olmuştur. Çünkü, Atatürk’ün kabri ve sembolik lahit bu bölümde bulunmaktadır. Bu nedenle, Anıtkabir’i meydana getiren mimarlar, yardımcı binalar dizisi içinde Mozole’nin diğer kısımlarından çok daha görkemli olmasına önem vermişler.Merdivenlerin ortasında “Hitabet Kürsüsü” yer almaktadır. Mermer kürsünün tören meydanı cephesi dairesel geometrik motiflerle süslü olup, ortasında Atatürk’ün “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözü yazılıdır. IMG_9214                                                                                                                                      

     Mozole 72x52x17 metre boyutlarında uzunca dikdörtgen bir plan üzerine kurulmuş olup, ön ve arka sekiz, yan cepheler ise 14.40 m yüksekliğinde on dört kolonla çevrelenmiştir. Mozole cephesinde, solda Atatürk’ün Türk gençliğine hitabesi, sağda ise Cumhuriyet’in kuruluşunun 10. yıldönümünde söylediği Onuncu Yıl Nutku  yer almaktadır. Harfler taş kabartma üzerine altın yaldızla yazılmıştır.34

     Mozolenin zemin katında Atatürk ün naaşı bulunmaktadır.ataturk-un-mezar-odasi-goruntuleri-yayinlandi-5277480_7120_o40 tonluk yekpare mermerden yapılan sembolik lahtin yaklaşık 7 metre altındaki mezar  odası Osmanlı ve Selçuklu türbe mimarı tarzında ve sekizgen planla inşa edilmiş.Kapı pirinçten,zemin ve duvarlarda 3 renk hakimmiş;siyah ,beyaz ve kırmızı .Mermer sandukanın çevresinde 81 ilden, Selanik’teki Atatürk evinden, Kore’deki Türk Şehitliği’nden, Kıbrıs ve Süleyman Şah’ın Mezarı’ndan gelen toprakların konulduğu pirinç vazolar bulunmakta imiş.Burayı görme şansımız yok tabiki…

            Mehmetçik Kulesi:                                                                                                                                                                       Aslanlı yolun bitiminde sağda ‘Mehmetçik Kulesi’ yer almaktadır. Kulenin dış yüzeyinde yer alan kabartmada; cepheye gitmekte olan Mehmetçiğin evinden ayrılışı ifade edilmektedir. Bu komposizyonda, elini asker oğlunun omuzuna atmış onu vatan için savaşa gönderen hüzünlü, fakat gururlu anne tasvir edilmiştir. images (7)   Kulenin duvarlarında Atatürk’ün Mehmetçik ve Türk kadınları hakkında söylediği özlü sözler yer almaktadır:

  • Kahraman Türk eri Anadolu savaşlarının anlamını kavramış, yeni bir ülke ile savaşmıştır.
  • Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ulusunda Anadolu köylü kadının üstünde kadın çalışmasından söz etmek imkânı yoktur.
  • Bu ulusun çocuklarının özverileri, kahramanlıkları için ölçü birimi bulunamaz.

     Kulenin içinde, 60 kişi kapasiteli ‘Sinevizyon Salonu’ bulunmaktadır. Burada Atatürk ve Anıtkabir ile ilgili belgesel filmler gösterilmektedir.

          Müdafa i Hukuk Kulesi:

      Aslanlı yolun bitiminde solda yer alan bu kule duvarının dış yüzeyinde yer alan kabartmada, ulusal birliğin temeli olan Müdafaa-i Hukuk dile getirilmektedir. Kabartmada, bir elinde kılıç tutarken diğer elini ileri uzatmış sınırlarımızı geçen düşmana “Dur!” diyen bir erkek figür tasvir edilmiştir. İleri uzatılan elin altında bulunan ulu ağaç Türkiye’yi, onu koruyan erkek figürü ise kurtuluş amacıyla birleşmiş olan milleti temsil etmektedir. 
2010.04.18 - Anıtkabir 30Kulenin duvarlarında Atatürk’ün Müdafaa-i Hukuk konusunda söylediği sözler yer almaktadır:

  • Ulusal gücü etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır.
  • Ulus bundan sonra hayatına, bağımsızlığına ve bütün varlığına şahsen kendisi sahip çıkacaktır.
  • Tarih; bir ulusun kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez.
  • Türk ulusunun kalbinden, vicdanından doğan ve onu esinlendiren en esaslı, en belirgin istek ve iman belli olmuştu: Kurtuluş.

     Kulenin içinde Anıtkabir ve Atatürk ile ilgili çeşitli kitaplar ve hediyelik eşyalar ziyaretçilere sunulmaktadır.

        Zafer Kulesi:

     Kulenin duvarlarında Atatürk’ün en önemli üç zaferinin tarihi ve zaferle ilgili özlü sözleri yazılıdır.indir (3)

     Kule içinde Atatürk’ün naaşını 19 Kasım 1919 tarihinde İstanbul Dolmabahçe Sarayı’ndan alarak Sarayburnu’nda donanmaya teslim eden top arabası sergilenmektedir.indir (5)

     Zafer kulesinden çıktıktan sonra: hemen sağımızda, panaromik bir Ankara manzarasının izlenebildiği bölüme geliyoruz.image058

      Bu yanları açık galeriden ilerlediğimizde, hemen sol da, Türkiye’nin 2’nci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün, mezarı görülüyorindir (4). 25 Aralık 1973 tarihinde vefat eden, İsmet İnönü, Bakanlar Kurulu kararı ile, buraya defnedilmiştir.

Anıtkabir’in en güzel resmedildiği yer burasıdır,IMG_9190Galeride yürümeye devam ederken başka bir kule çıkıyor karşımıza:

      Barış Kulesi:

     Kulenin iç duvarında Atatürk’ün Yurtta Barış, Dünyada Barış ilkesini dile getiren bir kabartma kompozisyonu yer almaktadır. Bu kabartmada çiftçilik yapan köylüler ve yanlarında kılıcını uzatarak onları koruyan bir asker figür tasvir edilmiştir. Bu asker barışın sağlam ve güvenli kaynağı olan Türk ordusunu sembolize etmektedir. Yani vatandaşlar Türk ordusunun sağladığı huzur ortamı içinde günlük hayatlarını devam ettirmektedirler. images (8)

    Kule duvarlarında Atatürk’ün barış ile ilgili şu sözleri yer almaktadır.

  • Dünya vatandaşları kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir. 
  • Yurtta Barış, Cihanda Barış.
  • Ulusun hayatı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça savaş bir cinayettir. images (9)

Kulenin içinde ise Atatürk’ün kullandığı Lincoln marka tören ve makam otomobilleri sergilenmektedir.

         23 Nisan Kulesi:

    Kulenin iç duvarında TBMM nin açılışını temsil eden bir kabartma yer almaktadır. Bu kabartmada, ayakta duran kadının tuttuğu kağıdın üzerinde 23 Nisan 1920 yazılıdır. Kadının diğer elinde Millet Meclisimizin açılışını simgeleyen bir anahtar bulunmaktadır. indir (6)

Kule duvarlarında meclisin açılışıyla ilgili Atatürk’ün özlü sözleri yer almaktadır:

  • Bir tek karar vardı: O da ulusal egemenliğe dayalı, hiçbir koşula bağlı olmayan bağımsız, yeni bir Türk Devleti kurmak. 
  • Türkiye Devletinin tek ve gerçek temsilcisi yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.
  • Bizim bakış açılarımız kuvvetin, gücün, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır.

Kule içinde Atatürk’ün 1936-1938 yılları arasında kullandığı Cadillac marka özel otomobili sergilenmektedirimages (10)

             İnkılap Kulesi

     Müzenin devamı olan bu kulede Atatürk’ün giydiği elbiseler sergilenmektedir. Kulenin iç duvarında yer alan kabartmada zayıf, güçsüz bir elin tuttuğu sönmek üzere olan bir meşale, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nu simgelemektedir. Güçlü bir elin göklere doğru kaldırdığı ışıklar saçan diğer bir meşale ise, yeni Türkiye Cumhuriyetini ve Atatürk’ün Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için yaptığı inkılap simgelemektedir. indir (7)

Kule duvarlarında Atatürk’ün inkılâplarla ilgili şu sözleri yazılıdır:

  • Bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse ilerlemesine, uygarlaşmasına teknik imkân ve bilimsel ihtimal yoktur.
  • Biz ilhamlarımızı gökten ve bilinmeyen alemden değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.          Cumhuriyet Kulesi                                                                                      Anadolu Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Yılmaz büyükerşen’in yaptığı Atatürk’ün gerçek boyutlarında balmumu heykeli ve orijinal çalışma masası bulunmaktadır.indir (9)

   Bu kulenin duvarlarında Atatürk’ün Cumhuriyet ile ilgili şu özlü sözü bulunmaktadır.indir (8)

  • En büyük gücümüz, en güvenilir dayanağımız, ulusal egemenliğimizi kavramış ve onu eylemli olarak halkın eline vermiş ve halkın elinde tutabileceğimizi gerçekten kanıtlamış olduğumuzdur.

   Kulenin içinde, Atatürk’ün öğrenim gördüğü ,askeri okul ,TBMM binası maketleri mevcut.

    Bayrak DireğiIMG_9206

    Amerika da özel olarak yaptırılan 33.53 m yüksekliğindeki bu direk, Avrupa daki tek parça çelik bayrak direklerinin en yükseğidir. Direğin 4 metresi kaidenin altında kalmaktadır. Amerika’da yaşayan Türk asıllı Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı Nazmi Cemal tarafından, kendi bayrak direği fabrikasında imal edilerek 1946 yılında Anıtkabir’e hediye edilmiştir. Bayrak direğinin kaidesinde yer alan kabartmada; meşale Türk medeniyetini, kılıç taarruz gücünü, miğfer savunma gücünü, meşe dalı zaferi, zeytin dalı ise barışı simgelemektedir.PRJ-anitkabir-bayrak-diregi1 

Bayrak direğinin bulunduğu yerde: uygun zamana denk gelirseniz, muhafız askerlerin nöbet değişim törenlerini mutlaka izlemelisiniz. IMG_9210        IMG_9209 

       Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzeleri:

     Misak-ı Milli ve İnkılâp kuleleri arasındaki bölüm müze olarak belirlenmiştir.Burada Atatürk’ün kullandığı eşyalar ve kendisine hediye edilen armağanlar ve giysileri teşhir edilmektedir.Yeni bölümler eklenmesi ile müze, Atamıza ait eşyaların sergilendiği bir mekân değil,Çanakkale ile Kurtuluş Savaşı’nın canlandırıldığı bir müze haline gelmiştir.Benim için en sıkıntılı anlar bu bölümü gezerken idi.

Burada; ön bölümde, savaş esnasında kullanılan silah, mühimmat, cephanelerin orjinalleri görülüyor. Hatta, bu sahnelerde görülen büyük top mermi parçalarının Çanakkale bölgesinden getirilen orijinal parçalar olduğu söyleniyor. Burada, aynı zamanda, orijinal giysiler giymiş manken askerler var. Duvarlarda ise, savaşların cereyan ettiği bölgelerin ayrıntılı resimleri var. Fonda ise, yine savaş sahnelerini anımsatan silah sesleri, askerlerin taarruz sesleri duyuluyor. Yani, bir anlamda: bu üç savaş, sesli ve görsel olarak canlandırılmış ve Kurtuluş Savaşımızın canlı tasvirinin içinde ,bir an aman Allahım bütün bunlar bizim içindi ama bizler bunu hak ettik mi acaba diye düşününce ve gözyaşlarıma hakim olamadım.Tabi bu vatanın benim gibi sulu gözlere değil daha dik duruşlara ihtiyacı olduğunu düşünerek ,grup olarak  anıtkabir özel defterine sevgi ve saygımızı belirttikten sonra ayrıldık.

IMG_9212

Anitkabir-Slayt1

 

Bunları biliyoruz ama yinede kendi blog umda bu yazıların bulunmasını istediğimden soruyorum….Biliyormuydunuz…

      Atatürk`ün dünyada `başöğretmen` sıfatlı tek lider olduğunuBir geometri kitabı yazdığını. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin (Türkçe) isim babasını bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal olduğunu

      Bir röportajda “Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?” diye sorulur, Atatürk: “Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Davet gelirse düşünürüz”. BM yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke biz oluruz

       Yıl 1938, General McArthur’un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüz yirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der: “Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal’i görmek için neler vermezdim”

    Yıl 2000, ABD Başkanı`nın milenyum mesajından bir alıntı : “Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’ tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir”

    Yıl 1938, Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiir`den alıntı : “Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir”

    Norveççe`de `Atatürk gibi olmak` diye bir deyim olduğunu

     Kurtuluş Savaşında rütbe alan bir çok kadın askerlerimiz var. Ama dünya tarihine geçen tek bir üsteğmenimiz var; 700 erkek, 43 kadından oluşan bir müfrezenin reiseliğine bizzat Atatürk tarafından atanmış Üstteğmen Kara Fatma

   ` Atatürk çiçeği`nin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın`in koyduğunu ve bu çiçeğin tüm dünyada bu isimle üretilip satıldığını

   Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina’daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu

   `Mimber` adında bir gazete çıkarttığını ve 52 sayı yayımlanan gazetede ilk defa sansür kelimesi geçtiğini

    Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı vasiyetinde mezar taşına yazılmasını istediği metni bırakmıştır. Diyor ki: “Bütün ömrüm boyunca Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm”

    Yıl 2005, Amerika’nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns`un önerisi “Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek Atatürk’ ü örnek alsın yeter”

“Milletimi şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve hareketlerimle aldatmamış olmakla gurur duyuyorum.” M.Kemal ATATÜRK
__________________

CASİS-ŞİRİN BALIKÇI KASABASI

Published by:

Cassis-liman     Yine söylüyorum Marsilya harika… harika bulmamın en büyük nedenlerinden biride yarım  saat içinde ister güzel bir dağ köyüne ister şirin bir balıkçı kasabasına erişebilmeniz…Daracık bir yol dan gidiyoruz Cassis e, bir şerit gidiş, bir şerit geliş..Dağların arasından geçiyoruz, yemyeşil her taraf ,güneş pırıl pırıl,arada deniz ekleniyor bu eşsiz manzaraya…serin rüzgar arabanın açık camından yüzümüze vuruyor ve işte böyle bir huzur içinde ulaşıyoruz..

     Marsilya nın 30 km güney doğusunda yer alan,7793 kişinin yaşadığı kasaba popüler bir tatil beldesi olduğundan yazın bir hayli kalabalık oluyor.Sezonda oradaydık ama yinede güzeldi..Çevresinde ki çam ağaçları ve üzüm bağları,küçük sevimli limanı ,pastel renkli evleriyle kendinizi  bir yağlı boya tablo içinde hissediyorsunuz..

      Otopark konusunda birazda araç büyük olunca zorlandık..Mimosas car park hem büyük hemde güvenli diyorlar neyse ki biz aramaya gerek kalmadan kasabaya iniş yolundaki otoparka park ettik.Daracık sokaklarından kıvrıla kıvrıla limana doğru indik.Çok şık küçücük dükkanlar,sevimli evler arasından , taş sokaklardan fotoğraf çekerek aşağıya indiğimizdevisiter_cassis_place_fontainePlace de Republique” meydanına çıktık.

         Sahile inen sokakların birleştiği,sevimli dükkanların olduğu bir meydan burası;tam ortasında da tarihi bir çeşme mevcut… Cassis eski bir liman kasabası olsa da provence karakterini çok iyi bir şekilde taşıyor. Limana indiğimizde şirin panjurlarıyla evler ve önlerinde balıkçı tekneleri bizi karşıladığında burada yaşayanların ne kadar şanslı olduğunu düşünmeden edemedim😊

       Sahilde ki balık restaurantları tıklım tıklım doluydu.Grand Bleu bunlardan en popüler olanıymış.Burada balık yemek gerekiyordu ama maalesef bizim bu şirin kasabaya ayıracak sadece bir kaç saatimiz vardı.Bizde ton balıklı sandviçlerimizi elimize alarak sahile doğru yürüdük..Sahile gelince muhteşem bir kalabalıkla karşılaşınca ürkmedik desek yalan olmaz,en azından orada denize girme planı yapmadığımıza mutlu olduk.Plage de la Grande Mer Plajı limana yakın olanı.Yarımada tarafına giderken sahildeki otoparkın önüde de Bestauan plajı vardır.IMG_8122IMG_8126   Bestauan Plajı Casissin doğal plajı olup ince çakıllı,diğerine nazaran daha küçüktür.Plajın hemen arkasında bir otel ve de beach club bulunmaktadır.

               Moulin limanın da ücretsiz harita edinebilirsiniz ama bence çok gerek yok,limandan sonraki ara sokakları kaybolurcasına dolaşmak daha zevkli..Cassis_Parking_Relais_Cassis_2014

             Limanın ortasında bulunan Aziz Peter in 17. yy dan kalma ahşap heykeli ,her yıl haziran ayının son pazarına denk gelen Aziz Peter bayramında (La Fete de la Saint Pierre),   kortej eşliğinde sokaklarda gezdiriliyormuş.

        Merkezi limana çok yakın olan Republic Meydanı ve bitişiğimdeki Baragnon Meydanında her çarşamba ve cuma sabahları köy pazarları kuruluyormuş.

       Yine Baragnon meydanının yakınında Musee d’Arts & Traditions Populaires (Sanat ve Halk Gelenekleri Müzesi)’ni ücretsiz gezebilirsiniz.

        Bizim en çok isteyip de yapmak için vakit bulamadığımız tekne turları ile Calangueler arasındaki gizli plajlara ulaşabilirsiniz.Sadece denize giremiyorsunuz sanırım, görsel olarak mutlu eden turlar bunlar.Süresi 45 dk.dan başlayıp 1.5 saate kadar uzayan  turlarının fiyatları 16 – 22  € arasında. 10 yaş altı için ise 9 € başlayan indirimli fiyatlar uygulanıyor. 

    Eğer bizim gibi kısıtlı vaktiniz varsa,gezi treni ile (petit train) Cassis’in sokaklarını ve çevresini, çoğu zenginlere ait havuzlu lüks villalardan oluşan güney-batıdaki Presqu Ile Yarımadası na kadar ulaşabilirsiniz.IMG_8124

    Sabah erken saatlerde orada bulunuyorsanız Barthelemy Limanı nın da kurulan balık pazarında balıkçıların tezgahlarına göz atabilirsiniz.

     Bu kasabaya trenle de ulaşabilirsiniz;yaklaşık 30 dakika sürüyor fakat gardan indikten sonra merkez 3 km ,eğer taksi çağıralım derseniz gişe üstündeki numaradan taksi çağırmanız gerekiyor.Otobüsle gelmek isterseniz,Marsilya da Castellne Prado dan kalkan M6 veya M8 otobüsüne binmelisiniz.Süre ortalama 40-50 dakikadırYaklaşık 2.70 euro civarı hatta gidiş dönüş daha ucuz.M8 daha sık kalkıp ,daha manzaralı yoldan geldiği için tavsiye ediliyor…

       Cassis in tarihi neredeyse Marsilya kadar eski.MÖ5. ve 6. yüzyıllara ait izler var.Tarih boyunca buraya Ligurlar,Grekler ve Romalılar yerleşmiş.Barbar saldırılarından korunmak için tepede bulunan Castrum de Carsisi (cassis kalesi) ni inşaa etmişler.Zaman kısıtlılığından grup oraya tırmanmaktan kurtuldu,yoksa oradaki manzarayı kaçırmazdım.😊   1400 lerde Baux de Provance Lordu nun yönetimi altına girmiş.19. yüzyılda Virginia Wolf gibi entellektüeller tarafından keşfedilince gözde bir tatil beldesi olmuş.1920 lerde buraya gelen  Winston Churchill burada resim dersleri almıştır.Felix Ziem, Raoul Dufy, Paul Signac, Joseph Garibaldi gibi dönemin ünlü ressamları Cassis’i bir yeri olarak seçmişlerdir.IMG_8291

     Provénce kelimesi,bölgeye Romalıların verdiği “provincia nostra” yani “bizim bölge” isminden kaynaklanıyor  Buraya gelen sanatçıların hissettiklerini çok iyi algıladığımdan burasıyla ilgili düşüncülerini yadırgamadım ;çünkü kimliği bilinmeyen bir yazardan yörede yaşayanların yaptığı bir alıntıya göre; “Tanrı güneşi, toprağı, dağları ve denizleri yaratıp hepsini yerine yerleştirdiğinde, elindeki malzemelerin tümünden biraz arttığını fark etmiş. Kalanları bir araya getirerek, bunlardan yeryüzünde bir cennet oluşturmaya karar vermiş. Böylece, Provence yaratılmış…”söylemi ile Provans doğumlu Nobel ödüllü yazar Frederic Mistral‘in de söylediği “Paris’i gören ama Cassis’i görmeyen biri “hayatımda hiç bir yer görmedim diyebilir”düşüncelerine hep birlikte katılıp arabamıza atlayıp Cannes e doğru yola çıktık.

 

CALANGUES-KAYALIK KOY

Published by:

calanque-d-en-vau_bateau-haut (1)     Marsilya yı geride, mistral  rüzgarlarının ferahlığıyla baş başa bırakarak ,sahil kenarından Cote d’azur turumuza başladık.IMG_8306  Kiralık aracımızla  gidebildiğimiz yerlere ,ulaşabildiğimiz en uç noktalara varmak isteğiyle başladığımız yolculuğumuz gördüğümüz muhteşem manzaralar ile birlikte yaklaşık 30 dk sonra bir köyde sonlandı.Sonlandı diyorum çünkü ;IMG_8299   ardından bizi denize doğru kıvrılıp giden patikalardan sıkı bir yürüyüş bekliyordu😍. IMG_8127   Açık hava sporlarından olan doğa yürüyüşleri özellikle bahar aylarında tam da bu yüzden bu bölgede çok rağbet görüyor.

   Marsilya’dan doğu yönüne, pitoresk kıyı kasabası Cassis’e kadar uzanan 20-25 kilometrelik kıyı şeridi irili ufaklı 20’den fazla Calanque’a ev sahipliği yapıyor. CALANGUES kelimesi”Kalonk” olarak okunuyor, telaffuzu biraz zor geldiğinden bana hemen okunuşunu yazıyorum 😃 fransızcada her ne kadar dere anlamı taşısa da, eski Hint-Avrupa dili kökenli calanca kelimesinden yani koy kelimesinden türetilmiş. Calanque, Fransa’nın en büyük ikinci şehri olan Marsilya ile La Ciotat arasında kalan irili ufaklı bir çok koy ve körfezi barındıran bölgeye verilen isimdir. .Bazıları Akdeniz fiyordları diye adlandırsa da Norveç Fiyordları gibi buzulların etkisi ile oluşmamıştır.Her ikisini de görme şerefine nail olmuş biri olarak hangisi muhteşemdi derseniz ayırım yapamayacağım sanırım. İskandinav fiyordu, sakin, derin ve zümrüt yeşiline çalan sularıyla Buzul Çağı’ndan bize kalan miras olarak gönlümde yerini alırken, Akdeniz’in bu derin körfezleri de turkuaz rengi, berraklığı ve tertemiz bir parlaklıkla güneşin içime işlemesiyle gönlüme yer etti.

     Bu fiyordlar en yükseği 565 metre olan denizden dik yükselen dağların içlerine giren kıvrımlı, büyüklü küçüklü kayalık yarıklardır. Fiyordların içi mikro-klima iklime sahip olduğundan kış aylarında çevresine göre ısı daha yüksektir deniz suyu ise daha soğuktur. Bu sepeple bazı fiyordlar endemik bitki çeşitliliğine sahiptir. Çorak ve kayalık görünmelerine rağmen fiyordlarda 900 çeşit bitki yaşar. Çevresinde ise yabani zeytin ağaçları, çam ağaçları ve deniz lavantası gibi bitkiler vardır. Suyu hızla geçiren ve çok az yağmur alan fiyorlar yaban hayatı açısından da çok zengin bir yaşama sahiptir. Tavşan, tilki, şahin, yaban ayısı ve kertenkele türleri bunlardan bazılarıdır. Bu kireçtaşından oluşan kayalık alanlarda yüzyıllar boyunca toş ocakları işletilmiştir. Hala bazılarının kalıntıları görülebilir.

    Burada çıkarılan taşlar New York Özgürlük Anıtı’nın kaidesinde, Süveyş Kanalı’nın yapımında ve İskenderiye Limanı’nın inşaasında, Marsilya Feneri’nin (Faro) inşaasında kullanılmıştır.

calanque-en-vau    Bölge’de Calanque d’En-Vau’nun dışında Calanque de Sormiou, Calanque de Morgiou, Calanque de Port-Pin ve Calanque de Sugiton olmak üzere 4 meşhur bölge daha vardır.

    Calanque suları içinde her yerde yüzmeye izin verilmiyor, yalnız Marsilya’dan başlayarak her noktası işaretlenmiş olan Calanques Ulusal Parkı yürüyüş rotasını takip eden doğa yürüyüşçüleri, çoğu yerde küçük de olsa korunaklı bir doğal plaj bulunduğundan buralarda yüzebiliyorlar. Yürüyüş ve tırmanma sporcularının uymak zorunda oldukları kurallar uyarı levhalarıyla belirtiliyor. Bu kurallardan en önemlisi doğal park alanı olarak kabul edilen 20 km.lik kıyı boyunca gece kamp ve çadır kurmanın kesinlikle yasak oluşu. Ayrıca jet-ski ve motorlu su sporları (su kayağı dahil) yasaklar listesine dahil.
Doğal limanıyla Port Miou* aynı zamanda en yeşil olanı. Port Miou Romalılar döneminde de korunaklı bir liman olarak tarihte biliniyor, ismi de zaten latinceden geliyormuş: “portus melior” yani en iyi liman.En Vau  en vahşi en güzel olanı.Özellikle Sormiou’ya nazaran oldukça dar bir girintiden oluşan bölge, gözlerden uzak, sakin bir dinlenme yeri olarak seçilebilir. Küçük doğal kumlu plajı hem karadan uzun ve meşakkatli bir yolu göze alan doğa yürüyüşçülerinin,  hem de denizden yelkenlilerle teknelerle gelenlerin gözdesi.

   İçlerinde en derini Morgiou.Morgiou Calanque’ı su seviyesinin 37 metre altında, 175 metrelik bir su altı tüneliyle ulaşılabilen tarih öncesi duvar resimleri de içeren Cosquer Mağarası’nı saklıyor. Bu özellikleriyle Calanque Bölgesi Milli Parkı aynı anda kara, deniz ve su altını birleştiren ender doğa koruma alanlarından biri.en güzeli bu manzaraları denizden görebilmek sanırım ama bir daha ki sefere diyelim..Marsilya Vieux Port tan kalkan küçük teknelerle de buraları gezmek isterseniz yaklaşık 3 saat süren  turun fiyatı 21-32 euro arasındadır.IMG_8303

 

IMG_8303IMG_8293IMG_8119Yaşam alanları oluşturmak buralarda çok zor.Tabi insan olmayınca doğa başka bir güzel kalıyor ne yazıkki…..Bu muhteşem dünya için çok şeyler söylenebilir ama ,
 Provence hakkında söylenecek en güzel sözü bir Fransız söylemiş.Frederic Mistral’in ünlü deyişiyle :

Quand Le Bon Dieu envient a douter du monde, il se rappale qu’il a créé la PROVENCE. 
(Eğer Allah kendi yarattığı bu dünyayı sevmekten vazgeçmeye başlarsa, Provence’ı yarattığını hatırlayacaktır. )sormiou

Araç çubuğuna atla